“Gerçekten Biz Âdem evlâtlarını şerefli kıldık; karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasîb ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık.” (el-İsra, 70)
Rabbimiz, bu âyet-i kerîmede insanın yaratılışındaki bazı mûcizelere işaret etmiştir. Birkaç ilginç bilgi ile, bu mûcizelere göz gezdirelim:
* Ortalama olarak insan bedeninde bir köpeğin üzerindeki tüm pireleri öldürecek kadar sülfür, 900 adet kalem pil yapacak kadar karbon, maket ebatlarında bir topu ateşleyebilecek kadar potasyum, 7 adet sabun üretebilecek kadar yağ ve 50 litrelik bir varili dolduracak kadar su bulunur.
* İnsan vücudundaki damarların uzunluğu, Dünya’nın etrafını 4 defa dolaşacak kadardır. (100.000 mil ya da 165.000 km)
* İnsan derisi, kişinin hayatı boyunca yaklaşık 1000 kez tamamen yenilenir.
* İnsan beyninde, her saniye içerisinde 100.000 kimyevî reaksiyon oluşur.
* Yetişkin bir insan, günde 23.000 kez nefes alır.
* Bir insanın 2000 tat alma cisimciği, 50.000 çeşit kokuyu alma ve 10 milyon rengi ayırt edebilme kâbiliyeti vardır. 60 yaşına gelindiğinde, tat alma cisimciklerinin %60’ı kaybolur.
* Kalp kanı öyle sert pompalar ki, bir binanın dördüncü katına fışkırtabilir.
* Göz boyutumuz doğumdan itibaren değişmez, burun ve kulak büyümeye devam eder.
* Kemikler, çelikten 5 kat daha güçlüdür.
Her bir düzeninde ayrı ayrı harikalar bulunan insan bedeni mi, yoksa bu muazzamlığın sanatçısı mı hayran olmaya daha layıktır? Kusursuz Sanatkâr’ın kusursuz sanatına şâhit olmak; hayret, hayranlık, şükür gibi çokça hissiyatı bir anda yaşatıyor.
Milyarlarca insanın parmak izi, irisleri birbirine benzemiyor. Yani Mevlâ, her bir kuluna “Özelsin!” diyerek imzasını atmış, elhamdülillâh…
Bütün bunları görüp bilip her şeyin bir Yaratıcısı’nın olduğunu idrâk etmemek mümkün mü? Elbette ki hayır! Ancak bazı şeyleri anlayabilmek için, beyin ve zekâdan daha özel bir idrâk mekanizmasına ihtiyaç duyarız, gönül gözüne...
“Kendini bilen Rabbini bilir.” Öyleyse sadece yaratılışına ait bunca muazzamlığı bilen insan, bu sanatın Sanatçısı’na nasıl olur da sevdalanmaz ki! Görecek göz lâzım, azîzim! Gördüğünü anlayacak mâneviyat, anladığını îman nimeti kabul edecek fikriyât...
Gözün görüyor olması, mûcize değil de nedir? Doğuştan kör olanları, sonradan görme nîmetinden mahrum kalanları hiç mi görmedik! Kulağın, her sesi ayrı ayrı algılaması mûcize değil de nedir? Bu mûcizeye sahip olan kullar, neden şükürden âcizdir ki! Ya birbirinden farklı yüzlerce nîmeti algılayan dil! Tat almaktan âciz olsaydı diye düşündük mü hiç?
Şu yaşıma kadar meftundum hep, rengârenk ve mis kokulu çiçeklere! Ne zaman ki, Mevlâ imtihan için koku ve tat alma kâbiliyetimi, Covid imtihanı ile geri aldı! İşte o zaman, “De ki: «Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz!»” (el-Mülk, 23) âyeti düştü kocaman bir tefekkürle hayatımın tam da ortasına...
İnsan, başlı başına bir mûcize... Ona bahşedilen her nîmet, özel... Çünkü Sanatkâr kusursuz... Ezcümle; her bir beden, her bir can, her bir yaratılmış varlık; Yüceler Yücesi Sanatkâr’ın özel eseridir.
Allâh’ım! Her verdiğin nîmete şükredecek engin bir gönül, her verdiğin imtihanı Sen’den bilip râzı olacak kâmil bir îman lûtfet bizlere... Mûcizelerle dopdolu bedenimizde, Senin râzı olduğun hâlleri görmeyi ve can emanetine sahip çıkmayı nasîb eyle. Âmîn!
Not: Bu yazının daha geniş şekline, dergimizin www.sebnemdergisi.com adresinden ulaşabilirsiniz.
YORUMLAR