Muayyen Günleri̇nde Hanımlar Ne Yaşar?

Kadınlarda, üreme hormonlarının aylık periyotları sebebiyle, ayda bir kez rahimlerinin hâmileliğe hazır hâle gelmesi, hâmilelik oluşmadığı takdirde de rahmin iç duvarının bozularak vücuttan atılması, menstruasyonu (âdet dönemini) oluşturur. Rahmin iç duvarı olan endometriyum tabakası, her ay döllenmiş yumurtayı bağrına basmak ve beslemek üzere hazırlanırken, birkaç katmana ayrılır ve kan damarları ağı ile kaplanır. Eğer beklenen misafir gelmediyse, hormon seviyeleri düşer ve kalın endometriyum, damarları ile birlikte parçalanmaya ve vücuttan atılmaya başlar. Bu ölü dokunun düşmesi, yerine yenisinin gelmesi, menstruasyonun meydana gelme sebebidir. Menstruasyon (âdet), kadınlarda üretkenliğin olmazsa olmazıdır. Bu sebeple, yokluğu, jinekolojik probleme işaret etmektedir ve muhakkak sebebi araştırılmalıdır.

 Kız bebeklerin anne rahmindeki yolculuğuna hızlıca bir göz atmak, bu dönemi daha iyi anlamamıza yardım edecektir. Anne karnında hâmileliğin 2. haftasında ortaya çıkan öncü hücreler, bel kemiğinin her iki yanında ve göğüs kafesi hizasında 6 ilâ 7. haftada yumurtalık şeklinde farklılaşır. Farklılaşan yumurtalıkta, yumurtanın ana hücreleri belirginleşir. 20. haftaya kadar ana yumurta hücreleri bölünerek çoğalır ve yumurtalıklar karından leğen boşluğuna inerler. Yumurtalıklarda yer alan bu hücreler, bölünme aşamasına girerler. Hâmileliğin 7 ilâ 9. ayları arasında oluşan bu bölünme tamamlanmaz ve bölünme aşamasında kalan bu hücreler “oosit” adını alırlar. Etrafı bir hücre tabakasıyla çevrilen oositler, yumurtalıkta sessizce beklemeye başlarlar. Bu sessizlik, yıllar sonra bozulur ve hücreler gelişip olgunlaşarak bir insanın yaratılışında kullanılmaya hazır hâle gelirler.

Yumurta hücresi, yumurtalıkta özel bir keseciğin içinde yer alır. Bu kese, hücreyi hem korur, hem de gelişmesini sağlar. Ergenlikle birlikte beynin alt kısmında yer alan 0.5 gram ağırlığındaki bir bez (hipofiz) iki önemli mesajı, kimyevî formüllerin içine, atomlarla şifreleyerek kana bırakır. Uzun damar ağında seyahate başlayan bu formüller, gidecekleri organın yerini ve uyaracakları hücreleri hiç şaşırmadan bulurlar. İlgili yerlere gerekli mesajı iletirler. Hücreler, gelen mesajın şifrelerini çözme konusunda uzmandır. Hücreleri uykudan uyandıran bu şifre, onlar için bir dönüm noktasıdır. Yıllardır süren sessizlik bozulmuş ve yumurta hücresi, yarım kalan işleri tamamlama sürecine girmiştir. İlk safha, yaklaşık 14 gün sürer. Beyinden gelen uyarıyla, keseciklerden östrojen hormonu salgılanır. Kese çatlar, yumurta hücresi yerinden ayrılır ve tüpler tarafından yakalanarak içeri alınır. Yumurtalıktan ayrılan hücre, salınarak rahme doğru ilerletilir. Östrojen hormonu, rahmin iç duvarını kalınlaştırır ve buraya gelen kan ve doku sıvısını artırır.

Yumurtadan ayrılan kesenin içi kan ağlar. Yağ açısından zengin sarı hücreler gelerek onu tesellî ederler ve onu aktif olan başka bir yapıya dönüştürürler. Bu; sarı cisim olarak adlandırılan yapıdır ve progesteron hormonu salgılar. Bu hormon, rahim duvarının kıvrımlı bir hâl almasını, bezlerin salgı faaliyetlerinin artmasını, rahim kaslarının istirahatini sağlar. Bu safha, 12-14 gün sürer. Hâmilelik oluşmadığı zaman bu cisim harap olur ve kandaki hormon seviyeleri düşer. Bu düşüş, beyne tesir ederek tabandaki bezden uyarıcı hormonların tekrar çıkışını sağlar. “Folikül” denen keseciklerin tekrar seçilmesi ve uyarılarak yeni yumurtanın olgunlaşması süreci başlar. (Yani süreç, en başa döner.)

Bir sonraki safha, yumurta hücresinin vücuttan atıldığı safhadır. Rahim duvarı gerilir, kılcal damarlar kopar, yumurta tahliye edilir. Rahmin iç tabakası dökülerek yenilenir. Bu sırada yumurtalıklar 14 gün sürecek ilk safhaya girmişlerdir.

Bu mâcera, her ay kadın bedeninde tekrarlanır. Ortalama 21-35 gün sürer ve mensturasyon (âdet) süreci olarak adlandırılır. Her ay kadın bedeni, bebek oluşacakmış gibi hazırlanır. Hamileliğin oluşup-oluşmamasına göre hazırlıkların yönü değişir.

Menstruasyonun (âdetin) ilk başladığı dönemde (genç kızlarda) ve artık sahneden çekildiği “menopoz” döneminde düzensizliklerin görülmesi normaldir. Bunun dışındaki bir düzensizlik kesinlikle altta yatan sebepler açısından araştırılmalıdır. (Hamilelik, üzüntü, stres, hormonal problemler, iyi-kötü huylu tümörler, doğum kontrol haplarının yanlış kullanımı, spiral, enfeksiyon, troid hastalıkları vs. düzensizliklere sebep olur.)

Her kadında menstruasyonun (âdetin) düzeni ve bu dönemin özellikleri farklıdır. Bu dönem, endokrin (salgı) sistem kontrolünde gerçekleşmekte olduğundan, kadınların hormonal açıdan da önemli değişiklikler yaşadığı:

“-Eşim beni anlamıyor! Kendimi değersiz hissediyorum. Canım tatlı çekiyor. Her yerim ağrıyor. İşe gitmek istemiyorum!” gibi cümlelerin sıklıkla telâffuz edildiği bir dönemdir.

Her 100 kadından 95’i, âdet döneminde bazı duygu, davranış ve fizikî değişiklikleri/belirtileri yaşarlar. Bunların % 40’ı bu belirtiler yüzünden günlük hayatta problemlerle karşılaşırken; % 5-7’sinde belirtiler ciddî boyutlara varabilir. Bu belirtiler, kadından kadına farklılık gösterebileceği gibi, aydan aya da değişim gösterebilir. Menopozla birlikte bu durum son bulur.

Depresyon belirtilerine benzerlik gösteren ve sıklıkla karşılaştığımız belirtiler şunlardır: Karamsarlık, sürekli ağlama, ölme isteği/intihar fikirleri, ciddî kaygı, gerginlik, duyguların birden/âniden değişmesi, öfke kontrolsüzlüğü, aşırı sinirlilik, tahammülsüzlük, daha önce yapılan faaliyetlere artık ilgi duymama, enerji yoksunluğu, sürekli yorgunluk, bezginlik, iştah kapanması/aşırı yeme, belli başlı yiyecekleri aşerme, uykusuzluk/aşırı uyku, unutkanlık, boğulma hissi, kontrolden çıkmış gibi hissetme, çarpıntı, terleme, baş ağrıları, eklem ve kas ağrıları, kilo alımı, ses ve kokulara aşırı hassasiyet, aşırı şişkinlik ve göğüslerde hassasiyet…

Bu belirtiler, farklı kişilerde değişen yoğunluklarda yaşanabilir. Yapılan çalışmalarda belirtilerin, ortalama olarak 20’li yaşlarda görüldüğü, ancak tedaviye başvuru yaşlarının 30 olduğu tespit edilmiştir. Nijerya’da yapılan bir araştırmada kadınların % 7,5’inin bu dönemde işe gitmediği, İsveç’te yapılan bir çalışmada ise, kadınların % 73’ünde âdet öncesi belirtilerin olduğu ve % 2’sinin bu dönemde işe gitmediği tespit edilmiştir.

Âdet dönemindeki kişiler, şiddetli bir depresyona girebilir, bazen hiç evden çıkmayabilirler. Hormonların tesiriyle yaşanan yoğun duygular, davranışlara yansıyabilir. Uzun süren sinirlilik hâlleri ve öfke patlamaları sebebiyle sosyal/işyeri/âile ilişkileri ciddi mânâda bozulabilir. Özellikle rûhî gerginlik ve tahammülsüzlük, kadınların eş ve çocuklarına agresif (asabî) davranmasına sebep olabilir. Erkekler, bu dönemlerde kadınların hormon seviyelerinde oluşan değişikliklerden haberdar olmadıklarında; kadınların aşırı duygusallığını ve sürekli değişen ruh hâllerini yanlış yorumlayabilirler. Bu konu ile ilgili bilgi eksikliği, yanlış değerlendirmelere yol açabildiğinden, kadınların bu dönemlerinde çevreleriyle münasebetlerinin yıpranma ihtimali oldukça yüksektir.

Belirtilerin günlük hayatı zorlaştırdığı, ilişkilerde kopukluklar yaşandığı, meslekî hayata tesir ettiği durumlarda uzman yardımı almak gerekebilir. Yapılan araştırmalar, hayat tarzında yapılacak bazı değişikliklerin, ilaç, psikolojik ve çevre desteğinin şikâyetleri azalttığını, hayat kalitesini yükselttiğini göstermiştir. Hafif egzersizler, bazı hormonların salgılanmasıyla depresyon, sinirlilik ve stres hâlini azaltır. Vücut direncini artırarak fizikî belirtileri hafifletir. Beslenme düzeninin değiştirilmesi, tuz alımının, şekerli ve bol karbonhidratlı gıdaların kısıtlanması, şişkinliği ve ödemi azaltacaktır. Kafein ve alkolden kesinlikle uzak durulmalı, bol bol su içilmelidir.

Âdet döneminde, ev işleri, çocuk bakımı vs. konusunda kadınlara hoşgörülü davranmak, mümkünse yardımcı olmak, onlarla tartışmaya girmemek, beklentileri azaltarak psikolojik olarak destek olmak, onları büyük oranda rahatlatacağı için âile huzuruna da katkı sağlayacaktır.

Âdet, bir hastalık değil, fizyolojik bir dönemdir. Lâkin hormonal salgılara vücudun verdiği tepkilerin farklılığına göre; bu dönem, kişiden kişiye değişmekle beraber depresyona kadar varan bir sürece dönüşebilir. Gece sürekli delinen uyku, şiddetli baş ve karın ağrıları, hâlsizlik, karamsarlık, psikolojik gerginlik, çoğu erkeğin eşini tedaviye götürmesine ya da bazısının bu konuda ne yapabileceğini araştırmak üzere terapiste gitmesine sebep olmakta, kimi de bu dönemde eşine her zamankinden daha anlayışlı davrandığını, onlarla tartışmadığını söylemektedir.

Buraya kadar çok kısa temas etmeye çalıştığımız gerçekler; kadınların muayyen günlerinde maddî-mânevî destek beklediklerini, psikolojik açıdan da bedenî olarak da hassas bir sürece girdiklerini gösteriyor. Kulunu yaratan ve herkesten daha iyi bilip onu değerli ve şerefli kılan Yüce Rabbimiz, sâir zamanda farz kıldığı namaz, oruç gibi ibadetleri muayyen günlerinde hanımlara zorunlu kılmamıştır.

Hâl böyle iken ve 14 asırdır yaşanarak bugünlere getirilmiş hükümler önümüzde dipdiri dururken, bugünlerde kadınları, âdet günlerinde de ibadete zorlama akımları, akıl-idrak ve iz’andan ne kadar da uzaktır! Sözüm ona:

“-İbadetlerin kıymeti onlara ara vermemeyi gerektirir. Allâh’ı öyle çok seviyorum ki, bu günlerimde de O’ndan ayrı kalamam; tabiî ki Kur’ân okurum, namaz da kılarım, oruç da tutarım!..” gibi safsataları, hem hekim, hem de insan olarak hayretle izliyoruz.

Kurslarda hocaları tarafından muayyen günlerinde Kur’ân-ı Kerîm okumaya zorlandığı için psikolojisi bozulan, kurslara devam etmeyi bırakan hanımlarla karşılaşıyoruz. Bu hanımlar, istemedikleri bir şeye zorlandıkları için hocalarına güvenleri zaafa uğruyor ve söyledikleri doğruları da kabullenmek istemiyorlar. Belki de hekim olarak bunları söylemek bize düşmez ancak, Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Hazret-i Âişe annemize, özel günlerinde namazı bıraktırdığını, orucu tutturmadığını, tavaf yaptırmadığını biliyoruz. İblis’in secde etmeyişindeki asıl suçun; Allâh’a karşı kibirlenmesi ve O’nun emrine teslim olmayıp bu emri sorgulayarak kendi kıt aklıyla bir kıyas yapması, neticede bir hüküm ortaya koyarak davranışını da nefsinden aldığı bu emre göre ve bu hükmün neticesine göre geliştirmesi olduğunu, kitaplardan okuyoruz.

 Bir yerde ilâhî emirler, bir yerde onu sorgulayarak yeni hükümler ortaya koyan bizler!.. Netice; Allâh’a değil de yaratılmış olan aklımıza ve nefsimize kul olmak!.. Niçin İblis’in secde etmeyişi Kur’ân-ı Kerîm’de defalarca anlatılır?! Bu hâdiseden defalarca ders almak gerektiğini bildirmek, İblis’in yoluna ve metoduna her meylettiğimizde bizi ondan vazgeçirmek, çeşitli tuzaklarına karşı uyanık bulundurmak için değil mi?

Rahman ve Rahîm olan yüce Rabbimiz, âyet-i kerîmede; “Dîni kemâle erdirdiğini ve bizler için İslâm’dan râzı olduğunu” (bkz: el-Mâide, 3) bildirmiş ve Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunu en mükemmel bir şekilde yaşayarak bize tebliğ etmiştir.

Hâl böyle iken; ona ilâveler yapmaya kalkışmak, hükümleriyle oynamak, canımızın istediği gibi davranmak, sonra da buna kendimizce bir kılıf uydurmak, kulluk edebine yakışmaz. Zira îman, başlı başına edeptir. Kulluk, Allâh’ın emrettiği, Rasûlullâh’ın model olduğu çerçeve içinde yaşanırsa bir değer ifade eder. Bunun hârici, kulluk değil; sadece kendini kandırmaktır.

Nihayet o gün geldiğinde, ilâhî huzura vardığımızda, büyük-küçük demeden her şeyi not eden kitaplarımız açıldığında (Bkz: el-Kehf, 49) işlediklerimiz, niyetlerimizle beraber apaçık meydana çıktığında, insan yapıp ettiklerini ve geride bıraktıklarını bir bir idrak edecek!..

İşte o çetin günde “Yâ veyletenâ/Yazık bize!” dememek için Rabbimiz bizlere burada kalp uyanıklığı versin de, râzı olmadığı fikir, akım ve davranışların peşinde sürüklenmekten cümlemizi muhafaza buyursun. Âmîn.

Dr. Betül Nefise İNAL

PAYLAŞ:                

Betül Nefise İnal

Betül Nefise İnal

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle