Modifiye Müslümanlar -1

“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (el-Haşr, 19)

Meşhur tarihçi, sosyolog İbn-i Haldun; “Mağluplar, gâlipleri taklit eder!” der.

İslâm’ın ihtişamlı günlerinde Batı bize ne kadar özenip, bizi ne denli taklit ettiyse, şimdilerde bu özenti ve taklit rûhu bize sirâyet etti. Ve dahî içimize işledi. Tarihimizde Lâle Devri’yle başlayan çözülme ve dünyevîleşme, Tanzîmat’la zihnî değişime dönüştü. Avrupa’ya “eğitim” için giden Jön Türkler, Batı’nın kapıkulu olup geri döndüler. Artık inançlar, değerler, topluma ve öz milletine bakış değişmiş; bedenen Osmanlı ülkesinde yaşayan, rûhen Paris, Londra, Stockholm sokaklarında gezen “Aydınlar Sınıfı” doğmuştu.

Durum, tarihten bugüne, yalnız aydınlarla kalmadı. İslâm devletleri güçlerini yitirip kan kaybetmeye başladıkça, “Kompleksli Müslümanlar” türemeye başladı. Aslında Batıcı gençler, 19 ve 20. yüzyılın dünyasında kalmamıştı. İçimizdeki Jönler, muhalif duruşlarıyla “Ehl-i Kitap” karakterine bürünmüş; müslüman soydaşları ve dindaşlarıyla mücadele eder hâle gelmişti. Mâide Sûresi’nin 80. âyet-i kerîmesinde buyrulduğu üzere:

“Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için (âhiret hayatları için) önceden hazırladığı şey ne kötüdür: Allah onlara gazab etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar!” Müslümanların aleyhine kâfirlerle dost olmak, tam mânâsıyla buydu.

Dîne yeni yorum getirme çabaları, tefrika, ırkî asabiyet, millî-mânevî değerlere düşmanlık, fitne tohumları ekmek; akıl ve gönül dünyası harap edilmiş, “Modifiye Edilen Müslümanlar”ın bir numaralı silahıydı. (Modifiye, İngilizce’den dilimize geçmiş olup teknik mânâda “bir şeyin üzerinde yapılan değişiklikle, onun orjinalliğini bozmak” demektir.)

Aslında bu çabalar, Kur’ân-ı Kerîm’de “Ehl-i Kitap” denilen yahudi ve hıristiyanların tarihinde de görülmekte idi. Yahudilik, Bâbil Sürgünü sonrası belini doğrultamamış; Hıristiyanlık 5 asırda sancıyla kıvranır hâle düşmüştü. İhtilâflar, iç çekişmeler, mezhep çatışmaları, dîne getirilen yeni yorumlar, dînin siyasallaşması, ahlâkî dejenerasyon; Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan din ve dindar anlamında kopmalara sebep olmuştu.

Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz, Fâtiha Sûresi’nden başlayarak yahudi ve hıristiyanlara meyletmeme, onlara benzememe üzerinden bize îkazlarda bulunur. Bakara Sûresi’nin üçte biri İsrâiloğulları’ndan, Âl-i İmran Sûresi’nin mühim bir kısmı ise hıristiyanlardan bahseder.

Peki, âyetler ve hadisler ışığında Ehl-i Kitab’ın (yahudi ve hıristiyanlar) yaptığı ve bugünün müslümanlarının tekrarlayageldiği hatalı vasıflar ve davranış kalıpları nelerdir? Müslümanlara da sirâyet etmiş kalbî ve nefsî hastalıklar ve hayat tarzı hâline getirilmiş huy ve davranışlar nelerdir?

 

Kibir, Başkasını Küçük Görme, Üstünlük Duygusu

Yahudilerde sık vurgulanan bir “seçilmişlik” anlayışı ve inanışı vardır. İsrâiloğulları’nın bu özelliği, onlarda diğer millet ve dinlere karşı bir üstünlük/istikbâr var etmiştir. Bu bozuk inanca göre Tanrı, İsrâiloğulları ile ahitleşme yapmış, İsrâiloğulları ahde sâdık kalacaklarına söz verince, onlara “ayrıcalık” tanımıştır.

Bugünün müslümanlarında da îtikaden olmasa da ahlâken kibir hastalığına tutulanlar görülmektedir. Varlık, makam, mevkî, meslek, evlât sahibi olmak gibi insana lûtfen ve keremen verilen nîmetler, birer gurur vesîlesi olmaktadır. Oysa, “kibriyâ” sıfatı, ancak ve ancak Cenâb-ı Hakk’a mahsustur. Cenâb-ı Hak, bazı sıfatlarından insanlara cüz’î bir miktar vermiş ve sıfatın tecellîsini bahşetmiştir. Lâkin, kibriyâ sıfatının kulda tecellî etmesine imtihan maksadıyla müsaade etse de buna aslâ râzı olmaz.

 

Şükürsüzlük ve Nankörlük

İbrahim Sûresi’nin 7 ve 8. âyetlerinde bildirildiği üzere, Hazret-i Mûsâ, vefâtından evvel İsrâiloğulları’na nîmet-şükür minvalinde bazı hatırlatmalarda bulunmuştur:

“Hatırlayın ki Rabbiniz size: «Eğer şükrederseniz, elbette size (nîmetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir!» diye bildirmişti. Mûsâ dedi ki: «Eğer siz ve yeryüzünde olanların hepsi nankörlük etseniz, bilin ki Allah gerçekten zengindir, hamd edilmeye lâyıktır.»”

Bu husus, Kitâb-ı Mukaddes/Tevrat’ın Tesniye bölümlerinde de yer almaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz çeşitli vesîlelerle biz kullarına nîmet-şükür münâsebetini hatırlatır. Nîmetin mûcibi, şükürdür. İlâhî kanundur: Kul, kavlen ve fiilen şükrettikçe nîmet enerjisini çeker. Günümüzde memnuniyetsizlik, tatminsizlik, şükürsüzlük sarmalı, bir kara bulut gibi müslümanların dünyasını da kaplamıştır.

 

İffet-Hayâ Kaybı, Ahlâkî Yozlaşma

Bilindiği üzere Hazret-i Meryem, Hazret-i Îsâ’yı babasız dünyaya getirmiştir. Kendisi Kur’ân-ı Kerîm’de; “İffetini (kale gibi) koruyan” sıfatıyla tavsif edilir. (bkz. el-Enbiyâ, 91)

Doğumun ardından yahudi âlimleri, kendisini zina ile itham edip kınamışlardır:

“Çocuğu alıp kavmine getirdi, onlar: «Meryem! Utanılacak bir şey yaptın. Ey Harun’un kız kardeşi! Baban kötü bir kimse değildi, annen de iffetsiz değildi.» dediler.” (Meryem, 27-29)

İffet ve hayâ, bütün dinlerde kutsal kabul edilen bir ahlâkî vasıftır. Hazret-i Meryem, İslâm’ın yanı sıra, Yahudilik’te olduğu kadar ve hattâ daha fazla Hıristiyanlık’ta da çok önemli bir şahsiyettir. Muharref Hıristiyan akîde, Hazret-i Meryem’i “Theotokos/Tanrı’yı doğuran, Tanrı Anası” olarak telâkkî eder, kendisine ifrat derecesinde yüce bir değer atfeder. Hazret-i Meryem’le özdeşleşen “iffet” sıfatı, bütün ilâhî dinlerin hemfikir olduğu bir değerdir.

Kadının iffet vasfı en çok örtünme ile tezahür eder. Tevrat’ta kadının başını örtmesine dair pasajlar bulunur. Yahudilerde tarihî süreçte başı örtme algısı, önce şapkaya dönüşmüş, zamanla yerini peruğa bırakmıştır. Ultra-Ortodoks yahudi kadınlar, günümüzde başlarını örterler. Yahudi kadınlarda günümüzde mâbede girme dışında, baş örtme pek görülmez. Hıristiyanlık’ta ise başörtüsü, rahibe kostümünün bir tamamlayıcısı olarak bugün yalnız mâbede hapsedilmiş bir uygulamadır. Osmanlı’nın son dönemlerindeki çözülme, toplumun değerler sistemini de etkilemiş, saray ve İstanbul hanımefendilerinin bir kısmı, Batı’da esen moda rüzgârlarının önünde daha fazla direnemeyip başörtülerinden vazgeçmişlerdir.

Şu var ki, îtikadımıza göre, başörtülü kadın, hür kadındır yahut hür kadın başını örter. Bu, Kur’ânî bir emirdir. Zaman içinde iffet-hayâ çizgisindeki sapmalar, bütün inançlara tesir etmiştir. Dünyevîleşme ve maddî refahın artması, kendini evvelâ iffet-hayâ dengesinde tâvizler olarak göstermiştir. Bunu, günümüze yorumladığımız zaman, moda, internet ve dijital dünyada geçirilen zamanlar, topluma yön veren ünlülerin ve fenomenlerin ışıltılı(!) dünyası, gençlerin gözlerini boyamakta, algılarını, hayata bakışlarını, yön ve yörüngelerini değiştirmektedir.

“İffet” ve “hayâ” denilince illâ kadınlar ve başörtüsü anlaşılmaz elbet… Erkeğe yakışan da hayâdır. Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm-, hayâ timsâli olarak bütün insanlığa numûne gösterilmiştir. (Devam edecek)

PAYLAŞ:                

Fatma Çatak

Fatma Çatak

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle