Kur’ân-ı Kerîm’de; “zenb”[1], “ism”[2], “dalle”[3], “seyyie”[4], “ecreme”[5], “fesâd”[6], “katl”[7] gibi kavramlarla anlatılan “günah” kelimesi, genel anlamı itibariyle, insanı hayırdan ve sevaptan geri koyan; iyilik ve güzelliklere mânî olan fiillerin bütününe verilen isimdir. Bilerek veya bilmeyerek, az veya çok doğru yoldan saptıran; kötü, fenâ, menfur görülen her türlü fiil ve sözlerdir.
Günah; beşerin kendi hevâ ve hevesini, ilâhî emrin üstüne çıkararak Rabbe itaati reddetmesidir.
Günah; iğvâya (ayartma, azdırma baştan çıkarmaya) karşı direnememe, güçlü olamayıp yenik düşmedir.
Günah; pişmanlık, hüsran, mahviyet ve karanlıktır. Âdem -aleyhisselâm- gibi yıllarca gözyaşı ve pişmanlıkla söndürmeye çalıştığı anlık bir istek, arzu ve hevâdır.
Günah; başta Rab olmak üzere, peygamber ve sâlihlerle uyumsuzluk ve fıtrata muhâlif olan her şeydir. Nitekim Âlemlerin Rabbi’nin insana nefhetmiş olduğu rûhun yükselişine muhalif, insanı aşağıların aşağısına çeken ve bedbahtların içine dâhil etmek isteyen süflî davranışlardır. Fıtratın tabiîlik ve temizliğine ters, halifelik saygınlığına muhâliftir. Kul olarak yaratılan insan; sığınmak, barınmak, yüce bir gücün tasarrufunda olmak isterken günah başkaldırışı, ona enâniyeti telkin eder. Halife bulunduğu ortamda adalet ve merhameti temsil ederken, günah; zulüm, haksızlık ve isyanı körükler.
Günah, meşrûiyetini Allâh’ın varlığından alan her şeye bir saldırıdır. Günahla insanın içindeki şeytan -öbür adıyla İblis- müşahhaslaşıp (somutlaşıp) cenk etmektedir, insanla... Hatta birçok zaman sinsice sağdan ve önden yaklaşarak, iyilik ve güzellikleri kullanır silah olarak... İnsanın zayıf anlarını gözleyerek, yılmadan usanmadan hedefine yaklaşmak ister. Nitekim cennetten kovulurken Rabbiyle cedelleşmiş ve kullarını kandırmaya söz vermiştir. Allah Teâlâ, bu vesîleyle kullarını yalnız bırakmayıp günde beş defa huzuruna davet eder ve dillerini her an Allâh’ın zikriyle ıslak tutmalarını tenbih eder.
Zikirle Rabbinin her an yanıbaşında olduğunu unutmayan mü’minler, doğruluk ve iyiliğe muhâlif hiçbir söz ve amele yaklaşmamaya çalışırlar. Bütün davranışlarında ve ağızlarından çıkan her sözlerinde Allah ve Rasûlü’nün emir ve tâlimatlarını gözetip ona göre davranırlar.
İbn-i Mücâhid bin Cerîr -Allah ondan râzı olsun- şöyle der:
“Kalp, açık bir el gibidir. Kul, her günah işledikçe bir parmak kapanır. Nihayet elin bütün parmaklarının kapandığı gibi, kalp üzerine perde çekilir. İşte kalbin kapanıp mühürlenmesi böyledir.” (İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, 1/524)
Günah, Allah ile Kul Arasında Bir Perdedir
Kalp, bütün bir bedenin sorumlu merkezi, Âlemlerin Rabbi’nin ise nazargâhıdır. Vücudun diğer organlarını yönetip onlara hayat verdiği gibi, iyilik güzellik için de organlara yön verip canlılık sağlar. Kalp; hisseden, duyan, Hakk’a karşı acziyet ve mahviyet duygularını yaşayarak yücelik kazanabilen bir organdır. Gerektiği gibi muhafaza edilmez ve şer güçler tarafından istilâ edilirse, kalp ve beyin, kontrolsüz şekilde çalışır, Hakk’ın halifeliği vasfı zarar görür.
Bundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“İnsan vücudunda öyle bir parça vardır ki, o iyi olduğu zaman bütün bedenin işleri iyi ve güzel olur. O bozulduğu zaman bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o parça kalptir.” (Buhârî, Îman, 39)
Günahlar, bedene ağrı ve sancı veren hastalıklar gibi kalbe ağırlık verir, ruha sancı yapar. Son günlerde adına “stres” denilen, ama tam olarak tarif edilemeyen sıkıntı hâli, aslında fıtratın aradığı huzur ve sekînet eksikliğidir. Özellikle ardı ardına kirletilen ve tevbe ile temizlenmeyen kalpler, gıdasız kalır, fonksiyonunu kaybeder. Neşe, coşku ve heyecanı bulamadığı gibi, tarifsiz ve mânâsız mutsuzluklar insanı mahvoluşa doğru sürükler. Aradığı yitiğini bulmak için aşırı tüketim, gezme, sigara, aşırı yeme gibi türlü sebeplere sarılsa da huzur ve sekînet bir türlü gelemez. Nitekim kalpler, ancak Allah ile barışık olmakta mutludur, huzurludur. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“İyilik (birr), ahlâkın güzel olmasıdır. Günah ise, kalbi tırmalayıp insanların muttalî olmasından hoşlanmadığın şeydir.” buyurmaktadır. (Müslim, Birr, 5)
* * *
Sûfîler nazarında günah işlemek, ateşe girmekten daha büyük bir bedbahtlıktır. Nitekim günah olan söz veya fiili yapmak, kulun Rabbine başkaldırışı, isyanı demektir. Tıpkı önceden yüksek bir makamda bulunan iblisin, secde emrine itaat etmeyişi gibi...
Bir adam Hasan Basrî’ye gelerek:
“-Ey Ebû Said! Ben yattığımda gece ibadete kalkmayı istiyorum. Abdest suyumu da yanımda hazır bulunduruyorum, ama bir türlü kalkamıyorum. Bunun sebebi nedir?” diye sordu.
Hasan Basrî -Allah ondan râzı olsun- şöyle cevap verdi:
“-Ey kardeşimin oğlu! Günahların seni bağlamaktadır.” (Ali el-Mekkî, Kûtü’l-Kulûb, 1/199)
* * *
Mescitte bir gün Kurz bin Vebre ağlarken hocası yanına girdi ve:
“-Seni bu denli ağlatan nedir ey Vebre, yakınlarından birisinin ölüm haberini mi aldın?” diye sordu.
Kurz bin Vebre:
“-Hayır, daha kötüsü!” dedi. Hocası tekrar:
“-Dayanamadığın bir acın, ağrın mı var?” deyince Vebre:
“-Hayır, ondan da acı! Kalbimin feyiz kapısı kapandı. Üzerine perde çekildi. Dün gece okumam gereken hizbimi (Kur’ân ve zikrimi) okuyamadım. Muhakkak ki bu, işlemiş olduğum bir günahtan dolayı oldu.” dedi. (Avârifu’l-Meârif, sh: 491)
Günahın Büyükleri/Küçükleri
“Allâh’ın emirlerine isyan mahiyetinde olduğu için” günahın, elbette küçüğünden de büyüğünden de kaçınmak gerekmektedir. Ama yaratmış olduğu kulunun zaaflarını çok iyi bilen Allah Teâlâ, günahların bir kısmını diğerlerinden daha büyük olarak bildirmiş ve bunlara Arapça “kebâir” denilmiştir. Bu günahlar, dünyada ve âhirette daha büyük cezalara sebep olan büyük suç ve davranışlardır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu günahlar hakkında şöyle buyurmuştur:
“Size büyük günahların en büyüğünden haber vereyim mi? Onlar Allâh’a ortak koşmak, ana-babaya itaatsizlik ve yalancı şâhitliktir.” (Buhârî, Edeb, 6)
Diğer bir hadîs-i şerîfte ise:
“Mahveden yedi günahtan sakınınız. Onlar, Allâh’a ortak koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, yetim malı yemek, ribâ (fâiz), savaştan kaçmak, iffetli ve îman sahibi bir kadına zinâ iftirasında bulunmaktır.” buyrulmuştur. (Buhârî, Vesâye, 23)
Bunun yanında sosyal hayatta âniden işlenilen küçük günahlar da önemsiz görülmemelidir. Nitekim küçük günahlar da birikerek kalpte gaflet, duyarsızlık ve tembellik oluşturur ki, bunlar, netice itibariyle büyük günah hâline gelirler. Âlimlerimiz “küçük günahlarda ısrar etmenin de büyük günahlardan olduğunu” bildirmiştir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Ey Âişe! Göze önemsiz gibi görünen günahlardan sakın! Çünkü bu günahlar için Allah tarafından görevlendirilmiş bir vazifeli vardır. Küçük günahlar, insanda bir araya gelince onu helâk eder. Tıpkı çöl arazide bulunup da, yanına kavmin işçileri gelen şu adamın hâli gibi… O adam ve diğerleri odun taşıyıp üst üste yığarlar ve bir yığın meydana getirirler.” buyurmuştur. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 1, 402)
* * *
Hasan-ı Basrî Hazretleri:
“Allah ile kul arasında günahlardan oluşmuş bir sınır bulunur, kul bu sınıra ulaştığında artık kalbi kararır. Allah onu aslâ hayra muvaffak kılmaz.”[8] buyurmuştur.
Günahlar, kalpteki ulvî duyguları söndüren bir fırtına ve kalbî hayatı çepeçevre saran zehirli bir duman gibidir. Bu fırtınaya mâruz kalan kurur; bu zehirli havayı teneffüs eden ölür. Bu kir, bir damla pisliğin bütün suyu murdar ettiği gibi kalbi bulandırır, kirletir. Kar tanelerinin birleşerek çığları oluşturduğu gibi, küçük görülen günah ve sözler de birleşerek tıpkı bir kanser gibi bütün kalbi sarar. Sonra “gözleri vardır, göremezler. Kulakları vardır, işitemezler. Kalpleri vardır hissedemezler”[9] sınıfından eyler sahibini…
Bu vesîle ile Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Mü’min kimse günahlarını sanki dibinde oturup her an üzerine düşeceğini sandığı bir dağ gibi görür ve her zaman korunup kaçınmak ister. Münafık kimse ise günahlarını burnunun ucuna konan ve az sonra bırakıp gidecek bir sinek gibi görür.” buyurmaktadır. (Buhârî, Daavât, 4)
Günahtan Kurtulma Yolları
Kullarını çok seven ve onlara karşı çok merhametli olan Allah Teâlâ, işlenen günahları meleklerine hemen kaydettirmez, kullarının tevbe etmelerini bekletir. Hattâ günahkâr kul tevbe ettiği zaman -kudsî hadîste bildirildiğine göre- “kızgın çölde devesini kaybedip üzülen ve aramaktan yorgun düşerek uyuyakalan ve uyandıktan sonra devesini başucunda bulan kişiden daha fazla sevinir.” (Müslim, Tevbe, 7; Tirmizî, Kıyâmet, 49)
Gâfiller için mal ve evlat çoğaltma yarışından ibaret olan bu imtihan dünyasında, Âlemlerin Rabbine karşı hata, kusur, isyan ve itaatsizlik yapmamaya özen göstermeli, tâbiri câizse Allah Teâlâ’ya sunacağımız amel bohçalarımızı titizlik ve hassasiyetle hazırlamalıyız.
Fakat bazen acziyet içinde nefse ve dünyaya yenik düşersek, hemen büyük bir samimiyet ve pişmanlık içinde tevbe ile yıkanmalı, sadakalar verip sâlih ameller işleyerek Rabbimize karşı işlediğimiz kusurların affedilmesine çalışmalıyız. Bu dünyada temiz tutmakla yükümlü olduğumuz en önemli organımız, kalptir. Bütün emek ve gayretimizi, onun üzerinde yoğunlaştırmalıyız. Allah Teâlâ, kullarının huzuruna nasıl gelmesi gerektiği hususunda şöyle buyurmaktadır:
“O gün, ne mal fayda verir, ne de evlât. Ancak Allâh’a kalb-i selîm (tertemiz bir kalp) ile gelenler müstesnâ… (Ancak onlar, o günde fayda bulurlar.)” (eş-Şuarâ, 88-89)
“Ey îmân edenler! Samimî bir tevbe ile Allâh’a dönün. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve O’nunla birlikte îman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi içlerinde ırmaklar akan cennetlere sokar…” (et-Tahrîm, 8)
[1] Kötü, fenâ, itaatsizlik, cezayı gerektiren fiiller.
[2] İnsanı hayır ve sevaptan alıkoyan fiil.
[3] İnsanın bilerek veya bilmeyerek, az veya çok doğru yoldan sapması.
[4] Kötü fiil, itaatsizlik fiili, kusur, cezalandırılması gereken bir fiil.
[5] Meyveyi ağacından koparmak, dalından kesmek gibi fiiller…
[6] Bozulmak, güvenilir olmamak, hatalı, gayr-i âdil olmak.
[7] Cinâyet, yeryüzünde bozgunculuk yaparak ekini ve nesli bozmak.
[8] Kûtü’l-Kulûb,I,174
[9] el-A’râf, 179. Ayrıca bkz: el-Bakara, 7; et-Tevbe, 87; el-Câsiye, 23.
YORUMLAR