Modern Zaman Mürşitleri

“Çağımız insanının en önemli rûhî problemi, boşluk ve anlamsızlık duygusudur. Bizim hayattan ne beklediğimiz önemli değildir, önemli olan hayatın bizden neler beklediğidir.”

Dr. Victor Frankl (İnsanın Anlam Arayışı)

Çağımız insanı, tarihin hiçbir devrinde olmadığı kadar Yaratıcı’sından uzaklaştı. Zaten âcizdi, âcizliği yüzbin kat arttı. Bilim ve teknolojiyi, âcizliğini ortadan kaldıran destek kuvvetler olarak gördü, ama bilim de, teknoloji de içindeki boşluğu, mânâsızlık duygusunu onaramadı. Tıp ilerledikçe yepyeni hastalıklar da arttı. Mutsuzlaştı, huzuru hiç kalmadı. Neşeler sahte, gülücükler yapmacıklaştı. İnsanoğlu, Yaratıcısı’ndan uzaklaştıkça bataklığı büyüdü, nefsinde boğulmaya başladı. Şimdi onun imdadına kim yetişsin?

 Duâ ettiği, Allah’tan istediği şeyin hayırlı olup olmadığını bile bilemeyen; evlilik, ev kurma, meslek seçme gibi aldığı kararlarının isabetini tesbit etmekten âciz, zavallı insan, bu bilinmezler içinden hangi güçlü eli tutup da bu tereddütlerden kurtulsun?

Kalbi, irade kazanmakta çok güçlük çektiği için, kiminle bir araya gelse onun ahlâkının rengini alan, bir istikamet üzere sâbit olamayan insanoğlunun bozulan kalbini kim ayarlasın?

Dünya sevgisinden, “tûl-i emel” denilen bitmek tükenmek bilmez isteklerden, günah işleme pervâsızlığından kaynaklanan gaflet perdesini, insanoğlu nasıl yırtsın, bu dertlerine nasıl çareler bulsun?

Kendi nefsini bilmeyen, Rabbini hiç bilmeyen; yakınları, arkadaşları ona kendisini anlatınca inanamayan, “hayır ben bu değilim” diyen, zaaflarını, âcizliklerini, öfkesini, hırsını, şehvetini ölçemeyen, idare edemeyen, kendi elinde, kendi nefsinin kölesi olan insanoğlunu bu kölelikten kim âzâd etsin?

Hayatında onarılmaz bir gedik oluşturan, mâneviyatsızlığın verdiği mutsuzluk, huzursuzluk, ümitsizlik, çaresizlik girdabından şimdi insanoğlunu kim kurtarsın?           

Zengin, başarılı, harika statülere sahip; ancak hırslı, bencil, menfaatçi, karakter fukarâsı olduğu için yapayalnız kalan, dost edinemeyen, yalnızlaşan insanoğlu, kendisini bu hâli ile kabul edecek dostu nereden bulsun?

* * *

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 119)

“…Zâlimler topluluğu ile oturma.” (el-En’âm, 68) 

Kur’ân-ı Kerîm, insanoğlunun nefsini temizleyip, kalbini tasfiye etmesi için Allah dostları ile birlikteliğe, onların rehberliğinde bulunmanın önemine işaret eder. Zira Allah Teâlâ’yı yegâne dost bilip O’ndan gayriyi kalbinden çıkaran ve nâil olduğu mârifet ve hikmet ile kendisinden yardım isteyenlere hakikatin yollarını açan, Sünnet-i Seniyye’ye harfiyen uyup Kur’ân yolundan aslâ ayrılmayan, böylece Allâh’ın dostluğunu kazanmış bir “mürşid-i kâmil”e insanoğlunun şiddetle ihtiyacı vardır.

Çünkü insanoğlunu ayartan o kadar büyük iki düşmanı vardır ki, onların elinden ancak bu düşmanların hile ve tuzaklarını lâyıkıyla bilen bir kişinin rehberliğinde kurtulmak mümkündür. Nefis ve şeytanın hüküm sürdüğü, insanın canına kast eden haramîlerle dolu dünya yolculuğunda, nefsin ve şeytanın tuzaklarından kurtulup, ruhlarımızın inkişâfını, dirilmesini sağlayacak “bir velîye bende olmak” en büyük dâvâdır. Allah dostu sâlihlerden ve sıddîklardan mânevî dertlere şifâ olan, gönülleri ihyâ eden, yolunu kaybetmişleri yola getiren “feyz, rûhâniyet ve himmet” adı altında, mânevî bir enerji akar da akar. Bunun tam zıddı olan zâlimlerle bir arada bulunmak ise, kişiyi hem dinden, hem hak ve adaletten, hem de vicdandan uzaklaştırır.

Bir Allah dostunun nazarında bulunmak, dünyanın en büyük nimetlerinden birisidir. Hele ki, bir Allah dostunun bizi evlâdı kabul etmesi, en büyük muraddır. Büyük padişah Yavuz Sultan Selim Han’ın ifade ettiği gibi:

 

“Padişah-ı âlem olmak, bir kuru kavga imiş, 

Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş.”

 

Hazret-i Mevlânâ da bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Kişinin kendisine ettiğini sarhoş edemez, ayyaş edemez, mezar soyan nebbaş edemez. Kişinin kendisine ettiğini, hiçbir fânî edemez. Gerçek bir dost elini tutmazsa, insan, kendi kendisi ile baş edemez.”

“Sen git yaralarını gönül cerrahına göster. Sen onları, kendin tedavi edemezsin…”

* * *

İnsan, büyük bir kitaptır ve içinde her şey yazılıdır. Fakat karanlıklar ve perdeler, onu rahat bırakmadığı için içindeki o ilmi okuyamaz. Bu perdeler ve karanlıklar; türlü türlü dünya meşgûliyetleri, insanın dünya işleri için aldığı tedbirler ve nefsin bitmek bilmeyen arzularıdır.

Modern zamanların insanları, dîni kendisine bir referans olarak kabul etmek istemedikleri, Kur’ân’dan, Peygamber’den çok uzak oldukları için, kendilerine ne yapmaları gerektiğini söyleyen, hayatlarına karışan Allah dostları ile aralarına mesafeler koydular. Bilmedikleri şeyden kaçmayı en büyük çare gördüler.

“Bu hayat benim ve ben istediğim gibi yaşarım.” pervâsızlığı içinde, hayattan beklentilerinin peşinde süratle koşarlarken, istek ve arzularını elde etmelerine kimsenin engel olmasını istemiyorlardı. Allah dostlarından uzak durdukları için kendi nefislerini seyredecekleri mânevî aynaları da olmadığından, kendilerini tanımalarına yardım edecek başka yollara başvurdular.

Meselâ Batıda yirmi yıldır bilinen, biz de ise son birkaç yıldır öğrenilen, çok az kişisel gelişimci tarafından uygulanan “pin kodu analizleri” insanların kendilerini tanıma yollarından biri oldu. Bu iş için burçlara, yıldız bilimci astronomlara başvuranlar da hiç az değildi. İnsanoğlu, kendi “pin kodu”nu öğrenmekle kişiliğinin bir haritasını eline alıyor, kişiliğini tanıyordu. Pin kodlarını ise, doğum gün, ay ve yıllarının, kendi içinde ve birbirleri ile toplanması sonucu meydana gelen sayılara denk düşen değerleri, yani kişilik atlaslarının bulunması ile öğreniyorlardı. Evlenecekleri kişiye nasıl davranacaklarını belirlemek için onların “pin kodu”nu, çocuğunu nasıl terbiye etmesi gerektiğini bilebilmek için de çocuğunun “pin kodu”nu öğreniyorlardı. Pin kodlarının bulunduğu kişisel gelişim merkezleri, hatırı sayılır meblağlar ile “kişilik haritası” ortaya çıkarıyordu. İnsanoğlu, artık kendi kendisini tanıyamadığı, kendine bile yabancılaştığı için “pin kodu” uzmanlarından, yani yabancı birisinin sayısal değerlerinden kendisini öğrenmeye çalışıyordu.

Mutsuz muyuz, doyumsuz muyuz, hastalıklarımız mı var; o zaman mutlaka enerji tıkanıklığımız vardır. Kanallar açılmalı ki mutluluğa ulaşılsın, dertlerden kurtulunsun. Quantum, reikiki, EFT, hipnoz, NLP, tokyan enerjisi, meditasyon gibi onlarca enerji tekniği buldular, enerji tıkanıklıklarını açmak için... Bütün bunları bilgece aydınlanarak yapıyorlardı.

Kendi nefislerine engel olamadıkları, baş edemedikleri zaman da kendilerine irade eğitimi verecek, hayatî açıdan doğru kararlar almalarını sağlayacak “yaşam koçları” buldular. Bu koçlar, onlara doğruyu, en güzeli bulmak için yol gösteriyordu. Şöyle internete bir göz gezdiriversek, yüzlerce enerji uzmanı, yüzlerce yaşam koçu (!), yüzlerce kişisel gelişim merkezi bulunur. Bütün bunlar, modern zamanların, yeni çağın şeyhleri…

  1. yüzyılın “bilgelik çağı” olacağını söylüyor, Prof. Dr. Nevzat Tarhan, son eseri “Mesnevî Terapi”de… İnsanlar bilgeliğin, bilgece düşüncelerin olacaklarmış. Evrensel değerlere sahip olan Hazret-i Mevlânâ’nın iç dünyasında rûhî yolculuk yapanlara yol gösterici olacağını da söylüyor eserinde…

Hayatın madde boyutunun tatsız, sıradan, mânâsız olduğunu öğrenip, değer arayışı içine giren, düşünmeyi ve çok okumayı seven entellektüel kesim, internetin kolaylaştırdığı bilgiye çabuk ulaşma vasıtalarının da yardımı ile “Spiritüel” (rûhî) prensiplerin peşine düştüler. Yaptıkları rûhî yolculuklar ile hayatın mânâsını, “arınmak” ve “aydınlanmak”la bulacaklarını öğrenmişler. Bu rûhî yolculuklarda “arınmak” ve “aydınlanmak” için çok çeşitli yollar, teknikler öğreniyorlar. Yahudi mistisizmi Kabala, Hint mistisizmi, Havai öğretileri, yoga terapileri, enerji ile terapiler, Takyon, birçok çeşit reiki, enerji rezonansı, hipnoz, nefes, enerji teknikleri bunlardan bazıları… “Ferrarisini Satan Bilge” misali spritüel (rûhî) araştırmalar yapan, yolculuklara çıkan insanların sayısı azımsanmayacak noktada…

 Ortaçağın skolastik düşüncesi yüzünden dinden soğuyan, uzaklaşan batılı aydınlar, dîni, hayatlarından çıkarmakla ruhlarında oluşan boşluğu Uzakdoğu’ya mânevî yolculuklar yaparak, arayışlarının ve araştırmalarının sonuçlarını yaşayarak doldurmaya çalışıyorlar. Memleketimizde ise, İslâm’ın özünden gelen bütün mânevî terbiye usûlleri, bambaşka sebeplerle, biraz da nefse hoş gelmediği için terk ediliyor; onun yerine dinin özünden uzaklaşarak, batıdan alınan sun’î “arınma yolları” (!) taklit ediliyor ve hayatın içine dâhil ediliyor. Böyle rûhî arınma yolları kullanarak aydınlanmış (!) kişiler, kendilerini “sevgi insanı”, “gönül adamı” olarak ifade ediyorlar.

Bu rûhî prensiplerin içinde Mevlânâ Hazretleri’ni kendisine “pîr” olarak kabul edenler de var. Onun insana yaklaşımını öne çıkararak onun bakış açısıyla dünyaya bakmaya çalışıyorlar. Oysa Hazret-i Pîr, dinden haberi olmaksızın, Kur’ân’ı, Peygamber’i tanıyıp bilmeksizin kendisini rehber kabul edenlere asırlar öncesinden cevabını veriyor:

“Ben hayatım boyunca Kur’ân’ın kölesiyim,

Hazret-i Muhammed’in ayağının tozuyum.

Her kim benden bundan başkasını naklederse

O sözden de şikâyetçiyim, söyleyenden de...”

Hazret-i Mevlânâ’nın “Mesnevî”sinde, modern zaman mürşitleri; “nefsi ile savaşmamış, gölgede yetişmiş, aşk derdini çekmemiş, aşk elinden dağlanmamış, yalnız halkın kendisine secde etmesini, elini öpmesini, hürmetle ona bakıp parmakla da: «İşte zamanımızda ermiş sûfî budur.» diye göstermelerini sağlamak için sûfîlik yoluna girmiş kişinin gevşekliği ve yüreksizliği” hikaye edilerek anlatılır.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın bahsettiği yirmi birinci yüzyıl bilgeleri, dînî terbiye ile eğitilmiş bilgeler olsalar da bu sayede Allah dostluğuna erişmiş olsalar, ne güzel olur!.. Ama şu anda dinin tasavvufî boyutunun alternatifi gibi gösterilen bu “ruhsal öğretilerle” insanoğlu gerçek huzura erecek mi, hayal kırıklığına mı uğrayacak; bilinmiyor. “Dinden uzak, Allah dostundan uzak bir arınma, nasıl mümkün olacak?” Bu da belli değil!.

Hamd ediyoruz ki, yolumuz, İslâm yolu... Kur’ân ışığında, Sünnet’in ve Allah dostlarının rehberliğinde gerçek aydınlanma asırlardır gerçekleşiyor. İş, Allah dostlarını bulup, onlara sımsıkı sarılmakta…

Allah Teâlâ’nın hesaba katılmadığı hiçbir öğreti, kişinin kendisini neredeyse ilah gibi gördüğü “Secret ya da secret the power, NLP teknikleri”; özellikle kişilerde hayal kırıklığından başka neticeler meydana getiremez. İnsan, âcizliğini bilip, Hakk’a teslim olursa o zaman mânâ dolu bir hayat yaşar. Kaderin, Allâh’ın adâletinin aslâ göz ardı edilmemesi gerekir. Cüz’î aklımız ve cüz’î irademiz ile küllî aklın, küllî iradenin yardımı olmaksızın başarılı olmak, hayatı değerli kılmak, mümkün bile değildir.

Cenâb-ı Hak, ayaklarımızı sırât-ı müstakîm üzere sâbit eylesin. Lüzumsuz arayışlardan, tükenişlerden bizleri emîn eylesin.

Peygamber Efendimiz’in duâsı ne güzel:

“Allâh’ım! Bana sevgini ve Senin yanında sevgisi bana fayda verecek olan kimsenin sevgisini ver.” (Tirmizî, Deavât, 74)

PAYLAŞ:                

Fatma Hale Sagim

Fatma Hale Sagim

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle