Hilâl, sarılı turunculu çiçeklerle bezenmiş kapı süsünün asılı olduğu 9 numaralı daire kapısının önünde tereddütle bekliyordu. İşaret parmağı defalarca kapı zilinin üzerine geldi geldi geri gitti.
“-Acaba rahatsız eder miyim?” diye kendi kendine fısıltıyla konuşuyor, bir taraftan da apartmana yayılan mis gibi kurabiye kokusunu içine çekiyordu. Tam o esnada ellili yaşlarında, yuvarlak çehreli, tombik elleri olan, hilkatten güleç ifadeli Melike Hanım, elinde küçük bir çöp poşetiyle kapıyı açtı. Tereddüt içinde bekleyen Hilâl, bir anlık irkilmeyle kendisini geriye doğru çekti. Melike Hanım, elindeki çöp poşetini kapının önündeki kovaya usulca bırakırken müşfik bir ses tonuyla sordu:
“-Âh evlâdım, korkuttum mu seni? Hakkını helâl et.”
Kendisini suçüstü yakalanmış gibi hisseden Hilâl:
“-Yok teyze, ben karşı dairenizde oturuyorum. Yaklaşık dört ay oldu taşınalı. Şey… Annem geçen sene vefat etti. Ben de evinizden yayılan kurabiye kokusunu, onunkine benzettim. Bu koku beni buraya kadar çekti. Kapıyı çalmaya da çekindim.” dedi utanarak...
“-Olur mu öyle şey? Geldiğine nasıl sevindim bilemezsin? Biz eskiden hiçbir kurabiyeyi, keki kendi başımıza oturup çayla yemezdik. Ya bir komşu ya uzaktan bir dost ya akraba ya da çocuklar, soframızda mutlaka biri olurdu. Hadi evlâdım, içeri buyur.” diye onu içeri alırken bir taraftan konuşmaya devam ediyordu:
“-Ama şimdi öyle mi evlâdım? Her şeyin modernleşmesiyle hânelerimize modern yalnızlıklar doldu. Yalnızız, ama anlayamıyoruz ki! Ellerde sürekli telefon, hangi yana dönsen, dört tarafın onunla çevrili… İnsan kahve içerken, kurabiye yerken fotoğrafını çekerek paylaşıyor, ona gelen beğeni sayısı kadar da yalnız olmadığını düşünüyor. E modern yalnızlık dört tarafını böyle sararak onu kandırınca, o da insana ihtiyacım yok zannederek egosunu yüceltiyor, yalnız kendini düşünen bir fert ortaya çıkıyor. Ama evlâdım, bu modern yalnızlık öyle sinsice sarıyor ki, insan fark etmeden içten içe tüketiyor onu. En sonunda insanı hiçbir şeyden zevk almayan, insanlardan rahatsız olan, kendini ilâhlaştıran bir canavar hâline getirdikten sonra intihara kadar sürüklüyor.”
Hilâl, çoktan mutfak masasına oturmuş, bir taraftan konuşurken bir taraftan da önüne ikram edilen kurabiyelere bakıyordu. Melike Hanım:
“-Sana bir de çörek otlu Türk kahvesi yapayım.” diyerek dolaptan bakır cezvesini çıkardı. Hilâl:
“-Yok, zahmet etmeyin.” diye konuşmaya başlayacaktı ki, Melike Hanım devam etti:
“-Bakma böyle konuştuğuma; seni öyle tereddütle kapının önünde görünce içim parçalandı, biriktirdiklerimi sana döküyorum. Şimdi evlâtlar, komşular, akrabalar bayramlarda dahî tatillere gidiyorlar. Herkes birbirinden kaçıyor. İnsan, insanın şifasıdır, evlâdım. Birbirinden kaçtıkça da insan türlü psikolojik hastalıklara yakalanıyor. Bak kâinâta! Etrafını dikkatle seyrettiğinde türlü yaratılış mûcizelerine şâhit olacaksın. Bir ağacın her bir yaprağının farklı farklı olduğunu biliyor muydun? Her bir yaprakta ayrı bir desen, farklı bir kıvrım mutlaka var. Milyonlarca ağaç olduğunu bir düşünsene! İnsanlar da ağacın yaprakları gibi, her biri farklı farklı mizaç ve hilkate sahiptir. Ancak dikkat et evlâdım, hepsi aynı ağacın kökünden, gövdesinden beslenmektedir. Her bir insan ayrı ayrı görünse de aslında hepsi bir bütündür, tıpkı ağaçtaki gibi. Ayrışayım diye kendini ağacından yere atar, diğer yapraklardan uzaklaşırsan, kurur kalırsın.”
Hilâl, hayran hayran Melike Hanım’ı dinlerken daha önce onunla neden tanışmadığını düşünüyor, kaçırdığı vakitler için üzülüyordu. Melike Hanım, aklından geçenleri okumuş gibi:
“-Daha önce yeni taşındığınız için tanışmak maksadıyla iki defa tabak hazırlayarak kapınızı çalmıştım. Açan olmayınca rahatsız edilmek istemediğinizi düşünerek bir daha gelmedim.” dedi.
Hilâl mahcûbiyetle Melike Hanım’a bakarak:
“-Duymadım, belki evde değildik.” dedi.
Melike Hanım devam etti:
“-Biz insanlar, kendimize benzeyeni, içinde kendimizden bir şeyler bulduğumuz insanı sever, öyle insanları da kendimize çekeriz. Bak, az önce annemin kurabiye kokusu diye kapıma kadar geldin. Mü’minler birbirlerinin eksiklerini, yaralarını kapatırlar evlâdım... Bir yitiğimiz olduğunda, diğerimizde ondan varsa onda var olan nîmetle yitiğimizi örteriz. Modern yalnızlığın içine kendimizi hapseder, mutluluğu, dostluğu sahte beğeni ve yorumlarda ararsak, yaralarımızı kim saracak?”
Hilâl kurabiyesinden bir ısırık aldıktan sonra:
“-Anneminkinin aynısı… Benim bir yaram iyileşmeye başladı bile…” dedi, Melike Hanım’ın sevgi dolu gözlerine şükranla bakarak...
Melike Hanım da Hilâl’e bakarak:
“-Ben de kurabiyelere şekil verirken sürekli yavrularımla önceden toplanır, yarım tepsi kurabiyeyi fırından çıkar çıkmaz çayla yerdik diye düşünmüştüm. Yalnız yiyeceğim kurabiyenin hüznü yüreğimi sarmıştı. Sen de benim bir yitiğimi tamamladın, evlâdım!” dedi.
Bir Not: Bu yazı, korona virüs salgınından önce, kaybolan değerlerimizi yâd etmek için yazılmıştı. Bugün dünya çapında önceliğimiz, kendimizin ve sevdiklerimizin sağlığını göz önünde bulundurarak uzlet ve inzivaya çekilmektir. Elbette sevdiklerimize gönülden sarıldığımız, onlarla doyasıya hasret giderdiğimiz güzel günler de bir gün gelecektir.
YORUMLAR