“Kadınlar kendileri için,
erkekler ise eserleriyle sevilmek isterler.”
Milaine Garaudy
Sevilmek isteriz, karşılıksız… Hizmetimiz, güzelliğimiz, zenginliğimiz için değil, öylesine sevilmek isteriz. Belki biraz da güzelliğimiz için… Onu da kısmen kendimizden ayrı görmediğimizden... Bu sevgiyle büyür, olgunlaşır ve severiz. Bu sevgi o kadar büyür ki, bütün yaşayanları kapsayıverir. Hazret-i Fâtıma misali, duâmızı ümmete hasrederiz.
Fakat sevgiyle doyurulmazsak, bu açlık kör eder kalbimizi; yırtıcılıkta bir panteri, sinsilikte bir tilkiyi geçeriz. Bugün ne acıdır ki, ikinci yüzümüz hâkim dünyaya… Bir güç yarışı, bir iktidar hırsı ve çarpıtılmış bir özgürlük arayışı içindeyiz. Şöhret (!) bulmuş ya da bulmak isteyen kadınların savunduklarına baktığımız zaman; hep bir haklılık dâvâsı, hep bir üstünlük iddiası var, ne yazık ki!
Kadın ve erkek eşitliğini savunanların, hatta kadının üstünlüğünü iddia edenlerin bu iddialara misalleri dahî kendilerini yalanlar vasıfta hâlbuki… Kadın ve erkeğin spor müsabakalarında ayrı statüde yarışması, cerrâhide erkek doktorların tercih sebebi olması, Formula yarışlarında bugüne kadar hiçbir kadının erkeklere meydan okuyamaması vs…
“–Bakın biz de araba kullanıyoruz, futbol oynuyoruz.” demekle olmuyor, denksen, yarış bu alanlarda erkeklerle, gör ne kadar denksin!.. Bir yetimhâneyi erkeğe teslim etmek ne kadar gafletse, hapishâne hâkimiyetini de tamamen kadınlara teslim etmek o kadar gâfilâne!.. “Fizîkî bakımdan zayıf olmak, insânî bakımdan zayıf olmayı mı gerektiriyor” ki, kuvvet iddiasına giriyoruz, idrak edemiyorum. Hem fizîken kudret iddiasındayız, hem de hissiyat bakımından liderliği elden bırakmıyoruz. Bir erkeğin, kadın hissiyatına erişmesi nasıl mümkün değilse, objektif olalım ve kabul edelim ki, bedenî güç ve iktidar bakımından da, kadının erkeğe denk olması mümkün değil!.. İş dünyası, kadınların bu denklik yarışlarıyla ivme kaybediyor. İranlı ilâhiyatçı Sıdıka Vesmegi, “Gerçekte erkekler, kadınları geçindirme ve koruma sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getirememişlerdir. Bunun neticesinde kadınlar, haklarını elde etmek isterken erkeklerle rekabet etmeye kalkmışlardır. Ancak bu rekabet; kadını, haklarına kavuşturmamakla kalmamış, âilenin ve toplumsal dengenin sarsılmasına sebep olmuştur.” diyor.
Bugün kadınlar; iktidârın, kaprisin ve ihtirâsın sembolü olmak yolunda ne yazık ki, sağlam adımlarla ilerliyor. Fakat pek çok anket, burnundan kıl aldırmayan bu kadınların fizîkî şiddet altında, ev-iş arası koşturmacanın kıskacında kıvrandığını gösteriyor. Ama sırf hırsı sebebiyle kadınlar, bu problemi gizli yapılan anketlere îtiraf edebiliyorlar. Vak’ayı inkar etmekse çözüm getirmiyor.
Kabul edelim ki, hissiyâtımız, mantığımızın çok önünde!.. Mesele, bu hissiyâta Kur’ân ve Sünnet ışığında yön verebilmek!.. İşte o zaman hissiyât ve akıl bir âhenk içinde hareket edebiliyor. Meselâ korkuyorsam Allâh’a sığınıp kurbiyetimi artırayım, ihtiraslıysam ilim öğrenip irfana tebdil edeyim, kıskançsam mahremime alâkamı arttırıp iffetimi nâmahreme kapatayım.
Nesil ve toplum bize emanet.. Osmanlı’da nasıl pek çok merhamet kuruluşu ve vakıf, hanımların önayak olmasıyla kurulduysa bugün de hayra rehber olmak, huzurun menbaı olmak, sâliha hanımların elinde... Yaratılışımızdan gelen ilk vazifemiz, huzur vermek!..
“İbn-i Abbas ve İbn-i Mesûd -radıyallâhu anhümâ-’dan rivayet edildiğine göre, Hazret-i Havva annemiz, ilk yaratıldığında Hazret-i Âdem’e:
«–Allah beni, senin benimle huzur ve sükûna ermen için yarattı.» dedi.” (Taberî, Tarih, I, 103-104)
Demek ki, huzur kaynağı olacağız… Özgürlüğü; çalışmak, evin çilesi(!)nden kurtulmak, dış dünyaya açılmak, ekonomik güç olarak algılayanlar, Hazret-i Meryem’i bütün dünya kadınlarına üstün kılanın “dindarlık, iffet, evlât çilesi ve sükûtu”, Hazret-i Âişe’yi Allah katında pâk edenin “iftira musibeti karşısında Allâh’a olan teslimiyeti”, Hazret-i Fâtıma’yı cennet kadınlarının anası yapanın “annelik ve zevcelik zahmeti” olduğunu gözden kaçırmışlar gibi…
Tabiî olarak beklentilerimiz var, elbette…
Bir kız çocuğu olarak, nazlanmak,
Bir kardeş olarak, hatırlanmak ve incelik,
Bir abla olarak, sözümüzün kâle alınması,
Bir arkadaş olarak, samimiyet ve paylaşım,
Bir gelin olarak, anlayış ve sahiplenilmek,
Bir zevce olarak, ilgi ve nazımıza karşı sabır ve şefkat,
Bir kayınvalide olarak, -tatmadım, ama galiba- evlâdımızın mutlu edilmesidir beklentimiz…
Lâkin bilmeliyiz ki, bu beklentilerin haklı olması için, sıfatımızın “sâliha” olması gerekiyor. Kadın dediğimiz; önemsenmek, duygularını doya doya yaşamak ister. Bu hissiyat, hayırda sağlamlaştırıldıysa, hayatın fırtınalarına karşı erkekten çok daha kuvvetli bir kalkan olur. Yok değilse, fırtınaya bir duygusal fırtına daha eklenip toplumsal felâketler çıkar ortaya…
Allah yaratılış gâyemizi idrak edip dünya için huzur kaynağı “sâliha hanımlar” olmayı nasip etsin, cümlemize…
YORUMLAR