Misafirperverlik Hasleti -2-

İslâm ahlâkının en önemli özelliklerinden olan misafirperverlik hasleti, cömertlik, iyilikseverlik, paylaşma ve hayır işleme duygularını içinde barındırır. Misafire ikram, sadece Hak rızâsı için olmalı, herhangi dünyevî bir menfaat ve çıkar hesâbı yapılmamalıdır. Hazret-i İbrâhim -aleyhisselâm- bir gün kendisine misafir olarak gelen bir mecûsiye:

“-Eğer Müslüman olursan sana ikram eder, ağırlarım!” deyince mecûsî darılıp gitti. Cenâb-ı Hak, ona:

“-Neden onu misafir etmek için dînini değiştirmeyi şart koştun? O Beni tanımadığı hâlde, Ben ona yetmiş yıldır rızkını veriyorum.” deyip uyarınca Hazret-i İbrâhim koşup mecûsîyi aradı, buldu. Tekrar misafir olması için yalvarıp yakardı. Mecûsî bu hâdiseye hayret etti. Halil İbrahim Peygamber de olanı biteni anlattı. Mecûsî:

“-Demek ki Allah Teâlâ bana karşılıksız olarak nimet veriyor. O hâlde bana İslâmiyet’i öğret, Müslüman olayım.” dedi. Hazret-i İbrahim de ona lâzım olan dînî bilgileri öğretti. O da şehâdet getirerek Müslüman oldu. (Bkz: Kurtubî, XVII/44)

* * *

Müslümanlar misafir ağırlamayı ibadet gibi görüp değerlendirdiği için bu güzel hasleti îfâ ederken ihlâsla davranmaya çalışır ve ihsân sırrını gözetirler. Bu vesileyle misafiri nimet ve ganimet olarak görürler. Elbette her nimetin bir külfeti vardır. Misafirin bazı zahmetleri olabilir. Onun sıkıntılarına yüksünmeden katlanmalı, misafire lütufla, güler yüzle, yumuşaklıkla ve hoşça hizmet etmelidir. Hânelere hep misafir istenmelidir.

“Misafir girmeyen eve melek girmez.” denilmiştir.

Yine büyükler; “Misafirle yenilen yemekten sorgu-suâl olmaz.” derler.

İmâm-ı Gazâlî Hazretleri de; “Kişi, dostlarla yediği yemekten hesâba çekilmez.” buyurur.

Bir karşılık beklemeden misafire yapılan ikrâmın ecri ve sevabı, şüphesiz dünyada da âhirette de kişinin karşısına çıkar. Meselâ, misafirin ev sahibine yaptığı duâ, hâne sahibine büyük bir nimettir. Misafirine hizmet edene sevaplar vardır. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile Efendimizin güzîde sahâbîleri hep misafirlerine bizzat ikram ve hizmet etmeye çalışmışlardır.

Cimrilik duygusuyla misafir ağırlamaktan kaçınmamak gerekir. Zira misafir, kendi rızkıyla gelir. Unutulmamalıdır ki, misafir, eve bereket getirir. Atalarımız; “Misafir on kısmetle gelir. Birini yer, dokuzunu bırakır.” demişlerdir.

Hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere:

“Misafir rızkını getirir ve (evdeki) topluluğun günahını (bağışlatıp) götürür.” (Feyzü’l-Kadîr, IV, s: 261)

Misafire ikram etmek ve onu en hâlisâne şekilde ağırlamak gerekir. Yedirilecek şeyleri bolca yapmalı, misafiri Hakk’ın kendisine aziz bir emâneti bilmelidir.

Taberânî’de, “Sofra misafirin önünde olduğu müddetçe, melekler ev sahibi için istiğfar ederler.” diye geçer.

Misafiri darıltmamalı, ona hoşça, muhabbetle muâmele etmelidir. Misafiri gücendiren Rabbini gücendirmiş olur. Misafiri güzel sözlerle uğurlamalı, duâsını ganimet bilmelidir.

Eskiden Anadolumuzun köylerinde, kasabalarında, şehirlerinde dışarıdan gelen misafirleri ağırlamaya yönelik “selâmlık” denilen “misafir odaları” şimdiki tâbirle “konuk evleri” vardı. Buralarda sadece misafir değil, onun binit olarak kullandığı hayvanı da bakıma alınarak yemlenir, istirahat ettirilirdi. Ecdâdımız bu ihtiyaç için hanlar, hamamlar, kervansaraylar, hatta hastahâneler inşa ettirmiş; orada yolcuların, misafirlerin her türlü ihtiyâcı üç gün ücretsiz olarak karşılanmıştır.

Şanlı tarihimiz bu konuda iftihar edilecek bir mâziye sâhiptir. Bugün bunun izleri her ne kadar devam ediyor olsa da eskiyle kıyas dahî edilemez. Eskiler, misafire “Tanrı misafiri” gözüyle bakar, evlerinin en kıymetli yerlerini misafirlere tahsis eder, onun istirahati için hiçbir fedakârlıktan kaçınmazlardı. Misafiri memnun etmek için her türlü yorgunluğa seve seve katlanılırdı.

Güzel dînimizde misafirin ağırlanma süresi üç gündür. Üç günden sonraki sürede izzet ve ikram adına yapılanlar sadaka olarak değerlendirilir. Üç gün içinde, bilhassa ilk gün en güzel ikramlar ziyâfet nevinden yapılır, sonraki iki gün için de normal, en halkının rutin yediklerinden ikram edilir. Bu hususta hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Kim Allâh’a ve âhiret gününe îman ederse misafirine ikram etsin. Onun câizesi (ödülü), bir gün ve bir gecedir. Ziyâfet ise üç gündür. Bundan sonrası sadakadır.” (Müslim, Lukata, 15-16)

Eskileri yâd ederken misafirliğin bugüne bakan tarafını da mütâlaa etmek gerekir. Bugün de evlerimizin en seçkin ve en güzel odası “misafir odası” olarak muhafaza edilir. Orası özel günlerde konuklara açılır, tertemiz tutulur. Misafir için hazırlanan sofralarda, evde her zaman pişmeyen, özel yöresel yemekler, tatlılar sunulur. Misafir bir yere götürülse, ona para harcatılmaz. Hattâ, “Burada senin paran geçmez!” latîfesi yapılır. Bir adres sorulsa, yakînen ilgilenilir, gerekirse oraya kadar eşlik edilir. Yani misafire nezâket ve hassasiyetle davranılır.

Ancak günümüzde bütün mânevî değerlerde bir kayıp söz konusu olduğundan, hâne halkının rahatı bozulacak diye evlerde artık misafir istenmez olmuştur. İnsanlar bırakın hiç tanımadığı yabancı bir misafiri ağırlamayı, “bencillik” yüzünden, akrabasını, komşusunu dahî evine misafir olarak kabul etmek istemiyor. Misafire eski sıcak ilgi ve alâka kalmadı. Bu insânî bir tutum değildir. İnsanlar arası muhabbetin artması, kardeşliğin gerçekleşmesi, evlerin bereketi için; dînî, millî ve mânevî değerlerimizin muhafazası şarttır. Misafirperverlik, bize şanlı medeniyetimizin güzel bir mîrasıdır.

Yine de ümitliyiz. Milletimizin, devletimizin Sûriyeli mültecileri ağırlanmasındaki ciddiyeti, samimiyeti ve fedâkârlığı 1400 küsur yıl önceki Ensâr-Muhâcir kardeşliğinin hâlâ yaşıyor olduğunu gösteriyor. Kilis, Şanlıurfa, Gaziantep gibi bazı şehirlerimiz, bu hususta öncü olmuş durumda... Cenâb-ı Hak bizlere kendi rızâsı için misafir ağırlamayı ve misafiri sevdirsin. Böylece evlerimize Halil İbrahim bereketi, gönüllerimize bütün peygamberlerin ve bilhassa Halîlullah ve Habîbullah -aleyhimüsselâm- Efendilerimizin misafir muhabbetini ihsân eylesin. Bizleri engin cömertlikle, ihlâsla yapılmış ikrâm ve ihsanlarla rızâsına eren mü’min kulları arasına dâhil eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle