O'dur gökten su indiren; öyle ki hem siz içersiniz o sudan,
hem de, hayvanlarınızı otlattığınız çayır çimen;
onunla Allah sizin için ekin(ler), zeytin ve hurma ağaçları,
üzümler ve her türden (daha) nice ürünler bitirmektedir;
dikkat edin, bütün bunlarda, düşünen insanlar için mutlaka bir ders vardır!
Ve geceyi gündüzü sizin [yararlanmanız] için [koyduğu yasalara] boyun eğdirmiştir O;
güneş ve ay ve bütün yıldızlar, hepsi O’nun buyruğuna boyun eğmişlerdir:
dikkat edin, bütün bunlarda, şüphesiz, aklını kullanan kimseler için çıkarılacak dersler vardır!
Ve sizin için yeryüzünde yarattığı bütün o rengarenk [güzel] şeyler: işte bunlarda da anıp da hatırda tutmasını bilen kimseler için elbette çıkarılacak bir ders/bir mesaj vardır!
(Nahl, 10-13)
Öylesine Yaşarken
İnsanların kış mevsimin bitmek üzere olduğunun farkına varabilmeleri için mağaza sahiplerinin kışlık ürünlerde indirime gitmesi gerekti. Eğer nevbahar rüzgarı, gökdelenlerden ve yüksek katlı apartmanlardan fırsat bulup da şehrin sokaklarında diriltici nefesini duyurabilseydi, kedilerin bebek ağlamasını anımsatan çılgın bağırtılarını duymadan da baharın gelmiş olduğunu anlayacaklardı.
Bahar mevsiminin dolu yağmadan ve soğuk vurmadan geçmesi özellikle meyve ağacı sahiplerini memnun etmişti. Tâ ki, meyve ağaçlarındaki çiçeklerin bir sabah öldüğünü görünceye kadar. Bu sıra dışı olayın kürre-i arz üzerindeki her bir meyve ağacındaki bilâ-istisna tezahürü, insanların şaşkınlıklarını had safhaya çıkardı.
Neden ve nasıl, hem de göründüğü kadarıyla sebepsiz yere böyle bir olay vuku’ bulmuştu? Bu soruların yanıtlarını aramak üzere dünya çapında bir araştırma kurulu oluşturuldu.
Kurulun araştırmaları aylar sürdü. Bir sürü deney, gözlem ve rapordan sonra araştırma sonucunun televizyonlardan açıklanacağı gün, insanlar büyük bir heyecan içinde televizyonlarının başlarına kuruldular. Kurul başkanı uzun ve anlaşılmaz cümlelerle dolu bir konuşma yaptı. Ve fakat gayet sade bir şekilde de konuşmasını bitirdi: Meyve ağaçlarındaki çiçeklerin ölüm sebebi bulunamamıştır!
Balıkların Ağladığını Kimse Görmez
Âlem-i zuhûratta, göz, akıl ve söz mahdut ve acziyete giryân nesnelerdir. Ki hadlerini aşıp edepsizlik etmeyeler... Ki acziyetlerini bilip şükrân edeler...
Bu sebebe binâendir ki sadece hal ehline malum oldu,
kuşların ağaçlardaki yuvalarını terkedip artık çatı katlarını mesken tuttuğu,
meyus balıkların gözyaşları yüzünden okyanuslardaki su seviyesindeki yükseliş,
ağustos böceklerinin yıldızlar için besteledikleri nağme nağme şarkılarının sustuğu...
III. Ahvâl-i İns
Yıldızlar nağmesiz, insanlar âhenksiz yaşamaya alışkın değildi. Alışkın değildi pazar yerleri şeftali, kiraz, erik ve sair meyvelerin kokusunu duymamaya. Seyyar satıcılar bağırırken hep bir şeyler eksik kaldı dudakları arasında.
Meyvesiz geçti mevsimler... Çocuklar dut ağaçlarından düşüp kollarını kırmadılar. Nineler pekmez kaynatamadı kış için. Analar gurbetteki oğullarına kayısı reçeli yapamadı. Hoşafın ekşimsi tadı akşam yemeklerini süsleyemedi.
Meyvesiz geçti mevsimler... Bu durum, yiyecek kuru bir ekmek dahî bulamayanlar için bir şey ifade etmedi. Yiyecek bir çok şeyi olanlar ise isyan etti. Dünya idi bu... Üzerinde türlü türlü insan vardı ve türlü türlü haller: kahredenler, sabredenler, şükredenler...
Hatırlamak, Biraz Geç de Olsa
Sâdık ve salih bir kişi, kalktı bir seher vakti. Tesbih etti Rabbu’l Âlemîni. Akan gözyaşlarıyla bir çiçeği suya kandırdı. Sabah olunca, suya kanmış çiçekten etrafa bir rayiha yayıldı: Lale, sümbül ve reyhan kokusu dünyayı sardı. Ruhları hayat ile hem-âhenk olmaya çağırdı. Âlimler dört kitabın manasına erdiler ve duada müşterek olalım dediler.
Her ne kadar efkâr-ı umûmiyede bir müddet tartışılsa da, âlimlerin büyük meyve duası günü yapılması yolundaki girişimlerinin uygulamaya geçirileceği gün sabırsızlıkla beklenmeye başlandı.
* * *
Büyük meyve duası günü gelip çattı ve insanlar yine televizyonlarının başlarına kurulup dua anını beklemeye koyuldular. Zaman, alışılmış tavrının aksine, geçmekte diretiyordu ve nedense dua bir türlü başlamıyordu.
Sebebi ise kendisine koltuk ayrılan âlimlerden birinin halâ gelmemiş olmasıydı. Duanın yapılacağı konferans salonunda duaya başlayıp başlamama tartışmaları yapılırken birisi salona girip gelmeyen âlimin binanın bahçesindeki bir gülün dibinde hüngür hüngür ağlamakta olduğunu haber verdi. Konferans salonunu dolduran herkes şaşkın ve mütecessis apar topar bahçeye çıktılar.
Gerçekten de mezkûr âlim bir gülün dibine diz çökmüş hüngür hüngür ağlıyordu. Çevresini saran kalabalığı fark edince de durumunu izah etmesi gerektiğini anladı ve anlatmaya başladı: “Bir peygamber ümmetiyle yağmur duasına çıkmıştı, bu esnâda bazı ayaklarını havaya kaldırmış vaziyette bir karınca görmüştü ki, ümmetine : “Dönün artık, karıncanın durumu sebebiyle duânız kabul edilmiştir.” demiştir.” Bu hadîs-i şerîf beyanınca ben de ülkemdeki tüm karınca yuvalarını araştırdım; fakat hiç bir karıncaya rastlayamadım. Buraya gelince de bu gülün dibindeki karınca yuvasını görüp, acaba bir karıncaya rastlayabilir miyim düşüncesiyle yuvayı eşeledim. Maalesef burada da yoktu. N’oldu bilmiyorum... Karıncaların hepsi adeta yok olmuşlar!
Âb-ı Revan Çağıltısı
Nehirler akar serin ve derin,
Hayy İsmin söyleyerekten.
Sonra kavuşurlar bir ummana,
Sükûn bulurlar Zikr-i Hû ile..
Her bir zerre, işte bu minval üzere, Zikr-i Hayy’dan Zikr-i Hû’ya geçmezden evvel; yani nehrin nihayete erip de ummanın bidayet bulduğu yerden evvel, büyük bir ta’zim ve edeb ile şu Âyet-i Kerimeyi okurlar:
De ki: Suyunuz çekiliverse, söyleyin bakalım,
size kim bir akarsu getirebilir?
(Mülk, 30)
YORUMLAR