Diyânetten sorumlu Devlet Bakanımız Mehmet Aydın, kendisi ile yapılan bir röportajda misyonerlik hakkında şunları söylüyordu:
“-Misyonerlik, mâsum bir din tebliği değildir. Aksine siyâsî amaçları olan, son derece planlı bir harekettir. Başkanlığımız; misyonerlik faaliyetlerinin, yüzyıllardır Anadolu coğrafyasında aynı değerler ekseninde huzûr içerisinde birlikte yaşamayı ve hayatı paylaşmayı sürdüregelen toplumumuzun değerler bütününün en temelinde yatan dînî inancında bir farklılaşma meydana getirerek, onun târihî, dînî, millî ve kültürel birlikteliğini ve bütünlüğünü bozup, parçalamayı amaçladığını düşünmektedir. Ayrıca, bu faaliyetlerin, tarihî birikimimiz ve din hürriyetini kullanma hâdisesi olmadığı, aksine siyâsî amaçları olan son derece planlı bir hareket olduğu görülmektedir.”
Devletin en önemli ve en yetkili bir kademesinden gelen misyonerlik hakkındaki bu açıklamalar; basit, sıradan ve değersiz bir açıklama değildir. Bu, uzun süren bilgi ve araştırma neticesinde ortaya çıkmış, toplumuzdaki acı tecrübelerle tesbit edilmiş nihâî bir sonuçtur.
Öyleyse bu tehlikeye karşı ne gibi tedbirlere başvurulabilir:
-Öncelikle misyonerlik faaliyetlerine verimli bir zemin teşkil eden bilgisizliğe savaş açılmalı,
-Bu tür faaliyetlere karşı toplumun mânevî, ahlâkî ve kültürel değerleri geliştirilmeli,
-Misyonerlik faaliyetlerinin mâhiyeti, amaçları ve kullandıkları yöntemler hakkında toplum bilgilendirilmeli,
-Bilinçli bir şekilde İslâm Dini ve Hazret-i Peygamber hakkında yürütülen iftirâ ve karalamaların içyüzü gösterilmeli,
-Misyonerlerin hedef kitlesi olan gençlere yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
* * *
Başta Anadolu toprakları olmak üzere, bütün müslümanları hedef alan bu sinsi çalışmalar, elbette insanın duygularının galeyâna gelmesine sebep olmaktadır. Artık gizli kapılar ardında değil de, alenen, sokak ortasında yapılagelen bu tür faâliyetler, insanımızın, özellikle gençliğimizin büyük bir tehdit altında olduğunu göstermektedir.
Misyonerlik, ülkemizi sadece dînî sahada tehdit etmemektedir. Bu gayretlerle, milletimizin sosyal dokusu, birliği, idealleri ve mânevî değerleri yok edilmek istenmektedir. Misyonerler, girdikleri ülkede sadece halkı hıristiyanlaştırmamışlar; o ülkenin millî ve mukaddes değerlerini baltalamışlar, birlik ve bütünlüğünü parçalamışlar ve milletleri kendi kimliklerinden kopartarak başkalaştırmışlardır.
Misyoner ve oryantalistlerin (şarkiyatçıların), yüz-yüzelli yıl önce müslüman topraklarda tatbik sahasına koydukları sinsi planları şöyle idi:
“-Biz savaş alanlarında çok kaybettik. Anladık ki, İslâm’la savaşmak, harb sahasında olamaz. Bizim öncelikli hedefimiz, müslümanlara bu güç ve kudreti veren Kitap’larıyla mücâdele etmek olmalıdır. Onları, dinlerinin kaynağı olan Kitap’ları ve Peygamberleri hakkında şüpheye düşürürsek ve bunlara bağlılıklarını zayıflatırsak, kendimize uygun bir zemin temin etmiş oluruz. Zîra ellerinde O Kitapb varken, bizi dinlemezler. Onları dinlerinden uzak bir yaşayış içerisine sokalım. Hayatı deli dolu yaşayan bir nesil peydâ edelim. İçlerinde mâneviyât boşluğu meydana gelecek kadar böyle bir hayatın içinde yaşayan gençler, zamanla o boşluğu doldurmak için bizim telkinlerimize kulak vermeye başlayacaklardır. Bu belki yüzyıllar sürer. Ama netice kesin ve kaçınılmazdır. Unutmamak lâzımdır ki, ağacın gövdesi, ancak kendi dallarından yapılan bir balta ile kesilir... Eğer biz de çalışmalarımızda başarılı olmak istiyorsak, kendi içlerinden bizi anlatacak insanlar yetiştirmeliyiz!..”
Herkes kendi hayat ve ideali için bir şeyler yapmanın derdindedir. Peki biz neler yapmalıyız?! Kendimizi, çoluk-çocuğumuzu bu yangın yerinden nasıl koruyabiliriz?!
Ümitsizliğe, karamsarlığa ve endişeye düşmenin hiç gereği yok!.. Biz kendi dinimize, kültürümüze, örf ve âdetlerimize sıkı sıkıya sarıldıkça, bize zarar verebilecek hiçbir hasım yoktur!..
Ne olur sanki, mahallede top oynayan çocukların arasına katılsak veya kartopu oynayan çocuklarla çocukluğumuzu yaşarken onların minik ellerinden tutup gökyüzündeki yıldızları salkım salkım minik avuçlarına toplasak!.. Bulunduğumuz her yerde bir pencere açsak, o yıldızların nûrları pencerelerimizden içeriye süzülse… Bizler de o izleri tâkip edelim. Gül yüzlü çocuklara ve gençlere güğüm güğüm sevgi taşıyalım. Beraberinde Kerîm Kitâb’ı, Rasûlün gül yüzünü yüreklerine resmedelim. Göz kırpan o yıldızları onlara fark ettirelim.
Fâtih Sultan Mehmet Han:
“-Ağaçlarımdan bir dal kesenin, boynunu keserim!..” der ve bir dalın kırılmasına gönlü râzı olmazken, şimdi misyonerler eliyle nice canlarımız koparılmaktır.
O cihân hükümdârı, bir can taşıyan yeşil ağaca kıyamazken; biz nasıl olur da, kardeşlerimizin, o körpecik yavrularımızın kurban edilmesine göz yumabiliriz. Bu büyük sorumluluğu, nasıl sînemizde taşırız?!. Öyleyse hadi, ağaçlarımızı aşılayalım ki, şenlensin, meyve versin ve hiçbir balta onları kesemesin. Ali Ulvi Kurucu’nun
“Külle örtülmesi mümkün mü bu kudsî alev’in?!..”
dediği gibi; inşâallâh nurlu ve aydınlık günler bizi bekliyor. Ancak unutmayalım ki, rahmet için gayret şarttır.
YORUMLAR