Mesnevî Eczânesinden/Hayrın Âmilleri, Sabır-2 Tozlanmamış Akıl

 

“Dertten kaçıyorsun, ama derman ardında senin;

Ne de güzel lütuftur, ne de hoş ihsan, ne de hoş derman!..”

(Divan, c: 6, sh. 323)

 

Mübârek sabır, Mesnevî’nin has konularındandır. Değil bir-iki yazı, birkaç cilt alacak kadar yer verir Hazret-i Pîr, “sabr”a… Ana konumuz, “hayra yönlendiren ve hayır üzere bulunduran âmiller” olduğu için, geri kalan sabır ülkesini de kuş bakışı göstermek isterim…

* * *

“Sabır ve susma, rahmeti çeker…” (Mesnevî, III/2724)

Sabırsızlıktan, meraktan, hikmet arzusundan kaynaklanan sorular ve araştırmalar, o sıkıntıdan murâd olan neticeyi geciktirebilir. Bir tür oyalanmak olabilir, kişiyi “yol”dan alıkoyar; mârifet, kulluk, tâlim-terbiye yolundan… Sabrı, derinden bir nefes gibi içinde tutmak, hâdiseleri rızâ-yı ilâhîye muvâfık şekilde anlamayı sağlayabilir. Nefes ki, faydalı olanı alır, kirlenmiş olanı atar. Sabır da gerekli olan hâl ve hisleri çeker, zararlı duygu ve düşünceleri uzaklaştırır kalpten, zihinden… Hakîkatin pozitif enerjisidir o... Bu yüzden, tabiî olarak sabreder mü’minler… O yüzden hakîkatin erleri “sabret” deyince, sabrediverir mü’minler…

 “Hayır, susup sabretmeli ve sabırla maksada ulaşmalıyım. Sabrederek, bir süre sıkıntı çekip ferahlar (insan). Çünkü sabır, rahatlığın anahtarıdır… Sabır daha iyidir. Sabır maksada daha çabuk ulaştırır. Sormazsan daha çabuk keşfedersin. Sabır kuşu, bütün kuşlardan daha iyi uçar. Sorarsan daha geç elde edersin. Sabırsızlığın yüzünden kolay olan güçleşir… Sabır… Her üzüntüyü engelleyip yok eden güzel bir nefestir. (Allah) sabrı, hak ile eş kılmıştır efendi, Ve’l-Asr’ın sonunu dikkatlice oku. Cenâb-ı Hak, yüz binlerce iksir yaratmıştır (da) insan, sabır gibi bir iksir görmemiştir.” (Mesnevî, III/1839-1848)

* * *

Kendi hatalarımızın neticelerini bile ıslah ederek bize yaşatan Rabb-i Rahîm, Hay ve Kayyûm olarak, aslâ uyumadan, aslâ terk etmeden bizimleyken, kulu Allah’tan gâfil kılan duygulardan biri, “Allah hakkında hüsn-i zannının eksikliği”dir. Hâcer Vâlidemizin:

“-Bizi burada bir başımıza bırakıp gitmeni Allah mı emrediyor? Git öyleyse, Allah bizi zâyî etmez!..” deyişindeki îmânî lezzet, bugün hâlâ zemzemi tatlandırmaktadır.

“…Dosta itiraz olmaz. Her ne alsa, karşılığını gönderir. Bağını yaksa, üzüm verir sana, yas içindeyken şenlik verir. Elsiz çolağa, el verir. Acılarla dolu insana şen şakrak gönül verir. «Teslim olmayız» ve itiraz kalmadı bizde. Çünkü kaybettiğimize karşılık daha iyisi geliyor. Ateş olmadan da bize sıcaklık erişebildiğine göre, ateşi bizi öldürse râzıyım. Lamba olmadan da aydınlık verdiğine göre, niçin feryâd edersin «Lambam kayboldu!» diye?.. …Dünyada herhangi bir itirazları olmayan sâlikler… «Rabb’e boyun eğmek» olan «rızâ»ya erince kazâyı önleme arayışını haram (bilirler). Kazâda öyle bir tat bulurlar ki, kurtulmayı dilemek, onlara küfür gibi gelir. Kalplerine öyle bir hüsn-i zan yerleşmiştir ki, herhangi bir üzüntüden karalar giymezler. (…) O, rızâyı gördüğünde güler. Onun açısından kazâ, (ağızdaki) tatlı bir helva gibidir.” (Mesnevî, III/1871-1882, 1913)

* * *

Bediüzzaman, müthiş bir örnek verir, Risâle’de; dünya hayatını korkunç gören ile cennet gören iki tip insanı anlatır. Bu örnek, sabır için de geçerlidir…

“Bahçenin tam ortasında bir kafes… İçindeki kuş, gülleri ve ağaçları görüyor. Dışarıda, kafes çevresinde kuşlar (var), hürriyete dâir hikâyeler anlatıyor. Kafesteki kuşun o bahçe karşısında ne iştahı kalıyor, ne de sabrı ve kararı… Ola ki bu kafesten kurtulurum diye her delikten başını uzatıyor. Gönlü ve canı zaten dışarıda iken bir de kafesin kapısını açsan kimbilir nasıl olur?

Çevresi kedilerle sarılmış, kaygı içindeki kafes kuşu ise onun gibi değildir. Onun kafesten çıkmayı istemesi mümkün mü? Bu tatsız durum yüzünden, bu kafesi çevreleyen yüz kafes olsun ister o… Çevresini sıra sıra sarmış kediler görmüş, uçmaktan umut kesmiştir… Kedi, pençesini kafese sokar. Pençesinin adı sancı, baş dönmesi ve karın ağrısıdır. Kedi ölümdür, hastalık da pençesi… Vurur kuşun koluna, kanadına! İlaç için köşeden köşeye sıçrayıp durur o.” (Mesnevî, III/3950-3955, 3960, 3980-3982)

“Ey can, bu hikâye Allâh’ın hükmüne râzı olman için ibrettir sana… Ey iyi niyetli! Kötü bir hâdise gördüğünde uyanık olursun böylece. Başkalarının korkudan benzi solarken kâr ve zarar anında, gül gibi gülersin sen. Yapraklarını birer birer koparsan da gülümsemeyi bırakmayan, suratını asmayan gül gibi…

Gül der ki: «Dikenle olmaktan niçin hüzne düşeyim, gülmeyi dikenden öğrenmiştim ben.»

«Tasavvuf nedir?»(diye sordular bir zât-ı muhtereme) dedi ki: «Hüzün geldiğinde kalpte duyulan huzurdur.» (…) Ne mutlu tozlanmamış akla!

Takdir sonucu kaybettiğin her şey, kesin olarak bil ki, seni belâdan kurtarmıştır. Der ki (Rabb-i Rahîm): «Kaybettiklerinize üzülmeyin…» (el-Hadîd, 23) Kurt gelip koyunlarınızı telef etse bile... Çünkü o belâ, daha büyük belâları defeder; o zarar, daha büyük zararlara engel olur.” (Mesnevî, III/3254-3264)

* * *

Bir çözüm, bir çare, bir ilâç olarak niyaz ve edep:

“Kulu koruyup gözetme adına, hatanı görmezden gelip örtüyorsak sen ne diye aşırı yüzsüzlük ediyorsun? Babandan öğren: Âdem, hata içinde huzura yönelip umutla eğildi. Sırları bileni görünce tevbe edip af dilemeye koyuldu. Hüzün içinde çaresizce oturdu ve bahane uydurmak için daldan dala sıçramadı. Sadece «Rabbimiz, biz kendimize zulmettik.» dedi, hepsi bu… Ey Âdem, sen kör değilsin, gözün görüyor; kazâ gelince göz kör oluyor işte.” (Mesnevî, IV/323-26, 331)

“Hatâ bizim irâdemizde değilse de Hâfız, Sen yine edepli ol, «Benim hatâm!» de…”

(Dîvân-ı Hâfız, 53. Gazel)

“Hiç Âdem -aleyhisselâm-, Cenâb-ı Hakk’a «Seni suç ve hatayla sınadım Sultanım, hilminin son noktasını göreyim diye!..» demiş midir; âh, buna kimin gücü yeter, kimin?” (Mesnevî, IV/362-63)

“Allâh’ın seni şekerciye boşuna göndermediğini anladığında, şeker parçası olduğunu bilirsin. Yine denemeden bil ki, baş isen Allah seni ayakkabılığa göndermez. Böyle bir sınama kuruntusuna düştüğünde hemen Allâh’a dön de secdeye kapan; «Allâh’ım, beni bu şüpheden kurtar.» diyerek secde ettiğin yeri gözyaşlarınla ıslat.” (Mesnevî, IV/368-370, 384-385)

* * *

Şeker parçası mısın? Şekerlikte olduğunu bil… Her nerede ve hangi hâlde isen, o senin şekerliğindir, tadını çıkar… Ayakkabılıkta isen baş olmadığını anla, başlık sevdâsını bırak, iyi bir ayakkabı olmaya bak. Baş olamamanın ıztırâbına sabredeceğine, ayakkabı olmanın gereklerini yerine getirmeye sabret…

“Kimi zaman O’nun lütuf dalgası sana kanattır. Kimi zaman da kahrının ateşi taşıyıcındır. Kahrını lütfuna zıt sayma. Tesir bakımından aynı olduklarını gör. Üzerinde şen güller ve nesrinler bitsin diye ârifin bedenini cansız varlık hâline getirir… Beynini dostu inkârdan temizle ki, sevgilinin bahçesinden ona reyhan nasip olsun…. Ayağını gemiye çekip canın sevgilisine doğru akıp giden bir can gibi yol almaya başla.” (Mesnevî, IV/544-556)

“Allah, kimsenin hedef, arzu ve tercihini kısıtlamaz. Fakat (Allah), bedbahta bir sıkıntı verince o pılını pırtısını toplayıp küfrâna kaçar. Hak, iyi bahtlı birine bir sıkıntı verince o Hakk’a daha da yaklaşır. Yüreksizler, savaşta can korkusu yüzünden yenilmeyi tercih ederler. Cesurlar ise, savaşta, yine can korkusundan düşman saflarına saldırırlar. Yiğitleri korku ve kaygı ileri doğru iter. Yüreksiz ise, kendi kendine ölüp gider. Böylece belâ ve can korkusu bir ölçü olur da cesurla korkak ortaya çıkar…” (Mesnevî, IV/2913-2919)

“Annesinin yanındaki çocuk, annesi ona kızdığında bile annesine sarılır. Annesinden başka kimsesi olmadığını düşünür… Ondan başkasından yardım istemez. İyiliği de, kötülüğü de hep odur… Aynı şekilde duâda «Yalnız Sana kulluk ederiz.» denir ve belâya uğrayınca «Senden başkasından yardım dilemeyiz» denir. Deriz ki, sadece Sana kulluk ederiz ve yardım beklentimiz de sadece Sen’dendir.” (Mesnevî, IV/2922-2931)

“Cenâb-ı Hak, dışarıya baş sallamasa da onun selâm alışı, gönle öyle bir sevinç verir ki, iki yüz baş sallamaya değer. Çabalayıp (…) hizmet edersen (…) vereceği karşılık, senin doğruya erme gücünü artırmaktır… Nitekim bir taşa mahâret verdi de o taş altına dönüşüp insanların sevgilisi oldu.” (Mesnevî, IV/3483-3488)

* * *

Nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye yolculuğu olan sabır imtihanlarında ilâhî mükâfatları düşünmek ve arzu etmek de sabrı güçlendirmek bakımından çok değerlidir. Hazret-i Mevlânâ bu noktada iki güzelliği hatırlatır bize:

1) Allâh’ın rahmeti, geç gelse de sıkıca tutar ve ayrılmaz. Bu vuslat ve sevgiyi anlamak istersen Duhâ Sûresi’ni düşünerek oku…

2) Güç olanı kolaylaştıracak bir duâ: “Bana dünyada da güzellik ver, âhiret yurdunda da…”

 Mü’minler, meleklere “Hani cehennem?” diye soracaklar diyor Hazret-i Mevlânâ… Melekler de:

“-Gelirken gördüğünüz yemyeşil bahçe, cehennemdi. Evet, cehennem denilen o çetin infaz yeri, size karşı bahçe ve ağaçlığa dönüştü… Çünkü siz, bu cehennem huylu nefsi, çalışıp çabalayıp güzelleştirdiniz, ateşini söndürdünüz. Alev alev yanan arzular ateşi, takva bahçesi ve hidâyet nûru oldu. Öfke ateşiniz hilme dönüştü, cehâlet karanlığınız ilme, hırs ateşiniz cömertliğe, kıskançlık dikeni gül bahçesine… Siz bu ateşleri, Allah rızası için söndürdünüz. Onun yerine vefâ tohumları ektiniz. O bahçede zikir ve tesbih bülbülleri, ırmak kıyısında güzel güzel ötmektedir...” diye cevap verecekler.” (Mesnevî, II/2540-2552)

Evet, gönlünde sevgilinin hayali olanların bütün gayreti, hizmet ve fedâkârlıktır. Nerde bir belâ mumu yakılsa, yüzbinlerce âşığın canı ateş alır. Çünkü onlar, sevgilinin cemâli, yani Allâh’ın rızâsı çevresinde dönen pervânelerdir, kelebeklerdir. Kendilerini o ateşe siper eder de Allâh’ın kullarını bir zırh gibi korurlar. O kulların kalplerine Allâh’ın sevgisi bu âşıklar sayesinde yerleşir; bakış açıları değişir, anlayışları artar, olgunlaşırlar…

“Nerde bir yoksul çıplak (mânevî fakir) görürsen bil ki, o bir ustadan kaçmıştır. Kendi kör, çirkin ve eli boş gönlünün istediğini yapmak için kaçmıştır. Ustasının istediği gibi olsaydı, kendini de çevresini de güzelleştirip süslemiş olurdu. Bil ki, ustadan kaçan, mutluluktan kaçmaktadır.” (Mesnevî, II/2574-2577)

Yine Hazret-i Mevlânâ’nın ifadesi ile, “Onulmaz hastalıkları olanlara salâ! Bizim ilacımız bütün hastalıklara birebirdir.” diyen tabîb-i ilâhîlerdir onlar... Sabır zamanlarında onların diriltici sözleri, kitapları, hâlleri ve davranışlarıyla nefes almak imkânı lütfetmiştir Cenâb-ı Hak… Âşıklara usûl öğretirler, ibadet ehline huşû kazandırırlar, belâ ve musîbet içindekilerin sadırları genişler onlarla… “Âlemlere Rahmet” olmak noktasında da Hazret-i Peygamber Efendimizin şerefli, aziz mirasçılarıdır. Allah onların ecirlerini kat kat artırsın, bizi de onların nefeslerinden faydalandırsın, âmîn!

“Şu gökyüzüne dönüp dönüp bak. Sonra bakışını çevir de tekrar bak, buyurur Cenâb-ı Hak, bir bakışla yetinme bu ışıktan tavana, defelarca bak, bir çatlak görüyor musun? Bu güzel tavana, tıpkı kusur arayan bir adam gibi bak diyor Cenâb-ı Hak; o zaman bilir misin, kara toprağa kaç kez bakıp incelemeli? Safları tortudan ayırmak için aklımızı ne kadar yormak gerek? Kışın, sonbaharın, yaz sıcağının ve canım baharın sınanması ile rüzgârlar, bulutlar ve şimşekler eliyle arazların farkları açığa çıkar. Açığa çıkar toprağın koynundaki yakutlar da taşlar da… Cenâb-ı Hak sıcağı, soğuğu, derdi ve çileyi nefislere yükleyerek, yani korku, açlık, mal ve beden eksikliği gibi imtihanlarla topraktan yarattığı nefsin, insandaki ilâhî nefes olan “can”dan farkını ortaya çıkarır.

Hazret-i Mûsâ’yı suya salmadan önce «Emzir onu!» der Cenâb-ı Hak, böylece Mûsâ -aleyhisselâm- süt anneler arasından kendi annesinin kokusunu ve sütünü ayırt edecektir. Tıpkı bunun gibi Cenâb-ı Hak, elest bezminde ruhlara «Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?» diye sorarak süt vermiştir. Böylece Hak dostları dünya ve nefs karşısında aldanmaz ve Hak’tan gayrısı ile ülfet etmezler. Ve dünya hayatı, uzun bir gurbet ve hasret dönemine sabretmekten başka bir şey değildir. Ölüm ise sılaya kavuşmak için yola düşmektir…(Mesnevî, II/2958 öncesi)

“Çalışmanın zorluğu, sevgiliden ayrılmanın zorluğunu çekmekten iyidir.” der Hazret-i Mevlânâ…

Bu ifade, Mesnevî’nin belkemiği olan görüşlerinden biridir desek yeridir. Sabrın üç farklı durumunda da, yani günaha karşı sabrederken de, iyilik üzere sabrederken de ve elbet musibetlere sabrederken de Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kaybetme korkusu, var olan şartları tahammül edilebilir gösteriyor, hattâ nîmet hüviyeti kazandırıyor. Bakınız Nûr Sûresi, 22. âyette, “İstemez misiniz Allah da sizi affetsin?” diyerek Hazret-i Ebûbekir’i fazîlete yönlendiren Cenâb-ı Hak, aslında bütün sabır ehlinin de gönlüne bir işaret bırakıyor… Gufrânın lezzeti karşısında eriyor o mecâzî bağlar, ilgiler… “Allah, ondan râzıdır, o da Allah’tan…” buyrulan zümre, ter dökerek çalışıp kazanmanın, mücâhedenin kadrini iyi biliyor.

“Karşısında ölsem mum gibi güler derdime

İncinsem, onun nâzik yüreği incinir benden

……

Sabret Hâfız, böyle olursa gam dersi

Aşk, her köşede bir destan okur benden”

(Dîvân-ı Hâfız, 401. Gazel)

“Yürüdüğümüz yolu bahçe gibi güzelleştir; ey Yüce Rabbimiz, ulaşacağımız ise Sen ol…” (Mesnevî, II/2539)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle