“Tamamıyla Allah içinim, başka kimsenin değilim ben.” (Hazret-i Ali, Mesnevî, 1/379-380)
Mevlânâ Hazretleri’nden dinlediğimiz hayrın âmillerinin bizim deruhte ettiğimiz yedi tanesinden sonuncusu, “namaz”dır. Bu, çok işlenmiş ve herkesin bir şekilde âşinâ olduğu konuda Mesnevî’den bir âmil portresi çıkarmak, fakiri bir hayli zorladı doğrusu... Bir yazı, neden bir türlü yazılamaz?! Tembellikten ve uzaklıktan bazen, bazen de liyâkatsizlik hissinden...
“Hayrın Âmilleri” yazı dizisinin son kısmına geldik. Hayrın 7. âmili, namazdır. Biliyorsunuz, bu yazı dizisi fikri ve zemini, bir makaleden esmişti gönlüme... Orda her bir âmili büyük bir merak ve itmi’nanla okumuş, “nihayete erdiğinde” namazla karşılaşınca hayrete düşmüştüm. “Hiçlik, fenâ, ...” gibi kavramlarla yükselttiği duvara, namazı çatı etmişti, makaleyi yazan… Diğer altı maddeyi gönle taht kılmış, namaz ile onu taçlandırmıştı. Namaz hususunda Mesnevî’de bir seyahate çıkardı bu hayret beni… Bir ava, bir safariye dönüştürdü, bu çok âşinâ mevzuyu… Bildiklerim yıkanıp arındı da altından bir yeni sîmâ gülümsedi. Çünkü Mesnevî’de namaz denince de çok işlenmiş ve herkesin âşinâ olduğu korku eksenli bakış açısı ortaya çıkıyordu. Oysa Mevlânâ’nın prizma gibi gönlünden Mesnevî toprağına serpilmiş ışıl ışıl bir namaz manzarası vardı karşımda.
1- Hayırda devam çabası olarak namaz (Mesnevî, 5/ 2039 vd.)
“Ve nefehnâ” sırrına mazhar kılınıp ahsen-i takvîm (en güzel şekilde yaratılış) üzere yaratılan, ardından imtihan gereği esfel-i sâfilîne, dünya hayatına indirilen insan için hayat, sılaya dönüş yolculuğudur. Bir yanı toprak, bir yanı can olanın, bütünüyle can olan aslına doğru akışıdır. Kıymetsiz nefsânî vasıflardan arınıp rûhânî vasıflarla donanmak, sıradan bir taş iken kıymetli bir mücevhere dönüşmek ameliyesidir. Bakırın kimyaya bulanma çabasıdır. Hayır, hayır; bakırla kaplanmış altının, törpülerin, zımparaların, saykalların altında mutlu mesut uzanmasıdır.
Gök renkli hırkasından bir parça semâ bağışlıyor Hazret-i Mevlânâ bize: “Gayret et de taşlığın azalsın!.”
Bu bahsin ufkuna namazı koyuyor; “Gayret et de mücevher ol!” diyor; “nasıl” diyene namazı işaret ediyor:
“Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, «rükûlar ve secdeler varlık tokmağını Hakk’ın kapısına vurmaktır» buyurdu. Kim o kapının tokmağını çalarsa, ikbal ve saadet ona baş gösterir.”
Namazı, yeniden Hakk’a kavuşmanın vasıtası biliyor. Gayret ve cehd var namaz için... Namazda hakikî varoluşa ayna olan bir yok oluş var. Nefsin sıfatlarını yok eden rûh’a elest bezmini, huzurda durmayı yâd ettiren, tahattur ettiren; böylece rûhun gücüne güç katan, can-fezâdır namaz... Dünya lezzetleri tadını yitirir onda, uhrevî lezzetler dimağı mest eder. Kur’ân’dan ve Sünnet’ten, Nebevî nûrdan bir kalıp dökülür de kişiye, kendi sözleri terk ettirilir namazda!.. “Dinle!..” diye başlayan Mesnevî’yle Hâmuş, “Kulak gibi işitici ol!” diyerek namazın esasen Hakk’a kulak vermek olduğunu öğretir bize.
Her bir rüknü, o asılda gizli olan can suyuna eriştirmek için gayret ve cehd etmektir: “Şu toprak bedenin kuyusunu kaz da suya ulaş!” Böylece fıtratında gizli olan Ehadiyet tecellîsini, hani o sende tecellî eden esmâ-i hüsnâ’ları bir hazine gibi bulup çıkarırsın böylece... Bu, bir insan için ikbal ve saâdet demektir.
2 - Kuvvet ve kudret olarak namaz:
Kur’ân-ı Kerim’in, “Sana bunu namazın mı emrediyor?” penceresinden asr-ı saâdete süzülen gün ışığında Hazret-i Ali arz-ı endâm eder. Hani yüzüne tüküren düşmanı öldürmekten vazgeçince adam sebebini sorar. Hazret-i Ali, o muhteşem cevabı verir. Mevlânâ, o cevabın da özüne indirir bizi ve Hazret-i Ali’nin dilinden aydınlatır:
“Öfke rüzgârı, şehvet rüzgârı, hırs rüzgârı; namaz ehli olmayanı alır götürür.” (Mesnevî, 1/ 3796 vd.)
Hazret-i Ali, “Allâh’ı görsem yakînim artmaz!” diyen irfan emîridir yolun... Ayak bileğine saplanan oku, namazda çıkarttıran ve bunu fark etmeyendir. Namaz vakti yaklaşınca beti benzi atan, “Sen ki korkusuz bir cengaversin ey Ali, neden bu korku ve telaş?!” diyene:
“-Kimin huzuruna çıkıyorum, kimin?” diye cevap veren zirvesidir ilim ve takvânın...
Hazret-i Mevlânâ’nın ifadesiyle, “Güzel avlı arş doğanı” (Anka’dır avı), Mesnevî’de serfirâz edince, Hazret-i Mevlânâ’nın cemâli ile Hazret-i Ali’nin cengâverliği mezcolur, karışır, artık cemâl tecellîsi ile celâl tecellîsi, bütün bildiklerimiz silinir âdeta, biz kalırız ortada, yalın kat… Korkunun astarını yırtıp atar rûhumuz, huşû denen o muhabbet kaynaklı korkuyu buluruz içimizde... (Mesnevî, 1/3749, 1/3784) O Hak cengâveri; “kanadı parlayan” Hazret-i Ali:
“Uygunsuz esen nice rüzgâr var.” der; “Çöp olan, bir rüzgârla yerinden kalkar. Fakat kasırga olsa yerinden oynamayacak dağlar vardır.” (Mesnevî, 1/3783)
Hazret-i Mevlânâ bu bahiste hilm, sabır ve adalet sahibini “dağ”a benzetir. Öfke, şehvet ve hırs ehlini ise saman çöpüne... Bu üç kötü rüzgâr estiğinde nefsinin dizginleri elinde olmayan, o vasıflardan kurtulmamış kimse, dünya ve âhiretini zedeleyecek hatalar eder. Hilm, sabır ve adalet gibi yüksek vasıflara sahip olan kimse ise, bu rüzgârlar karşısında dağ gibi dimdik ve sağlam durur, dünya ve âhiret hayatını olumsuz etkileyecek tavır ve davranışlara girmez.
Çünkü o öfkeyi dizgin altına almış, hilm kılıcı ile öfkenin boynunu vurmuş, Allâh’ın gazabından korkup kendi gazabından kaçmıştır. Tavanı yıkılmış ev gibi, nefs harâb olmuştur. Ama böylece evin içi apaydınlık olmuştur. Topraktan yaratılmış iken bahçeye dönüşmüştür.
Hazret-i Mevlânâ bu muhteşem manzaranın mihverine namazı koyar: Namaz ehli olana bu kötü rüzgârlar tesir etmez!..
Hatta latîfçe diyor ki: “Saman çöpü olsam da O’nun zikri olan namazdır, benim rüzgârım!”
Yani, “o beni nereye iletirse oraya yönelirim. O ne isterse onu yaparım. Ehad olan Allâh’ın, bende, tekrarı olmayan bir şekilde tecellî eden Rabbimin sevgisidir, beni çekip götüren…” (Mesnevî, 1/3794-3801)
Namazın ufkunda Hazret-i Ali’nin dileği vardır, Hazret-i Mevlânâ onu böylece gerer ufkumuza:
“Adım Allah için seven olsun;
Dileğim Allah için buğzeden olsun,
Cömertliğim Allah için veren olsun,
Varlığım Allah için sakınan olsun,
Sakınmam da Allah için, vermem de...
Tamamıyla Allah içinim, başka kimsenin değilim ben...” (Mesnevî, 1/3803-3805)
Tam da Tâhâ Sûresi, 130 ve 132. âyetlerin muhtevası bu: “Râzı olmak için namaz”... “Namaz için sabır...” Ve “Senden rızık istemiyoruz, aksine (bu namazla) seni biz rızıklandırıyoruz!” buyuran Kerîm Rabbimiz... Rızâ’nın coşkulu hoşnutluk olduğunu hatırlatalım. Tabiî, katlanmak değildir rızâ!.. Râzıysan, sevinç ve hayranlıkla memnunsun demektir.
Rızkın muhtevâsına da Hazret-i Mevlânâ işaret ediyor, bakınız; çeşitli zaaf rüzgârlarının hükmettiği bir saman çöpü gibi değil, sâkin ve ağır bir dağ gibi olmak... Öfke, şehvet ve hırsa karşı hilm, sabır ve adalet... Ne güzel rızık! Böylece “Namaz, fuhşiyattan alıkoyar.” âyetine çıkıyor yolumuz… Katlanmak da bir rızık, emniyet rızkı… Üstüne tebeddül gibi rızıklar: Öfkeye karşı hilm, şehvete karşı sabır, hırsa karşı adalet!.. Öfkenin harmanları yakıp kül eden ateşine öfkesiz sabır ile, kredisi hiç bitmeyen şefkat ve af ile, gınâ gelmeyen yumuşaklık ile... Gözü kör eden aşırı arzulara karşı temkinli yaklaşım ile, israf ve ahmaklığa karşı her şeyi olması gerektiği yer ve miktarda tutmak ile…
3- Muhafaza ve imdat olarak namaz:
Bu yazı dizisine başladığım zamandan bu yana “Nasıl yazarım?” diye endişe ettiğim namaz bahsine, yine o demden itibaren har veren temel mânâ, Mesnevî’nin 6. cildinden 3572-3573. beyitlerdedir:
“Namazın, kurtlara karşı çobandır.”
Bir ömür peşinde koşulan mecaz ve hakikat ne varsa, bir muhannet rüzgâra, bir azman kurt sürüsüne mağlup olmasın diye Rabbimiz, namazı ihsan etmiştir insanoğluna… İbadetleri içten kemiren kurtçuklara, meselâ kalp katılığı, nefs kabarması, aklın hamâkate düşmesi gibi bilerek veya bilmeyerek yapılacak hatalarda namaz, her ânıyla bir çoban gibi, hem korur, hem en güzel otlaklarda otlatır nefsi, en güzel su başlarında, dere kenarlarında sular. İnsanı düşman bilip onu Rabbine karşı rezil etmeyi hayat sebebi edinmiş olan şeytan ve tâifesine karşı Rabbülâlemîn’in insana verdiği en aktif destek namazdır. Kendi elimizle ettiklerimiz olsun, kazâ ve kader gereği olanlar olsun, her sıkıntı ve ıztırapta, maddî-mânevî erozyona karşı namaz bir orman korunağı, bütün ağaçları kökleriyle sımsıkı tutuyor gönül toprağını... Sevinç ve rahatlığın yozlaştırıcı tesirine karşı namaz, bir orman gölgesi, Güneş koruması…
4- “Göz nûru” olarak namaz... (Mesnevî, 3/2400 vd.)
İnsanın mahdut varlığına ufuklar bağışlayan hikayeler yazmıştır irfan tarihimiz... Hazret-i Mevlânâ içeriden bir fotoğraf koyar önümüze: Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi.” (Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 10) diye başlayan hadîs-i şerîfinde namazı neden “gözümün nûru” şeklinde tavsif ettiğini, Hazret-i Mevlânâ, Hazret-i Dâvud Peygamberin dilinden izah eder. Hazret-i Dâvud, bir dâvâda karar aşamasına gelince:
“-Bana zaman verin, namaz kılayım!” der.
“Gözümün nûru namaz”ın mânâsı budur: “(Namazdaki) safâ ile canımın penceresi açılır... Madenimden gelen mesaj, yağmur ve nûr, penceremden evime düşer.”
Gerçekten de vahy-i ilâhî, gönül penceresinden süzülür, gerçek ona ayân olur. Böyledir; iki şey arasında kalan insana bir yol açar Mevlâ… Namazla nûr bağışlar, mü’minin gönül gözüne; her mühim dönemeçte kulunu destekleyen yardım ve keremiyle namazda arz-ı cemal eyler. Biz o nûrlu aydınlıkta seyrederiz, rûhumuzun anavatanı olan âlemi… Tevhid hakîkati, muhabbete bürünür.
YORUMLAR