“Bir Yerde Kuru Bir Ağaç Varsa, Bu Kusuru Cana Can Katan Rüzgârdan Bilme! Rüzgâr Vazifesini Yerine Getirdi, Esti; Canı Olan Da Onu Candan Kabul Etti.”(Mesnevî,1/2044-2045)
Hazret-i Mevlânâ’nın, “Bu kapı, halka ebediyen açık olsun” (2. cildin dibâcesi) diye duâ buyurduğu Mesnevî’den,kişiyi hayra sevk eden ve hayır üzere bulunmaya devam etmesini sağlayan sebep ve âmilleri, yani “hayrın âmillerini” devşiriyorduk. Yedi âmilden beşini keşfetmiştik. Sırada altıncısı var. Ve esâsen bu âmil, benim bu yazı dizisini hazırlamamın temel sâikidir. Evet, kişiyi hayra ileten ve hayır üzere devamını sağlayan altıncı âmil “tazarrû”dur. Yani “yalvarıp yakarma”...
“İsteğine ulaşman gönülden inlemene bağlıdır
Tazarrû olmadan murâda ermek zordur.”
(Divan-ı Kebîr, 41. gazel)
Tazarrû denince akla hemen bu hâlin fiile yansıyan iki tarafı geliyor; “duâ” ve “gözyaşı”... Âh, evet diyor zihnimiz, “Mâ ya’beü biküm Rabbî levlâ duâüküm: Duânız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!” (el-Furkan, 77) meselesi...
Duâya devam etmek, bilhassa “Mecmuatu’l-ahzâb”, “Sahife-i Seccâdiye” gibi büyük yol erlerinin duâlarına devam etmek, elbette çok değerli bir sâlih ameldir. Ve “Sıdk ile ağlayış, canlara tesir eder. Belki göğü, Arş’ı bile ağlatır.” (Mesnevî, 5/623)
Hazret-i Mevlânâ’nın ışık tuttuğu kısım ise, zâhir değil, bâtındır. Tazarrûun zâhiri, duâ etmek ve gözyaşı dökmek; bâtını, kökü, özü ise “ihtiyaç duymak”tır.
Genelde “Allâh’a yalvarıp yakararak ve gizlice duâ edin.” diye tercüme edilen “tedarruan ve hufyeh” (el-A’râf, 55) âyet-i kerîmesini bir kısım âlimlerin “umarak ve gizlice” diye tercüme etmesi bundandır. Aslında Cenâb-ı Hakk’ın “Duânız olmasa…” (el-Furkan, 77) fermânını “İhtiyaç duymasanız…” şeklinde baksak o kalbimize dokunan incitici sadânın yok olduğunu da görürüz.
“Belânın ihtiyaca düşürdüğü kimse, yıkamasın yüzündeki tozu
Çünkü murat iksiridir, niyaz semtinin toprağı…”
)Hâfız, 260. gazel)
Hazret-i Mevlânâ’yı anlamak için onu besleyen kaynaklardan, hâssaten pek sevdiği bir kitaptan yardım alalım. Ebu Abdurrahman es-Sülemî, “Hakâiku’t-Tefsîr”inde, Ebû Osman’ın şu sözünü nakleder:
“Duâda tazarrû; fiillerini, namazını, orucunu, Kur’ân’ını Allâh’a sunmandır. Bu, bir sebeple duâ etmek olur. Tazarrû; O’na fakrını, aczini, zarûretini, kaybını, çözümsüzlüğünü sunmandır. Böylece gafletsiz ve sebepsiz duâ edersin. Duânı yüceltmiş olursun.”
Bâyezid-i Bistamî Hazretleri buyurdu: “Bana denildi ki, hazinelerimiz taatlerle dopdoludur. O’nu istiyorsan fakr ve zevkle elde edebilirsin.”
Ebû Hafs’a, “Rabbine ne sundun?” denildi, “Fakir, zenginliğe karşı fakrdan başka bir şey sunmaz!..” dedi.
* * *
Sıdk, insanın ulaşabileceği en yüksek mertebe, fakr ise sıdkın bir öncesidir ve bilindiği gibi zâhirî yoksulluğu değil, gönül yoksulluğunu, yani kalbin Allâh’a muhtaç olmasını ifade etmektedir.
Vâsitî der ki: “Tazarrû, kulluk zilleti ve büyüklükten sıyrılmaktır.” (Hakâiku’t-Tefsîr, c: 1, s: 230)
Gayretin bereketi hemen hâsıl oldu; demir işlenmeye başlayınca ışıltılar da sökün etti, hamdolsun.
Vâsıtî’nin sözünde, “hal’u’l-istitâle” şeklinde bir ifade var. Lügatten bir mânâ çıkaramadım. “Uzamak” ve “Çıkarmak”, “uzamayı çıkarmak” ne anlama gelirdi ki? İnternetten de bir açıklamaya erişemedim. Neyse ki, bu gibi durumlar için sağlam bir lügat-i can, bir ferheng-i zindem var. Onu aradım, iyi ki aramışım: “Büyüklenmeyi bırakmak” mânâsına geliyormuş; tam ifadesiyle, “kibri sıyırıp çıkarmak”…
“Diş çekmek için de «hal’» fiili kullanılır” cümlesi ile mânâ iyice netleşirken “Kibir benim elbisemdir, kim onu benden çıkarırsa...” kudsî hadîsini örnek vererek konuyu taçlandırdı.
Ben bu kelime keşiflerini çok seviyorum Allâh’ım, biliyorsun; nasibimi bol eyle.
Allah dilediğini yapar; duâdan maksat niyazdır, ihtiyaç duymak... İhtiyaç duyuyorsan, huzurdasın demektir.
Yolun başındakiler muhtaç oldukları her şeyi Allah’tan istemelidir, yani tazarrû hâlinde bulunmalıdır.
Yolun sonundakiler, yani hakikate mazhar olanlar ise, suskundur, ihtiyaç duydukları yalnız ve yalnız Hak’tır. Cenâb-ı Hak da niyaz hâlindeki kulunun dünyevî ve uhrevî ihtiyaçları için kâfidir.
Mesnevî’nin ilk cildinde 1990’lı beyitlerde anlatılan ihtiyar çalgıcı ve Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- hikâyesinde, mazhar olduğu nimet karşısında ilk önce “kendisini Allâh’a yönelmekten alıkoyan vasfını terk” eder, Allâh’a niyaz eder. Bu hikâyede kâmil mürşidi temsil eden Hazret-i Ömer, onu bir kez daha irşad eder:
“-Bu tevbeden de tevbe et!..” buyurur. Böylece geçmişi, geleceği; hâli ve sözü terk edip cemâlullâha dalar, ihtiyar çalgıcı…
Onun ağlayışı gamdan da değildi, ferahlıktan da.
“Güzellik kaynağı olan,
güzelliğin ta kendisi olan ağlayışı sadece can bilir.”
(Mesnevî, 5/1307)
Büyüklerden birine, “Namazda ağlamak namazı bozar mı?” diye soruldu.
“-Allah Teâlâ’nın sevgisi ve hasreti ya da bir günahın pişmanlığı ile ağlarsa namaz bozulmaz, aksine kemâl bulur. Çünkü namaz, ancak kalp huzuru ile (tam) olur.
O yalvarıp yakaran kişi, eğer öteki âlemi görmüş (de bunun için ağlıyor) ise, o namaz onun iniltisi ile canlılık kazanır.” (Mesnevî, 5/1269)
“Bedenindeki bir hastalık veya evlâdından ayrılık sebebiyle ağlarsa, namaz bozulur.
Ama o ağlayış; bedenin rahatsızlığından, yastan, kederden ise, ip kopmuş, iğ kırılmış demektir.” (Mesnevî, 5/1270)
* * *
Kişiyi Allâh’a yaklaştıran rahatsızlık, yas ve keder başkadır; Allah’tan uzaklaştıran, isyan ve küskünlük hissi doğuran rahatsızlık gibi değildir o!..
“Tohum ekersin, sebeplere başvurursun, tohum bitmez, sebepler sonuçsuz kalırsa yalvarıp duâya el açmaktan başka ne yaparsın? Allâh’ın huzurunda elini yüzüne sürersin. El ve baş, rızkı, O’nun verdiğine şâhittir. Rızık arayan, (aslında) O’nu arar. Rızkı, O’ndan iste, şundan bundan değil. Sarhoşluğu O’ndan isteyin; esrârdan, şaraptan değil!.. Zenginliği O’ndan iste; hazineden, maldan değil. Yardımı O’ndan iste, amcadan, dayıdan değil... Sonunda bunlardan ayrı kalacaksın; kendine gel, o zaman kimi çağıracaksan, şimdi de O’nu çağır, geri kalanı bırak... Senden yüz çevirirse neden yüz çevirdi diye feryâd etme; aksine onun çuvalında eskiyip kalmadığın için Allâh’a şükret, sadaka ver.” (Mesnevî, 5/1493-1516)
“Halkı sana karşı kötü huylu ederler de yüzünü ister istemez o yana çevirirler. Şunu iyice bil ki, sonunda hepsi sana hasım olacak, düşman kesilecek, isyan edecek. Sen de mezarda feryâd u figân ederek o biricik (Ehad) Allâh’a «Beni yalnız bırakma!» diye yalvaracaksın... Ey ambar sahibi, kendi aklını dinle de buğdayını Allâh’ın toprağına emânet et.” (Mesnevî, 5/1526-1522) “Ekeceksen asıl yere ek ki, her bir tanesinden yüz binlercesi bitsin.” (Mesnevî, 5/1491)
* * *
Allâh’ın toprağına ekmeye misâli, yine Mesnevî’den alalım:
“Ağlayıp inlemeye davet vardır, günde beş kez! Kullara «Namaza yönel ve ağla!» (demektir bu). Müezzinin «Haydi» dediği «kurtuluş», işte bu ağlayıştır, bu isteyiştir.” (Mesnevî, 5/1600)
Tazarrûda kazâ ve kadere yön veren bir “şefaat” kuvveti vardır. Fakat “farkında” olmak, yakaza da olsa tazarrûun şartı oluyor.
“Kim üzüntü içinde çaresiz bırakılmak istense, onun gönlüne ağlama yolu kapatılır. Böylece def edilemeyen bir belâ gelip çatar ona… Çünkü “tazarrû şefaatçisi” yoktur. Ama belâdan kurtulması istenen kişinin canı tazarrû’a düşürülür. Tazarrû etmediler ki, belâ onlardan uzaklaşıp gitsin. Gönülleri katılaşmıştı. O günâhlar onlara ibadet görünüyordu. (bkz. el-Enbiyâ, 43) İnatçı günahkâr, kendini bilmedikçe gözünden nasıl yaş aksın?” (Mesnevî, 5/1601-1607)
“Yûnus -aleyhisselâm-’ın kavmi, akşamdan sabaha kadar tazarrû ile duâ ettiler, affedildiler.” (Mesnevî, 5/1608-1616)
“Tazarrûun Hak katında kıymeti var. Madem kıymet ondadır, ağlayıp inleme(n) nerde? O yüce padişah, Şâh-ı Mecîd olan Allah, gözyaşını şehit kanı ile bir tutar kıymet bakımından.” (Mesnevî, 5/1617-1619)
“Eğer mü’min isen, artık savaş safına gir... Mihrâbın önündeki mum gibi yukarılara ulaşma umuduyla ayağa kalk, ey kul! Bütün gece başı kesik mum gibi istekle gözyaşı saç, yanıp yakıl... Her an, her nefeste gökyüzüne umut bağla. “Rızkınız göklerdedir.” (ez-Zâriyât, 22) Söğüt gibi gök arzusuyla raks et. Gayret et de bu istek artsın. Böylece gönlün şu beden kuyusundan çıksın. Halk, «Filanca miskin öldü.» desin, sen de «Ey gâfiller, ben diriyim!» de!..” (Mesnevî, 5/1727-1736)
* * *
Bütün kağıtları rüzgâra verip, defterleri suya salıp içimin ırmaklarına eğiliyorum. “Ama nasıl, niçin, ne kadar, ne zaman?” diyen kalbimin aksi titreşiyor suda... (Devam edecek)
YORUMLAR