Mesnevi Eczâhânesinden Hayrın Âmilleri – 4/1 Demirden Kalpler

“Sabır, Allâh’a kavuşmaktan umudunu kesmiş olan nefsi,

bu düşüncesinden vazgeçirmektir.”

(Cüneyd-i Bağdâdî)

Kişiyi hayra yönlendiren ve hayır üzere bulunmaya devam etmesini sağlayan âmillerin dördüncüsü “sabır”dır. Ve sabrı anlatmak, herkesin az çok bir şeyler bildiği diğer mevzular gibi çetrefillidir. Mesnevî’de sabır, üç ana başlık altında toplanır:

-Muhabbette sabır,

-Musîbette sabır,

-Hevâ-yı nefse karşı sabır.

Dikkatinizi çekti mi, bu üç konu, kişiyi hayırdan ayırabilecek, uzaklaştırabilecek en zorlu imtihan başlıkları… Aşk da, musibet de, hevâ da kararımızı bozuyor, duruşumuzu değiştiriyor; bî-karar ediyor. Dengemiz bozuluyor, normalin dışına çıkıyoruz. İfsâd ediyor, huzur ve sükûnetimizi, kalbimizin atmosferini bozuyor.

Bir hareket imkânı ise sabır… Nasıl? Hep birlikte ilerleyelim Mesnevî bahçesinde…

“Bil ki, her sıkıntı, ölümden bir parçadır… Ölümün bir parçası sana tatlı geliyorsa, bil ki Allah hepsini tatlılaştırır sana…” (Mesnevî, 1/ 2298, 2300)

Buğdayın toprak altına girme, sıkılma, çatlama, toprağı yarıp çıkma, boy atma, başak verme, biçilme, rüzgârda savrulma, değirmende öğütülme, yoğrulma, pişirilme ve nihayet yenilip sindirilmelerinin zorluk ve ıztırapları, insan vücudunda yeni ve bambaşka bir hayata ermesi ile neticelenecek, mânâlı ve kıymetli bir süreçtir. Toprak, güneş, orak, değirmen taşı, fırın, dişler, temelde çiftçi, değirmenci, tüketici acısa, merhamet gösterse, buğday yok olmaya mahkûmdur. Demek, bütün o ızdıraplar, buğdayın iyiliği için… Bir sonrasının hayali, sabrı kolaylaştırabilir… En büyük acı, ilk acıdır belki de; ülfet olunca hafifleyebilir şiddeti…

Yolun başında “kanaat”i bir çözüm olarak önümüze koyar, Hazret-i Pîr… Kanaatin hazinesini keşfe çağırır âdeta.

 Bir sonraki adımda Allâh’ın sıfatlarına değil, Zâtına muhabbet duymanın, evcil kuş değil, Ankâ kuşu olmak mânâsına geldiğine işaret eder: “Sabırla aşılan mesafelerde kendi tasvir ve vehimlerimizden kurtulup nîmetler sahibi Allâh’ı sevmeye bir yol var.” demektir bu…

Arada nîmetler içinde olanları ikaz eder şefkatle… Hadîs-i şerîfle tavsif edilen zorluklar var meselâ yoksullukta, “Neredeyse mahvedici bir küfre dönüşecekti” buyuruyor Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…

“Ey karnı tok zengin, o çileli yoksulun yanlışına sakın gülme!..” diyor Mevlânâ (Mesnevî, 2/515-516). Her türlü nîmet sahibi bunun içinden kendine bir pay alabilir, bakarsa…

Musîbetzedelere de iki yol ortasında durup anlatıyor:

“Dilenmenin utancına düşeceksiniz, isteğiniz geç bir şekilde elinize geçtiği için de obur olacaksınız; Hak nuruyla beslenirseniz ne utanç, ne oburluk sâdır olacak…”

İnsanlar çoğunlukla ilk yola giderler. Çok az insan, ikinci yolu tercih eder ve sonra geri kalan insanlar, bu tercihlerin feyz ve bereketinden faydalanırlar.

Burada çok mühim bir işaret vardır: Kriz anlarında insan, daha önce şâhit olduğu örnekleri taklit eder. Kriz yönetimini bilen birilerine mülâkî olmuş ise, ne mutlu ona, değilse diğerlerini takip eder. Eğer sâlih ve ârif bir örnek varsa hayatında, kalbine ondan sabır neşesi yansır. “Kendin denize ulaşıncaya kadar dostlardan ayrılma!” diyor Mevlânâ… (Mesnevî, 2/ 565). Kendi aklın ve kalbinle anlayıncaya, göz ve kulağınla öğreninceye kadar, incinin istiridye içinde kalmaya sabretmesi gibi, dostlardan ayrılma…

Bir önceki âmili anlattığımız yazımızı hatırlarsak daha iyi anlayacağız ki, hırs, sabra mânîdir. Yeme, içme ve eğlenme arzusu, aklı, idrakin aydınlığından mahrum bırakır. Ayna gibi temiz bir gönül ve terazi gibi müstağni bir akıl; ihtiyacımız olan… “Nasıl?” diye gelecek sorulara cevap: “Sizden bir ücret istemiyorum”[1] diyen Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-… Ücreti, Cemâlullâha mazhariyet olan bir hâl; hiçbir mal, gıda, makam o lûtfun yanında bir değer ifade etmiyor. İnci yanında boncuk gibi değersiz kalıyor. Hakla dolu olmak lezzeti… Hak ile birlikte olmak nasibi… Geri kalan şeyler, cansız ve ışıltısız... Hak’tan uzak olan ise, sultan bile olsa açgözlü oluyor.

Hak’la birlikte olmak başarısı için de tavsiyesi var Mevlânâ’nın…

“İnsan, düşünceleri güzelse; beslenir, gelişir. Düşünceleri kötüyse, o kötülük ateşinde mum gibi eriyip gider. Düşünceleri güzel olanı, Allah her türlü tehlike içinde güvende tutar. Hattâ o güzellik, o tehlikeleri değiştirip güzelleştirir. Güzel düşünmek sabrı, sabır îmânı artırır. Güzel düşünmekten maksat, umut ve neşedir. Namaz, oruç ve çeşitli çaresizlikler yoluyla elde edilen îman zevkini şeytan, bazen yoksulluk korkusu ve bazen de nîmetlerin çekiciliği ile bir çırpıda kapıp götürür. Gezip eğlenme, alışveriş ve ticaret, ev-bark ve geçim, hatta ilim nimetlerinin çekiciliği ile… Bunlar sabrı zorlaştırıyorsa “lâ havle” deyip onlardan uzaklaşmak, şeytanın oyununa gelmemek lâzım. “O müflistir, ondan nasıl bir kâr elde edebilirsin?” Hazret-i Ali, bu konuda çok pratik bir tavsiyede bulunuyor:

“Umutsuzluk ve sabırsızlıktan kaçının. Çünkü umut kesmek, çaba ve gayreti zayıflatır, keder ve üzüntüyü ağırlaştırır.” (Mesnevî, 2/600 vd)

“Bütün kâr ve iyilik ise, Hak katındadır. Varlığı çareyle doldurmuştur O, ihtiyaç zamanı onu sana açıkça gösterir, sen O’ndan gafil olsan da… (Mesnevî, 2/685)

Hazret-i Pir, her duruma uygun bir anahtar koyuyor önümüze: Duâ

“Rahmetini harekete geçirecek gerçek sözleri bize öğret yâ Mevlâ! Yanlış söylediysek düzelt, düzeltici Sensin, ey söz Sultanı! Kan ırmağını Nil’e, toprağı insana çevirirsin Sen…” (Mesnevî, 2/688-696)

İçindeki “mal isterim, makam ve itibar isterim” diyen seslere engel ol, Hakk’ı zikret, kalbini bu akbaba misâli düşüncelerden koru… Böylece yedi renkli gözlerin bambaşka bir göz olup çıkar, başka renkler görürsün. Taşlar değil, inciler görürsün. İnci ne ki, bir deniz olursun, hattâ gökyüzünü dolaşan bir güneş… (Mesnevî, 2/749-755)

Kibir, sabra mânî… Nefsi naz içinde tutup insanlara sû-i zanda bulunmaya sebep oluyor. Allâh’ın hükmü ve takdîri değişsin istiyorsan, nefsini değiştireceksin. O zaman Hak’la da, halkla da sıkıntın kalmayacak. (Mesnevî, 2/765 vd)

Kıskançlık, sabra mânî… “Filan neden benden iyi durumda” düşüncesi… Hak seni çirkin yaratmışsa hiç değilse, hem çirkin, hem de çirkin huylu olma!.. Hasedinden çiğleşen o kadar olgun var ki!.. “Ben dünyada araştırdım da iyi huydan daha güzel olgunluk görmedim.” (Mesnevî, 2/807) Huyu güzel olan, kurtulur. Kalbi camdan olan, kırılır.

“Ey ekmeğim yok diye üzülen, Allâh’ın gafûr ve rahîm (olduğunu biliyorsan) bu korku neden?” (Mesnevî, 2/3078)

“Camdan kalpli” olan, Elest meclisinde sözleştiği Sevgili için savaşmaktan zevk alan muhteşem yiğitlere benzemez. Nefistir o, bir lokma ekmeğe köle olur. Himmeti ve aşkı, hep aşağılaradır… Sana bir hayır gelse üzülür, şer işlesen sevinir; ona karşı en güzel yolu Cenâb-ı Hak gösteriyor: Sabır ve takvâ… “Allah onların yaptıklarını kuşatmıştır.” (Al-i İmran, 120)

Hâfıza zayıflığı, görmenin azalması, sırt ağrısı, hazımsızlık, nefes darlığı, öfke ve kızgınlık, tahammülsüzlük, alınganlık; meleke ve organlar zayıfladığından kendine hâkim olup sabretmek güçleşmiş.

Nefsin özellikleri, ruh için balığın karnı gibi, ruh da Yûnus -aleyhisselâm-… Hazret-i Pîr, “Tesbih et” diyor, “tesbih et de çık balığın karnından! Tesbih nedir, elest bezmini hatırlayıp sabretmek… Gerçek tesbih sabırdır.” (Mesnevî, 2/3120 vd.)

“Sabır, bir iksirdir; durumu ve şartları değiştirir. Cenâb-ı Hak, yüz binlerce iksir yarattı; insanlık, sabır gibi bir iksir görmedi.” (Mesnevi, 3. Cilt)

Vefâ ve edep, bir sabır usûlü... Eyyûb Peygamber’in:

“-Seksen yıl nîmetler içinde yaşadım, şimdi hemen şikâyet etmekten hayâ ederim!..” demesi gibi…

Aklı ve psikolojik sağlığı yerinde olan bir insan, hayatındaki güzellikleri görür ve bunlarla tesellî bulur, kuvvet kazanır. Aklı ve bilgisi eksik olandan vefâ ve sadâkat beklenemez. Kalp, musîbetin kimden geldiğini bilip O’na hürmet ederse, akıl ileriyi görüp rahatlar. Korku ve umut arasında olmanın tadını alıp çift kanatlı bir kuş olur.

Cenâb-ı Hakk’a tâzim, ancak saygıyla sevmek demektir. İbrahim peygamber gibi yıldızı, Ay’ı, Güneş’i basamak basamak terk edip, “Ben batan şeyleri sevmem!” diyen kişi, Hakk’a ulaşır. Nefsin hatalarından sıyrılır. Ateşler içindeyken köşkler ve bahçeler görür. İşte bu, sabırdır… “Ateş görünür, ama bütünüyle esenliktir.” (Mesnevî, 3/3913)

Allah, insanları katmanlar hâlinde yaratmıştır. Herkesin ayrı bir olgunlaşma yolu vardır. Demire ve altına ateş, ayva ile elmaya Güneş gerekir. Sabırlı, o ateş ve çekicin altında kızarıp mutlu olur. Bazıları su gibidir, onları tava ya da tencereye koyarlar. Demirin aracısız ateşe olan yakınlığı, muhabbet ehlinin ıztırap hâlindeki yakınlığı gibidir, mutludur onlar bu yüzden… Bu kulluk neşesi, âlemin damarlarına hayat pompalamaktadır…

“Allah sana yeter, sana uyan mü’minlere de... Sen mü’minleri (nefisleriyle) savaşmaya teşvik et. Eğer sizden yirmi kişi sabredenlerden olursa, küfür içinde olanlardan iki yüz kişiye gâlip olur. Eğer yüz kişi sabredenlerden olursa bin kişiye gâlip olur. (Çünkü) onlar anlamayan, doğruyu yanlışı ayırt edemeyen bir topluluktur.” (el-Enfâl, 64-65)

 (Devam Edecek)

 

[1] Buhârî, Tefsîru Sûre, 30, 38.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle