Ârifân ke’z câm-ı Hak nûşîdeend Râzhâ dâniste ve pûşîdeend (Mesnevî, V/2239) “Ârifler, Hak kadehinden içmişlerdir; sırları bilmiş ve gizlemişlerdir.”
Hak kadehi, gönüldür. Ondan hakikat şerbetini içen ârifler, çok sırları öğrenmişler ve (sonrasında) gizlemişlerdir.
“Allâh’ın velî kulları için hazırladığı içecekler vardır. İçtiklerinde mest olurlar, mest olduklarında da coşarlar.” düsturunca, kendilerine mahsus olan o safâ veren içecekten dolayı vicdanlarındaki şevk ve neşeyi yabancılara duyurmayıp türlü türlü perdelerle gizlemişlerdir. O perdelere “melâl perdesi ve izzet kubbesi”* denir.
O sırların sahibi (olan Allah), onları koruduğu için bu böyledir; ona rağmen hâllerini ortaya koysalar, halk bütünüyle vecd kadehine kapılır, az vakitte âlem harab olur. Çünkü bu cihanın îmar oluşu, gaflet iledir ve akl-ı meâşın merasimlerinin korunmasıyla devamı sağlanmaktadır.
Şeyh Attâr Hazretleri anlatıyorlar:
Bir vakit Pîr-i Bistâm’ın (Bâyezîd-i Bistâmî) îmanına şeytan musallat olmuş, rûhânî kuvvetiyle her ne kadar kovsa da tamamıyla kurtulamamış. En sonunda karşısında şekle bürünüp nice konuşmalardan sonra demiş ki:
“-Cenâb-ı Hak, bütün yönleri ve yanlarıyla yeryüzünü bana vermedi mi? «Sen zaman tanınanlardansın.» (el-Hicr, 37) hitâbıyla izin vermedi mi? Ama sen, cezbe yoluyla dünya ehlini bütünüyle uyandırmaya çalışıp benim evimi yıkmaya çalışıyorsun. Madem ben de senin îmanına kastetmekten vazgeçmem!.. Gerçi «Kullarım üzerinde senin bir hâkimiyetin yoktur...» (el-Hicr, 42) sopası seni koruyor, ama iç huzurunu kaçırmak elimden geliyor.”
Bunun üzerine Hak tarafından kalbine ilhâm oldu, cezbe yoluyla insanların kalbine tasarruf edip, avâmı Allâh’a bağlamaktan vazgeçmek ve “Din nasihattir.” (Müslim, Îman, 95) hadîs-i şerifince yalnız nasihat ve öğüt ile meşgul olmaya söz verdi. Böylece şeytanın şerrinden emin oldu.**
Bundan anlaşılıyor ki, Allâh’ın murâdı, dünyanın tamamıyla harap olması, ehl-i dünyanın tamamen ehl-i âhiret olması değildir. Kıyâmete kadar halkın kiminin sâlih, kiminin fâsık, kiminin uyanık, kiminin gâfil olması, ilâhî hikmet gereğidir. Bu sebeple hakikatin hikmetine âşinâ olanlar, bu konuda sözün yularını çekerler.***
* * *
* Melâl ve izzet kubbesi: Menâkibu’l-Ârifîn adlı eserde nakledilir ki, Hazret-i Mevlânâ, oğlu Sultan Veled’e sorar:
“-«Velilerim kubbelerim altındadır.» kudsî hadîsinin mânâsı nedir?”
Sultan Veled bir müddet düşünür ve babasını memnun eden şu cevabı verir:
“-Kubbeler, halkın hoşuna gitmeyen bir kısım hâl ve davranışlardır.
Melâl kubbesi, halkın kınaması ile, izzet kubbesi de halkın saygısı ile gizler velileri… Temiz, ama pejmürde kıyafetleri melâl kubbesinin, susmak sohbetleri ile izzet kubbesinin altına gizlenir veliler...”
** Allâh’ın murâdı, elbet bir kısım halkın hâllerine mânî olmakla gerçekleşmez. “Dinde zorlama yoktur.” (el-Bakara, 256) âyeti mûcibince, kişi dünyayı veya âhireti istemekte hür bırakılmıştır.
Cenâb-ı Hak, halka şefkat ile onların irade ve isteklerin üzerinde doğrudan yahut dolaylı olarak baskı oluşturmaz. O baskı, Hazret-i Mevlânâ’nın ifadesi ile Hak dostları üzerinde vâkî olur ki, bu, yakınlığın tabiî neticesidir.
*** Sözün yularını çekmek; susmak, dilini sükûtla mühürlemek demektir.
YORUMLAR