Mesnevî Adası -6- Taç Haykırış

Ver der âyed mahremî dûr ez gezend Berguşâyend ân setirân rûy-bend “Zararsız bir mahrem içeri geldiğinde, o örtülüler örtülerini açarlar.” (Mesnevî, 1/2382)

Bazı mahremlerden zarar gelebildiğine göre, o alana girecek mahremlerin bütünüyle zararsız olması şarttır.

Zarar, birkaç bakımdan olur. Biri odur ki zarar, o meclisteki kıymetlilere dokunur.

Diğeri de odur ki, kişi kendi hâlini, onların hâliyle karşılaştırır; kendisinden öyle ciddiyetsiz hâller zuhûr eder ki, zarar kendisine isabet eder.

Mahrem, her iki bakımdan da zararsız olmalıdır.

* * *

İşte o tamamen zararsız olan mahrem, meclise geldiğinde “ismet” sarayının (korunan bölgenin) güzelleri, huzur örtülerini açıp rahat davranmaya başlarlar. Onların her yakınlıklarından bir îmâ ve her îmâlarından bir mânâ görünür. Gökkubbenin eğik külâhını yere çalan sarhoşların haykırışlarının, Ay ve Güneş’in tâcı olacağını söylemeye gerek yoktur. Ama;

Lâl-i gam râ ittifâk-ı sohbet-i kûrân belâst

Destem ez enguşt bîzâr est ba'd ez hâmuşî

 

“Gam dilsizine körlerin sohbetinde bulunmak belâdır

Elim, parmaktan bıkmıştır, suskunluktan sonra...” (Şeyh Gâlib)

 

beytinin gösterdiği üzere, cihan gülistanını kaplayan siyah bulutlar gibi, âlemde iddiacı ve yalancı çoğalmış; yalancıktan inleyen bu sığırcık kuşlarının gürültülü seslerinden, ne bülbülde söylemeye dil, ne gülde renk ve koku verecek bir yüz kalmıştır.

 

KARGALAR VE BÜLBÜLLER

 

Çunki zâğân hayme ber behmen zedend

Bulbulân hâmûş şodend u ten zedend

 

“Kargalar çadırlarını güzün ortasına kurdular (güz vakti geldi, kargalar toplandı). (Bu yüzden) bülbüller sustular, söylemediler.” (Mesnevî, 2/40)

Karga, yalandan iddiâda bulunan kişidir ve işi, daima hırsızlık ve boş sözdür. Burada tasavvuf erbâbının kılığına girdiği hâlde içinden dünya leşini arzu eden nâmertler kastedilmiştir. Sırların açılması konusunda onlardan kaçınılmıştır.

Evliyâullâhın ses çıkarmaması, vecd ve istiğrâk hâli hakkında konuşmayı pek sevmemeleri; çoklukla ulaştıkları mertebe, makam ve müşâhedeleri açıklamayı ve tafsîlâtına dair konuşmayı terk etmeleri, bu çeşit insanlardan korunmak içindir.

Çünkü âhir zaman âlimlerinden olan inkâr ehline; “Bu ilimlerimizin meclisi, keşif ilimleri ve şevkten ortaya çıkan zevkler, hâller ve işaretlerdir; sözler ve ibâreler değildir.” demekle belki kötüleme ve ayıplamalarından kurtulmak mümkündür.

Ama taklitçi sufî ve benzerlerinin kulağına bir hakikat sözü gitmeyiversin, Allah korusun, “Bu benim hâlimdir.” deyip rast geldiği herkese ve çarşı-pazara yayarak, hem kendini evliyanın “gayret” tehlikesine[1] ve hem dinleyenleri, o safâ ehline karşı sû-i zanna düşürür. Tehlikeleri, inkârcılardan daha kötüdür.

O karga tabiatlıların, yine kendilerinin donmuş tabiatlarını ifade eden zamanın güz ortasını kaplamaları, hakikat bahçesinin bülbüllerinin susmasını gerektirmiştir.

Güz ortasının anılmasından kasıt, Allah bilir ya, o insaniyetsizlerin tamamının (Allâh’ın rahmet ettikleri hâriç) “bast”a işaret olan yaz mevsiminden ve “kabz”a işaret olan kış mevsiminden uzak, ümitsizliğin korkunç berzâhında olmalarıdır. Çünkü kabz sembolü olan kış mevsiminde olsalar, inkâr ehli gibi sonunda inanmaları umulur ve kudsî nefeslerin baharının gelmesiyle kendilerine yardım edilmesi beklenirdi. Kışın sonu, elbette bahardır. Ama güzün sonu, amansız kıştır.

Allah korusun, bu temiz olmayan kesimin kulağına sırlara dair sözlerin gitmesinin sebebi, zevk ehlinden ve şevk erbâbından olan, yola yeni girmiş tâliplerin, şevk kursakları boşaldığında, vakitli-vakitsiz demeden tesellî feyzlerini istemeleridir. Onlara düşen, her yönüyle (yola) riâyet etmektir. Duyduğunu anlatmak ve bulunduğu makamdan bahsetmek, irşad bağının bülbüllerine düşer.

“Başımda delilik olduğu sürece kavga edeceğim.

Belki seyretmek için o peri ortaya çıkar.”

 Aslına bakarsan ey gerçek âşık, bu sözlerin maksadı hep sensin; artık akıl kulağını hoşça verip güzelce bir dinle...

 

 

SUYA İŞLENEN NAKIŞLAR

 

Mustemi’ huftest kûteh kon hitâb

Ey hatib in nakş kem zen to ber âb

 

“Dinleyen uyumuştur, seslenmeyi bırak ey sırları açıklayan; su üstüne yazı yazma artık.”  (Mesnevî, 4/1093)

Yani “Ey mürşid-i kâmil!.. Senin bu kadar sözüne muhâtap aldığın, seni inkârcıların kötülemesine düşüren ve başına taklitçi karga ve çaylakları toplayan gerçek âşık uykuya vardı, insanlık gafleti onu yendi. Bu incelikleri söylemeyi terk etmen ve melâmet ülkesinden kurtuluş semtine gitmen gerekiyor. Şimdiden sonra birtakım hakikatleri ortaya koysan ve göstersen de su üstüne yazı yazmış gibi olursun. Çünkü içeri alınması mümkün olan tek kişi oydu, o da uyudu. Artık su üstüne yaptığın rengârenk nakışlar, suyu bulandırmaktan başka bir netice vermez. Nefeslerin faydasız yere harcanmasına ise, Allâh’ın rızâsı yoktur.”

 

[1] Burada bahsi geçen gayret, “çalışıp çabalama” anlamlarındaki gayret değildir. Türkçeye “kıskançlık” diye tercüme edilir. Bir insan, helâli olan eşini, nasıl yabancı gözlerden korumak isterse, sır ve mânâları da kendilerini hak etmeyen gönüllerden korumak, yol ehlinin tabiî hissiyâtıdır.

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle