“Ber lebeş kufl est u der dil râzhâ Leb hamûş u dil por ez âvâzhâ” (Mesnevî, 5/2238) “Onun dudağında kilit vardır, gönlünde sırlar... Dudağı suskundur, gönlü ise sırlarla dopdolu...”
Onların suskunluğuna bakan, ilimden hiç haberleri yok sanır. Hâlbuki onların aydınlık kalpleri, ledünnî ilimlerin hakikatlerinin mahzeni ve ilâhî ilmin inceliklerinin madenidir. İşte “melâmiyye” adı verilenler, bu yücelik dolu topluluktur. Sûfîler topluluğunun efendileridir. Usûlleri bütünüyle şöhretten kaçıştır, güzel yolları “eğri tut ve dökme” tarzıdır. Hattâ bunlardan daha yüksekte giden Allah adamları bile bu topluluktan biriyle dostluk kursa, aynı şekilde karşılık verirler, yani bu zâtların hangi tâifeden olduğunu bildikleri hâlde bilmezlik vadisinde giderlermiş.
Dervişler arasında, bektâşî “abdal”ları, bayrâmî “melâmî”leri, halvetî “zâhid”leri, mevlevî “er”leri ve bunun gibi ibâreler, çoğunluğa göre hüküm vermek kabîlindendir; yoksa her tarikatte her gruptan Allah dostunun ortaya çıkmasına engel yoktur.
Her yolun eri er, gerçeği gerçektir. Allah erlerinin mizaçlarının kaynağını bilenler, her bir grubun meşrebini bir yola uygun bulmuşlardır. “İnsanların âşık olduğu şeylerde ..... ihsanlar vardır.”
Gerçek âşık odur ki, olduğu yolda daha pek çok lezzeti kazanıp ayakları yere sağlam bassın. Evet, âdem olamazsa bâri âdem bulsun.
Susuz olan kişi, bir bardak suyu terk edip Ceyhun Nehri arzusuna kapılmaz. Bulduğunda fırsatı ganimet bil ki, bulduğun neyine yetmez?
“Cebel-i Tûr’a varanlar, göremez nûr orada
Kande kim yâr cemâlin göresin, dur orada” (Hayâlî)
(Tûr Dağı’na da gitsen orada nûr göremezsin. Sevgilinin yüzünü nerede görürsen orada kal.)
YORUMLAR