Günümüz insanı, modern teknolojinin bütün imkânlarından faydalanarak yüksek bir refah seviyesi içerisinde yaşamakta. Bu gerçeği, önceleri her eve giren televizyonlardan görebilirken şimdilerde hanımların işlerini kolaylaştıran makinelerden, cep telefonlarından, bilgisayarlardan, hatta trafikteki arabalardan izlemek mümkün... Son zamanlarda toplu konut imkânlarıyla ise, artık hemen herkes ev sahibi olmaya bile başladı.
Âilelerin eskiye göre daha modern ve rahat bir hayat yaşamasına rağmen sıkıntı ve problemlerinin bir o kadar arttığı görülmekte... Toplumbilimcilerin istatistiklerine göre âilelerin % 70’i sıkıntılı... Nitekim Allah ve âhiretin unutulduğu veya îmanın îcaplarının ertelendiği, dünya ve dünyalık ihtiyaçların her şeyin önüne alındığı günümüzde; “Sahip oldukların kadar mutlusun ve tükettiğin kadar güçlüsün!” anlayışı, insanları maddeleştirdi, hattâ tâbir yerindeyse makineleştirdi.
İnsanoğlu, et ve kemikten ibaret olsa da, bir de ona hayat veren, ruh ve gönül âlemi var. Mideler ve bedenler, yemek ve giyinmekle mâmur olurken kalpler ve gönüller, itaat ve sevgiyle beslenirler; merhamet ve yardımlaşmayla neşv ü nemâ bulurlar.
“Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi, dünyâ malıdır.”[1] buyuran Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in de bildirdiği üzere, dünya ve dünyalıklar son zamanların hâkim hayat felsefesi olmuştur. Güçlüsünden zayıfına, zengininden fakirine herkes bu yarışa girmiş veya bir şekilde bu yarışa sokulmuş. Rızkı yüksek olanlar, kazançları oranında tüketirken rızkı kısıtlı olanların yorganları ayaklarına kısa gelmektedir. Ama modern sistem, tüketime herkesi dahil etmek istediği için bitmek tükenmek bilmeyen projeler oluşturmuştur. Bu ilk önce “taksitli ödemeler”le başlamıştı. Gelecek günlere garanti verircesine, kazanmadığı paralar ipotek altına alınmıştı.
Sonraları biraz daha moderni çıkarak istediği her zaman ve her yerde sınırsız alışveriş imkânı olan “kredi kartları” devreye girdi. “Şimdi para vermeden bedava sahip ol, bir ay sonra öde!” anlayışı, insanların çok hoşuna gitti. Âilenin bütün fertlerine ayrı kredi kartları tedârik edildi.
Arkasından “banka kredileri”, “hibe paraları” derken ticaret ve ekonomi büyüdü. Refah ve modernlik çıtası yükseldi. Ama farkında olmadan fâiz, bütün toplumu sardı. Beraberinde huzur, âfiyet ve bereketi de kuruttu. Yetişemediği fâiz borçlarından iflâs edenler, âilesi dağılanlar ve cinnet geçirenler gazetelere haber konusu yapıldı. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bütün bunlardan korunmak için; “Ribâyı (fâizi) yiyene de, yedirene de Allah lânet etsin.”[2] buyurması mânidardı.
Allah Teâlâ da Bakara Sûresi, 275. âyet-i kerîmede; “…Alışveriş helâl, fâiz ise haram kılınmıştır...” buyururken insanların dünyevî ihtiyaçlarını tedârik etmelerini; ama bu konuda aşırılığa gitmemelerini istemiştir. Nitekim Ömer bin Hattab -radıyallâhu anh-’ın buyurduğu gibi; “Dünyada az ile yetinmek, kalp ve beden için rahatlıktır.”[3]
Günümüzün kapitalist sistemi ise, bunun tam zıddını zihinlere yerleştirmeye çalışmaktadır. Reklamlar sayesinde ihtiyaç yokken birtakım sun’î ihtiyaçlar oluşturulmakta, insanlar tüketime sevk edilmektedir. Çünkü kapitalist sistemlerin ayakta kalabilmesi için ürünlerinin pazarda satışa sunulması lâzım. Bu pazarı canlı tutmak için de medya ve reklâm gerekir ki, alışveriş yapılabilsin. Tüketim, özellikle son zamanlarda tıpkı bir bulaşıcı hastalık gibi, çocuğundan yetişkinine, herkesi tesiri altına aldı. Nefislere hoş gelen bu tüketim çılgınlığından üç murâkabe ile kurtulmak mümkün.
“Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ümmeti olarak” evvela… O’nun bu dünya hayatını, bir ağacın altında dinlenip sonra yoluna devam eden bir yolcu gibi gördüğü ve bu anlayışla ömrünü geçirdiğini bilmek… Bu hakikatin tefekküründe derinleşmek, insanı olur olmaz isteklerden kurtaracaktır.
İkinci olarak o Yüce Peygamber; “hükümdar bir peygamberlikle kul bir peygamberlik” arasında muhayyer bırakıldığı hâlde; O, kul bir peygamber olmayı tercih etmiş ve mütevâzi bir şekilde yaşamayı seçmiş bir peygamberdir. Biz de böyle bir peygamberin ümmetiyiz. Âlemlerin Rabbi’nin en Sevgili Peygamberi mütevazi bir hayatı tercih edip dâimâ azla yetinirken O’na benzemek isteyen bizlerin ağır borçlar altına girerek lüks ve konforu tercih etmesi, ne derece doğrudur?!
Üçüncü olarak “kulluk için yaratıldığımız” unutulmamalıdır. Bir hadîs-i kudsîde Allah Teâlâ; “Ey Âdemoğlu, eşyayı senin için, seni ise Kendim için yarattım. Senin için yarattığım şeyler uğruna, Benim için yarattığımı helâk etme.”[4] buyurmaktadır.
Bu dünya misafirliğimizde, alışverişlerden daha elzem yapılması gereken hazırlıklarımız vardır. Unutulmamalıdır ki; kalpler Allâh’ın sık sık nazar ettiği mekânlardır. Dünya sevgisi ve telaşıyla meşgul kalpler ise, bu şereften bîhaber kalmaya mahkûmdurlar. Tıpkı Habibi Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in buyurduğu gibi;
“Dünya hayatında zühd, insanın kalp ve bedenini rahatlatır. Dünya hayatına aşırı yönelmek ise, dert ve sıkıntısını çoğaltır.”[5]
[1] Ahmed bin Hanbel, IV, 160.
[2] Müslim, Müsâkât 25, 1579; Ebû Davud, Büyû,4, 3333; Tirmizî, Büyû, 2, 1206, İbn-i Mâce, Ticaret, 58, 2277
[3] Abdullah bin Mübârek, Kitabüz-Zühd, 593.
[4] İbnü’l-Arabî, Mişkâtu’l-Envâr.
[5] Ahmed bin Hanbel, Kitabu’z-Zühd, 50.
YORUMLAR