“Biz, Seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.”[1]
Merhametin kaynağı olan Yüce Rabbimizin, yine merhametinin tecellisi olan Peygamber Efendimiz için Kur’ân-ı Kerîm’de kendisini bulan nâdide bir ifâdesi...
Kâinâtın içerisinden ve insan idrâkinin aldığı-alamadığı ve Kur’ânî ifâde ile “âlemler” diye tanımlanan; zamana, mekâna, soyuta, somuta, insana, hayvana, nebâtâta rahmet olarak gönderilen bir Peygamber...
O ki, Allâh’ın bütün sıfatlarının tecellî ettiği “Varlık Nuru”…
O ki, mü’minlere karşı merhametli bir “Rahmet Deryası”…
O ki, evrensel bir peygamber olması hasebiyle, yaratılan her canlıya karşı “Müşfik İnsan”…
O ki, bütün bir âlem O’nun merhamet pınarından beslenmektedir.
Ve O’nun bütün çağları aşan ve geride bırakan sevgi ve hoşgörü anlayışı…
İşte Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sözü olan, besmeledeki “er-Rahman”, “er-Rahim’’ ifadesinin kendisinde tecellî ettiği merhamet ummânı; Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-...
Evet, Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi el-Fâtihâ’dır. Kelâmullah, onunla açılır. Onunla, Kur’ân’ın sanki özü ifade edilir. Âlemlerin Rabbine hamd ile başlar, Fâtihâ Sûresi… Ve “Errahmanirrahim”[2] diye devam eder, “Din gününü sahibine”[3] atfen...
Ama ondan da önce, besmele vardır. Her işin başında olduğu/olması gerektiği gibi... Yüce Rabbimizin bildiğimiz ve bilmediğimiz sayısız ism-i âzamı olmasına rağmen, O’nun besmeledeki “Rahman” ve “Rahim” sıfat-ı celîlelerine vurgu yapılmış ve her mü’minin, bir işe başlarken Rabbinin merhametli, bağışlayıcı, affedici sıfatlarını anarak başlaması istenmiştir. Oysa Rabbimizin, “Rezzak”, “Settar”, “Vedud”, “Kahhar”, “Cebbar” gibi sıfatları da mevcuttur. İşte hem, dünyadaki bütün insanlara, hem de âhirette imtihanı kazanmış mü’minlere merhametli mânâsına gelen, “Errahmâni’r-rahîm” ifadesi, bir yönü ile yaratılışın bir sevgi ve şefkat sütunları üzerine kurulduğunu ifade eder. Çünkü merhametin özü, O’ndadır. O, kendisinde bulunan sonsuz merhametten, bütün insanların kalbine bir katre koymuştur. Yüreklerimizde eğer bir damla merhamet tezâhürü varsa, o da O’nun keremindendir.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in merhamet tabloları ile dolu hayatına baktığımız zaman, merhametin tecellisi olan sayısız örnekle karşılaşabiliriz.
O, ancak, İslâm’ın ve müslümanların onurunu, gururunu kırıcı, hakkı ve adâleti ayaklar altına alan her türlü saldırıya karşı İslâm’ın izzetini korur, hiç bir şekilde buna tahammül edemezdi. Ki bu, Yüce Rabbimizin Kur’ân-ı Kerîm’inde ifade buyurduğu:
“Onlar, müminlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı da izzetlidirler.”[4] âyet-i kerîmesinde ortaya konulan müslüman tavrının gereğidir.
O, Merhamet Peygamberi olduğu için, amcasının şehâdetine sebep olan, hatta kininden Hazret-i Hamza’nın ciğerini söküp yiyen Hind’i, müslüman olduğu için affetmişti.
O, yine Hazret-i Hamza’yı şehid eden Vahşî’yi müslüman olduktan sonra bağışlamıştı.
O, İslâm’ın en büyük düşmanı Ebu Cehil’in oğlu İkrime’yi, Mekke’nin fethi sonrasında büyük bir nezâketle karşılamış ve affetmişti.
O, İslâm’ı tebliğ için gittiği Tâif’te kendisini taşlayan, kanlar içinde bırakan, hatta şehirlerinden kovan Tâiflileri, Cebrâil -aleyhisselâm-’ın:
“-İstersen bu vadiyi onların başına yıkayım!..” buyurmasına rağmen:
“-Onlar bileseler, böyle yapmazlardı.” diyerek büyük bir merhamet örneği sergileyerek affetmişti.
O’nun hayatının her safhasında merhamet vardı. O ümmetine öylesine düşkündü ki, dünyada onların ızdırabını çektiği gibi, âhirette de ümmetinin düşeceği âkıbetin kaygısını taşıyordu. O’nun ümmetine düşkünlüğünü, yüce Rabbimiz şöyle ifade ediyor:
“Andolsun, size içinizden, öyle bir Peygamber gelmiştir ki, bir sıkıntıya düşmeniz ona pek ağır gelir. O, size pek düşkündür, müminleri esirger, rahîmdir.”[5]
Abdullah bin Mes’ûd -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:
“Biz Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile beraber bir çadırda idik. O, bize:
“-Siz cennetliklerin dörtte biri olmaya râzı mısınız?” buyurdu. Biz:
“-Evet.” dedik. O, bu kere:
“-Siz cennet ehlinin üçte biri olmaya râzı mısınız?” buyurdu. Biz:
“-Evet.” dedik. O, şöyle buyurdu:
“-Nefsim kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, ben sizin cennetliklerin yarısı olmanızı çok kuvvetle umarım. Sebebi de şudur: Cennete yalnız müslüman olan kimse girecek, başkası giremeyecektir. Ve sizler, müşrikler (kâfirler) içinde, ancak siyah öküzün cildindeki beyaz bir kıl veya kırmızı öküzün derisindeki siyah bir kıl gibisiniz.” buyurdu.
Ümmetinin hepsinin cennete girmesini arzu eden bir Peygamber... Ümmetinden hiç birisine bir nokta kadar bile zarar gelmesini istemeyen bir Peygamber.
Yine Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-’ın bir rivâyetinde Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Her Peygamberin kabul edilen bir duâsı olur ve her Peygamber bu duâsını, acele etti, yani dünyada etti. Fakat ben, makbul duâmı, ümmetime şefaat için sakladım. Bu sakladığım duâ, ümmetimden olup da Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölen herkese nasip olur.”
Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- rivayet ediyor.
“-Ben, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e on sene hizmet ettim. Bana, bir kere dahî «öf» demediler. Hizmetim esnasında uygunsuz bir şey yapsam, bu işi niçin yaptın diye azarlamazlardı.”
Bütün insanlara merhamet içinde olan Peygamber Efendimizin, çocuklara olan şefkati de ümmetin anne ve babalarına örnek teşkil etmektedir. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocukları çok sever, onlara karşı şefkat ve merhamet gösterirdi. Belki de Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e nasip olmayan kendi erkek çocuklarını sevememe imtihanı, onun gül kokulu torunlarının şahsında bütün çocuklara şâmil olmuştu. O, bütün dünyanın çocuklarının sevgili dedesi idi.
Onun küçük yaşta vefat eden oğlu İbrahim’le yaşadığı şu tablo, yürekleri burkacak vasıftadır:
Hazret-i Enes -radıyallâhu anh- O’nun bu hâlini şöyle anlatıyor:
Bir kere Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile Ebû Seyf’in evine gitmiştik. Ebû Seyf’in zevcesi, Peygamberimizin oğlu Hazret-i İbrahim’in sütninesi idi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- oğlu İbrahim’i kucağına aldı. Öptü, kokladı. Başka bir defasında da yine Ebû Seyf’in evine gitmiştik. Bu defa İbrahim can veriyordu. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’ın iki gözü yaş dökmeğe başladı. Bunun üzerine Abdurrahman ibn-i Avf:
“-Yâ Rasûlallâh! Halk musîbet zamanında sabretmeyebilir, fakat sen de mi?” diye hayret edince:
Rasûlüllâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Ey İbn-i Avf! Bu hâl, babanın çocuğuna karşı beslediği rahmet ve şefkattir!” buyurdu. Sonra bu gözyaşını bir diğeri takip etti. Bu defa da Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Göz ağlar ve kalp mahzûn olur. Biz, Rabbimizin râzı olacağı sözden başka bir kelime ile izhâr-ı hüzün etmeyiz. Ey İbrahim!.. Bizler senin ayrılığınla pek mahzun ve kederliyiz.”[6] buyurdu.
Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nerede bir çocukla karşılaşsa, onunla empati kurar, kucağına alarak okşar ve sevgiyle bağrına basıp öperdi. Bu kucağa alma Allah Rasûlü’nün ne kadar mütevâzî ve yumuşak huylu olduğunun da bir işaretidir.
O, çocuklarla arkadaşça konuşur, onların yanında çocuklaşır; anlayış seviyelerine göre sohbet eder ve öğütler verirdi. Bir gün kızı Hazret-i Fâtıma’nın evine gittiğinde, dışarıda bir kenara oturup Hazret-i Hasan için:
“-Küçük orada mısın? Küçük orada mısın?” diye seslendi.
Biraz sonra Hazret-i Hasan, elbiselerini giymiş, saçı-başı yıkanıp taranmış bir hâlde koşarak Allah Rasûlü’nün yanına geldi.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz, torununu kucaklayıp öpüp kokladı. Sonra:
“-Allâh’ım, sen bu çocuğu sev, bunu seveni de sev!..” diye duâ buyurdu.
Yine Üsâme bin Zeyd -radıyallâhu anh-’den şöyle rivâyet edilmiştir:
“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- beni alır dizine oturturdu, Hasan’ı da öbür dizine oturturdu, sonra bizi bağrına basarak:
«Allâh’ım bunlara rahmet ve saâdet ihsan buyur. Çünkü ben, bunların hayır ve saadetlerini diliyorum.»”[7] buyururdu.
Merhamet, insanın kendisine acıması ve verilen emânete en hassas şekilde dikkat etmesidir.
Merhamet, merhamet görmek isteyenler için de gerekli bir hâldir. Çünkü Efendimiz:
“Merhamet etmeyen kimseye merhamet olunmaz.”[8] buyurmaktadır.
Kısacası, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in engin merhamet deryasından katre misâli bir kaç örnek sunmaya çalıştık… Âlemlere rahmet olarak gönderilen o merhamet deryasının merhametine lâyık olmak duâsıyla...
[1] el-Enbiyâ, 107.
[2] el-Fâtiha, 2.
[3] el-Fâtiha, 3.
[4] el-Mâide, 54.
[5] et-Tevbe, 128.
[6] Buhârî, Cenâiz, 43.
[7] Buhârî, Edeb,1974.
[8] Tirmizî, Birr 12.
YORUMLAR