İnsanoğlunun dünya hayatındaki yolculuğu, tâlim ve terbiye yapılan bir okul mesâbesindedir. Bu okuldaki eğitim, gergefe işlenen nakış gibi insanı yavaş yavaş süsler, terbiye eder. Anne kucağından inemeyen bebekler misâli, önce yerde sürünmeyi, ardından ayaklarını kullanarak yürümeyi, koşmayı öğrenir. Gördükleri, işittikleri, kişilik ve karakterini oluştururken, öğrenmiş olduğu bilgileri, yaşamış olduğu hayat ve ahlâkı ile kemâlât (olgunluk) veya denâet (alçaklık) derecesini belirler.
Bu mânevî olgunlaşma eğitiminin kitabı; Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’dir. Nitekim, “Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 16) buyuran Rabbimiz, ezelî ilmiyle insanın yalnız olmadığını bildirmiş ve ona, doğru yolu göstermiştir. Kelâm-ı Kadîm’inde ise sık sık “Ey insanlar, ey îmân edenler, ey teslim olanlar, ey mü’minler, ey muvahhidler…” diye hitap ederek onları hayra ve hakîkate dâvet etmiştir. Yaratılan bütün insanlar da fıtrat gereği, bir ömür Yaratıcı’larını aramış, ancak O’na itaat ve teslîmiyetle mânen huzur ve sükûn bulmuşlardır.
Kutlu dâvete; “Lebbeyk Allâhümme lebbeyk: Buyur Allâh’ım, buyur!” diye yönelmenin, kutlu çağrıya saygı ve hürmetle cevap vermenin, emre itaat etmenin diğer adı; “ibadet” olmuştur.
İbadet; Yaratan’ın sözünü dinlemek, itaat etmek, “bismillah” diyerek O’nun tâlim ve terbiye mektebine kayıt olmaktır. Dolayısıyla ibadetler, dünya hayatının “tedrisât-ı âliyesi” yani “yüksek öğrenimleri” hükmündedir. Nitekim ibadetlerde insanı, kemâlâta taşıyan pek çok mertebeler vardır. İnsanoğlu bu mertebelerle âdeta “beşer”liğinden çıkıp “eşref-i mahlûkât” seviyesine yükselir. Günde beş vakit Rabbin huzuruna/makamına çıkılan namazla muhabbet, tevâzû, havf ve haşyet âdâbını kazanırken yapılan duâ ve tesbihatlarla mahcûbiyet, ilticâ, fakr ve aczini idrâk terbiyesi alır. Oruçla nefsi ve bedeni terbiye ederken sabır, takvâ, verâ, izzet, kanaat, diğergâmlık, cömertlik mertebeleri kazanır. Kur’ân-ı Kerîm başta olmak üzere, ilim öğrenmek için rahle-i tedrîse oturduğu zaman ise, hayâ, edep, zühd ve vakar hasletlerini nakşeder...
İbadetler, Allah ile kul arasındaki en sade ve en husûsî beraberlik hâlidir. İbadetler, akıl, kalp ve bedenin bir bütün oluşturarak Rabb’e sunmuş olduğu âcizâne bir ikram, bir hediyedir. Bu hediyenin değeri, insanın ona gösterdiği ihtimam ve ehemmiyet ölçüsünde gelişir. Çeyizler gibidir. Emekle, göz nûru ile, sevgi ve hasretle işlenir ilmek ilmek... Nitekim bu çeyiz, sırma bohçalarla melekler tarafından taşınır Hak Teâlâ’ya. Melekler, ismini bizzat zikrederek sunarlar Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’ya…
Elbette sevgiyle, ihlâsla işlenen ibadetlerin önce muhabbet kokusu yükselir Mevlâ’ya... Sevgisi, hasreti, ihlâsı sunulur. En Sevgili’ye sunulan çeyizler açılır sonra teker teker… Adetlerine, tâdil-i erkânına bakılır; tesbihleri, kıraatleri, teslîmiyetleri, ihtimam ve gayretleri müşâhede edilir. Çeyizleri için ayırmış olduğu zaman gözlenir, verdiği titizlik ve emek tartılır.
* * *
Âlemlerin Rabbi dünya yolculuğunda bildirmişti oysa kullarına sevdiği, râzı olduğu ibadetleri… Apaçık bir şekilde haber vermişti, sevgisini kazanmanın yol ve metotlarını… Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de hadîs-i şerîflerinde sık sık tavsiyelerde bulunmuştu. Meselâ bu hususta birkaç hadîs-i şerîf şöyledir:
“Allah, kullarına tevhidden sonra namazdan daha sevdiği hiçbir şeyi farz kılmamıştır. Eğer namazdan başka bir şey daha sevimli olsaydı, melekler onunla ibadet ederlerdi. Meleklerin bir kısmı dâimâ rükûda, bir kısmı secdede, bir kısmı kıyamda ve bir kısmı da kuûddadır (oturuştadır).” (Irakî, I, 147)
“Allah yolunda bir günlük oruç tutan kimseyi Allah Teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar.” (Buhârî, Cihad, 36)
“Sizden biri, Allah ile konuşmak istediği zaman Kur’ân okusun.” (Süyûtî, I, 13/360)
“Mü’minlerin îman bakımından en mükemmeli, ahlâkı en iyi olanıdır.” (Tirmîzî, Radâ, 11/1162)
“Farz ibadetlerden sonra en faziletli amel, bir müslümanı sevindirmek, gönlüne sürur ve huzur vermektir.” (Kütüb-i Sitte)
Bir hadîs-i kudsîde ise Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“…Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık kazanamaz. Kulum, Bana farzlara ilâveten işlemiş olduğu nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır. Nihayet Ben onu severim. Kulumu sevince de Ben onun (âdeta) işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, akleden kalbi ve konuşan dili olurum…” (Buhârî, Rikâk, 38)
Rabbe sunulacak ibadet çeyizlerini artırmak, O’na olan muhabbet ve teslîmiyet ölçüsüncedir. Unutulmamalıdır ki, “Seven sevdiği için hazırladığı ikramları, en özel ve en güzel şekilde hazırlar. Sevgiliye verilen hediyeye paha biçilemez. Durmadan yetinmeden çalışılır, biriktirilir çeyiz bohçaları…”
En Sevgili kulu Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu vesîleyle güne uyanırken hamdle, duâlarla açmış mübârek gözlerini; sonra abdestle ziynetlenip rızâsını kazanmak hedefiyle evden çıkmıştır. Gün bitiminde yanını yatağına koyduğunda ise; “Allâh’ım, nefsimi Sana teslim ettim, yüzümü Sana döndürdüm, işimi Sana havâle ettim. Azâbından korkarak ve sevabını umarak bütün işlerimde sırtımı Sana dayadım. Senin azâbından kurtulup sığınılacak ancak Sen varsın. İndirmiş olduğun Kitâb’ına ve göndermiş olduğun Peygamberine îmân ettim. Senin isminle ölür, Senin isminle dirilirim.” diye duâ etmişti. (Buhârî, Deavât, 7)
Kendisi bu şekilde Allâh’a sığınan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- duânın da müstakil bir ibadet olduğunu şöyle haber vermiştir:
“Kime duâ kapısı açılmışsa ona rahmet kapısı açılmış demektir. Allâh’a en sevimli dua kendisinden afiyet istenilmesidir…” (Tirmizî, Deavât, 101/3548)
YORUMLAR