Hayırlı günler,
- sayıdaki Şebnem Dergisi’nde “çocuk isimleri” üzerine bir yazınız vardı. Size kendi isim hikâyemi anlatarak, ne derece hassas ve mühim bir konunun üzerinde durduğunuzu ispatlamak istedim. İşte benim isim hikâyem:
Balkan göçmeni olan âilem, Türkiye’ye göçtükten bir yıl sonra ben dünyaya gelmişim. Babam, bana asker arkadaşının adını vermiş. Doğru-dürüst bir isim olsa dostluğunun anısına, saygıyla taşımak isterim. Annemin iki gözü iki çeşme:
“-Bu ad, Türkçe değil; gel babalarımızın, dedelerimizin isimlerinden koyalım.” Diyor, ama dinletemiyor.
Kadıncağız üzüntüsünden hummâlar geçirmiş. Babam diretiyor ve adımı “Jülvent” koyuyorlar.
Ben daha konuşmayı öğrenmeden “Ne biçim ad, anlamı ne!..” gibi soruları ezberledim. Normal, sağlıklı bir çocuktum, Allâh’a şükür bir özrüm yoktu. Ama üzerimde bir tuhaflık vardı. Okul, hastane gibi kamu kuruluşlarında zorluklar çıktı. Yeni ortamlara girip değişik insanlarla kaynaşamadım, çekindim. Adım yüzünden a-sosyal oldum. Okul başlı başına fobim (korku kaynağım) hâline geldi. Adım sorulmasın, anlamı merak edilmesin, göze batmayayım diye parmak kaldırmadığım anlar çoktur. Derslerde atak olamamamın tek sebebi “ad”ımdır. Derse kalktığımda işlediğimiz konudan önce “ad”ım gündeme gelecekti. “Ad”ım yüzünden başarısız oldum. Tıpkı adımın mânâsızlığı, karaktersizliği, ifâdesizliği, zorluğu, yabancılığı gibi bir hâl almaya başladım. Geçinilmesi zor, karaktersiz, ifâdesiz, insanlara yabancı, hedefsiz biri oldum çıktım. Sanki âilem veya ben bir suç işlemiştik de bunlardan bahsedilince sıkılıyordum. Bir süre içime kapandım. Sonraları en ufak bir şeyde öfkelenmeye başladım.
Ortaokul sonlarındaydım. Din dersi öğretmenim, adımın anlamını sordu. Omuzlarımı silkeledim.
“-Bir dahaki derse adını kim koyduysa, ondan öğrenip bana söyleyeceksin, ödevin bu!..” deyip dersten çıktı.
Yüzüme bakmış olsaydı gözlerimdeki ızdırabı, yüreğimdeki sıkıntıyı mutlaka görecekti. İyi bir âilenin, iyi bir evladıydım. Neden içinden çıkılması güç durumlara düşüyordum? Kimseye en ufak zarar vermemiştim. Mâsumdum. Neden suçlu gibi bir damga yiyordum? Ertesi ders, ilk önce beni kaldırdı. Aslında yaşlı, unutkan bir beydi. Beni unutmamıştı. Şimdi de adım yüzünden yalancı olmak üzereydim.
“-Nüfus memuru yanlışlık yapmış…”
“-Evladım ne biçim yanlışlık bu? Futbol takımı ismi gibi, ya da ecnebî adı gibi. Sen liseye başlayacaksın, askere gideceksin, iş hayatına atılacaksın… Hatta insanlar öldüklerinde adlarıyla çağrılacaklar. Eğer bir yanlışlık olduysa, kimse size bir zorluk çıkartmayacaktır. Gidin nüfus müdürlüğüne yardım isteyin. İstersen, ben konuşayım âilenle.” diye biten bir konuşma yaptı.
Aklıma en iyi yer eden cümlesi şuydu:
“-Peygamber Efendimiz kötü olan isimleri değiştirmiştir…”
Evet, adım değişmeliydi. Geç de olsa değiştirmeliydik. Heyecandan ve sinirden titriyordum. Kendimi uzaydan gelmiş gibi hissediyordum. Uzun araştırmalar sonucunda bir dâvâ açtık. (Babama göre hâlâ gereksiz bir şeydi. Benim için hayatî bir meseleydi.) Resmen sanık koltuğundaydım. Pırıl pırıl, günahsız, mâsum, mutsuz on dört yaşındaki çocuk; babasının asker arkadaşının adı yüzünden hâkim karşısındaydı. Kulaklarım uğulduyordu. Dilekçede en yakın ismi talep etmiştik. Resmi Gazete ilânları, nüfus cüzdanı yenilemeler falan derken yeni adıma kavuştum: Levent…
İlk zamanlar, yine irkildim adımı söylerken, âilem, arkadaşlarım yine eski adımı kullanıyorlardı. Olsundu. Zamanla her şey düzelecekti.
“-Neden değiştirdiniz? Avrupalı gibiydin, adın tekti, hava atardın.” diyen densizler de oldu. Hava atmak mı? Ben yerin dibine batıyordum.
Allâh’ıma çok şükür, daha yeni yeni sıyrıldım, o isim bunalımından!.. Liseyi bitirdim, askere gittim. Şimdi çalışıyorum. Galiba “ad”ımın anlamı gibi bir adam olmaya başladım. İri yarı, tuttuğunu koparan, güçlü, deniz seven yapım var. Zamanında bana doğru dürüst bir isim koysalardı, adımı yüksek sesle, gururla, anlamını bilerek haykıracaktım. Bu kadar sıkıntı çekmeyecektim…
Hepinize iyi yayınlar dilerim.
YORUMLAR