“Merhaba Halime Demireşik hanımefendi,;
Az evvel Şebnem’deki “İnsanı İsraf Etmemek” adlı yazınızı okudum. Ve gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Sınıf öğretmeniyim. (3. sınıf okutuyorum.) Öğrencilerime yeri geldiği her fırsatta Allah ve Peygamber Sevgisi, imanın, İslâm’ın gereklerini, birer hanımefendi veya beyefendi olmanın edebini anlatmaya çalışırım. Tâzecik beyinlerin duydukları her sözü nakış gibi işlediklerini ve günü geldiğinde kendini mutlaka gösterdiğini bilirim. Ama yine de kendimi bu konuda yeterli görmeyip üzüldüğüm ya da diğer sınıftaki –özellikle kız öğrenciler için- için için acı çektiğim olmuyor değil!.. Nitekim iki yıl önce beşinci sınıf kız öğrenciyi ip atlarken eteği açıldığı için uyardığımda, bir sonraki teneffüste öğretmeni beni uyarmıştı. “Beşinci sınıf öğrencisi, henüz çocuk”muş!.. Oysa şimdi dikkat etmeyi öğrenemeyen kızlar 15’lerine gelince pek hassas olmuyorlar. Bugün yine nöbetçiydim ve kantinden yükselen müzik sesine doğru gittiğimde kanım dondu. İki tane 8. sınıf öğrencisi kız, kendi sınıf arkadaşları erkek öğrenciler ve onca kantin çalışanı karşısında hiç çekinmeden dans ediyorlardı. İçim acıdı. Keşke yazınızı tüm öğretmen arkadaşlara okutabilsem ya da okuyunca anlayabilseler!.. Bir çoğumuz biz eğitimcilerin üzerindeki mânevî vebâlin farkında değiller. Ya da dergide “Bir Öğretmenin Mektubu” başlıklı yazının sahibinin dediği gibi “alışıldığı için umursamazlık”, uçurumun dibini daha da derinlere çekiyor.
Saygılarımla…
(N.B.)-Gaziantep”
“Selâmun aleyküm,
Ben Rabia… Derginizi sürekli tâkip eden bir okuyucuyum. Benim derdim, yazarı Selime Akburç olan “Bir Öğretmenin Mektubu” adlı yazıda bir maddede “sıkıntı yarattığı için…” diye yazılmış. Bu kelimeyi yazan kimseyi, yazıyı yayınlayanları, bu yazıyı okuyup da kınamayanları kınıyorum. Biz, Allah’ın izniyle İslâm’ı tebliğ etmeye çalışıyoruz. Böyleyken ve bu kelime yanlışken, güvendiğimiz bir dergide bu kelimelerin kullanılmasına karşıyız. Dergiyi yayınlamadan önce birkaç kişinin gözden geçirmesi gereklidir. Zira bu “sadaka-i câriye” olduğu gibi “seyyie-i câriye de olabilir. Ve aynı yazıda cinsellikten çok bahsedilmiştir. Burada kullanılan kelimeler de çok aşırı… Daha üstü kapalı olmalı… Bu olaylar ne kadar bizim ibret almamız için anlatılsa da, bir şiddetin veya başka ahlâksız bir hareketin sürekli ve uygunsuz kelimelerle zikredilmesi; o mesele için teşvik gibidir. Hatırlatılan bir mesele, unutulmaması gereken bir konu olmalıdır.
Yine başka bir yazının resimlerine bakıldığında Hıristiyanların kullandıkları simgeler, onların ibâdethânelerinin resimlerini görüyoruz. Ve daha önce yayınlanan dergilerden birinde yanan mumlar göze çarpmıştı. Bu gibi fotoğraflardan şiddetle kaçınılmalı… Zira bir şey görüldükçe göze âşinalık verir, âşinâ oldukça alışılır. Bu yüzden bunların yayınlanmaması teklifimizdir. Bir de resim, yazı.. vs. bir şey çirkinse menfî olarak, güzelse müsbet olarak tesir eder.
Saygılarımla…”
(Rabia Çelik)
Birkaç Not: İnternet üzerinden gelen bu mesajda temas edilmesi gereken birkaç husus olduğu için okuyucularımızla paylaşmak istedik. Şöyle ki:
* Seçilen ifadedeki “yaratma” kelimesi, özel olarak Allah için “yoktan var etme, hâlıkıyet” mânâsında kullanılmakta ise de, mecâzen Osmanlıca “ibdâ, icad…” kelimelerinin karşılığı olarak “meydana getirme, oluşturma, ortaya çıkarma” gibi mânâlarda insanlar için de kullanılmaktadır. Bu hususta daha geniş bilgi için, en son hazırlanan Türkçe sözlüklerden birinde (Kubbealtı Neşriyâtı-Misâlli Büyük Türkçe Sözlük) “yaratıcılık, yaratmak, yaratılmak” maddelerine bakılabilir. Mesela “yaratmak” kelimesi ile ilgili:
“1.(Allah) Yoktan var etmek, halketmek. 2. (Daha önce olmayan bir şeyi) ortaya koymak, yapmak, ibdâ etmek. 3. Ortaya çıkmasına, meydana gelmesine yol açmak, sebep olmak.” mânâları zikredilmiştir.
Dolayısıyla yazıdaki kullanım şeklinde bir hata yoktur. Bu, sadeleştirme bahanesiyle yapılan bir dil kıyımının acı neticelerindendir. Farklı kelimelerle ifade edilen mânâların, tek kelimeyle dile getirilmeye çalışılmasından doğan bir boşluktur. Ama ikazınız için yine de teşekkür ederiz. Bundan böyle bu kelimenin kullanımında daha dikkatli davranılacağını bildirmek isteriz.
*İkinci husus, derginin baskıya girmeden önce başta yayın kurulu olmak üzere, ehliyetli pek çok kişinin elinden geçtiğini ifade etmeliyiz. Hemen her yazı ince süzgeçlerden geçerek, pek çok kimse tarafından gözden geçirilmektedir.
* Yazının bütününde “cinsellik çağrıştıran ve açık ifadeler” bulunduğundan şikâyet edilmesine gelince, bize gönderen dertli öğretmenimizin merâmını anlatırken kullandığı ifadeleri mümkün mertebe değiştirmek istemedik. Buna rağmen, uygun olmayan bazı cümleleri tamamen kaldırdığımızı da bildirmek isteriz. Ayrıca hakikatin tam olarak ortaya çıkması için, bazı gerçekler acı da olsa, tekrar edilmesinde ibret alınması nokta-i nazarından fayda mülâhaza ediyoruz.
* Dergide misyonerlik ve Hıristiyanlıkla ilgili kullanılan haç ve resimlere gelince, buralara câmi, namaz vb. resimler konulamaz herhâlde… Sadece dergide kullanılan yazılardan seçilen spotları okuyan bir insanda bile o resimlere karşı bir sempati oluşacağını düşünmüyoruz.
* Son olarak bize, çok farklı kesimlerden, ilgili yazı hakkında, müsbet-menfî birçok değerli görüş intikal etti. Birçoğu bunun fotoğrafın sadece bir kısmını yansıttığını, toplumdaki çözülme ve çöküşün çok daha vahim olduğunu ifade ederken, kimileri de topluma ümit aşılamak gerektiğinden bahsetti. Biz, meseleyi elden geldiğince ana hatlarıyla ortaya koymaya çalıştık ve değerlendirmeyi muhterem okuyucularımıza bıraktık. Onlar zaten her gün bu ve benzeri misalleri çevrelerinde görmekteler. Allah, bu hususlarda üzerimize düşen vazifeleri lâyıkıyla idrâk edip muktezâsınca yaşayabilmemizi müyesser eylesin!..
“O GELDİ ESENLER’E
Farklı kültürlerin harmanlandığı bol rüzgarlı bir İstanbul ilçesidir, Esenler!..
Bu kalabalığa bir de gül kokulu, gönülleri okşayan mânevî bir rüzgar essin istedik. “Peygamber Efendimizi dâvet edelim mekânımıza, acaba icâbet eder mi?” dedik.
Esenler’de 4 yıldan beri Velâdet ayında buluştuğumuz genç kızlarımızla bu yılki programımız farklı olsun istedik ve çıktık “O’nun yoluna!..”
Kızlarımızın geneli öğrenci idi ve sık sık bir araya gelip prova yapamıyorduk. Yüreğimizde:
“-Acaba O’nu anabilecek miyiz?” telâşı ve korkusu içindeyken program günü geldi çattı. Ve o gün anladık ki, kırık kalplerle ve hüzünle yapılan duâlarımıza elhamdülillâh icâbet olunmuştu. Dâvetlilerimiz ile 200 kişilik bir salonu nasıl doldurabiliriz, derken, 400 kişiyi birden karşımızda görünce yüreğimize ayrı bir şevk geldi. Rabbim, duâlarını bizlerden esirgemeyen bütün gönül dostlarına fazlasıyla mukabelede bulunsun!..
Slayt gösterisiyle başlayan mânevî günümüz, Hazret-i Vahşî’nin, Efendimize hasret ve aşkını anlatan sözleriyle bizleri gözyaşına boğdu âdeta… “Sultan’ım” isimli şiiri okuyan Şifanûr isimli küçük kızımız, âdeta gelecek nesiller adına ümid vaat ediyordu.
“40 yaşındasın, hâlâ ümmetinin başındasın!..” şiiri okunurken saâdet çağını teneffüs ettik âdeta…
“Mihraplar Sensiz ağlıyor
Minberler Seni arıyor
Buralarda durulmuyor
Hasretinden ey Nebî!”
İlâhîsi, Rasûlümüze ne kadar hasret olduğumuzu hatırlattı bizlere…
Ve o beklenen ân geldi. Programda sahnede değişip duran slaytlar izlenirken, misafirlerimiz salavât-ı şerîfeler getirmeye dâvet edildiler ve o an anladık ki, “O” -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Esenler’e geldi. Eller üzerinde, sakal-ı şerif sandukası, yaralı yüreklerimizi coşturdu.
Yâ Rasûlallâh!.. Dünya gözüyle göremedik zâtınızı… Ancak Sen’den bir hâtıra olan sakal-ı şerifinizi öpmeyi nasip eyledi Rabbim bizlere…
Ve dostlar, âcizâne istedik ki, Gül’e kardeş olan Şebnem dostlarıyla paylaşalım, bu his ve heyecanımızı!..
Dostlar!.. Hazret-i İbrahim’in ateşini söndürmeye giden karınca misâli olabilir isek bu yolda, ne mutlu bizlere!..
“Boynumuz bükük!.. Senden ne gelse râzıyız, hiç olmazsa bir tebessümünü biz ümmetinden eksik etme yâ Rasûlallâh!..”
Velâdet ayını, gönüllerimize yayma dileğiyle… Vesselâm.”
(Sibel Sevde Hatip)
YORUMLAR