Medîne-i Münevvere’yi bir nebze yâd edebilmek için kalemi elime aldığım bugün, bütün dünyayı kısa sürede tesiri altına alan virüsle imtihanımızın 79. günü… Câmilerimizin yarın ilk kez Cuma namazı için açılacağı, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî’de cemaatin namaz kılmaya yeniden başladığı günlerde bu konuyu ele almak, târifi zor, buruk bir duygu...
11 Mart’tan bu yana, Rabbimiz’in lûtfettiği nisbette pek çok nîmetin farkına vardık. Akın akın yollara düşen hac ve umre yolcularının, bir anda memleketlerinde öylece kalakalması, târifi için kelimelerin kifâyetsiz kaldığı hüzünlere gark etti bizi… Bütün temennîmiz, bu imtihanın tez vakitte dünya üzerinden Rabbimiz’in ihsanı ile çekip gitmesi.
Virüsten önceki günler tamamen ne zaman geri gelir ya da geri gelir mi, henüz bilemiyoruz. Bize düşen, olup bitenler karşısında tefekkürde derinleşip fert fert nefis muhasebesi yapmak, elimizden gelen bütün tedbirleri aldıktan sonra Rabbimiz’e tevekkül edip takdîrine râzı olmak, sahip olduğumuz nîmetlerin elimizdeyken kadr u kıymetini bilmeye, şükrünü edâ etmeye çalışmak…
Dolayısıyla, gönlümüzde cıvıl cıvıl Mekke-Medîne günlerinden, avlusu ve içi neredeyse bomboş olan görüntülerin yaşandığı günümüze geçişin hüznü ve burukluğu, dilimizde hac ve umre ibadetlerinin sağlıkla ve hayırlarla tez vakitte başlayabilmesinin nasîb olması duâsıyla hasbihâlimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Medîne’ye, ya hac ve umrenin Mekke günleri bittiğinde -genelde- kara yoluyla gidiyorsunuz ya da Mekke’ye gitmeden önce, memleketinizden direkt Medîne’ye doğru hareket ediyorsunuz. Her ikisinin de kendisine has duygu ve avantajları mevcut...
Önce Medîne’ye gitmek, umrenin mânevî atmosferine hazırlığınızda büyük bir destek teşkil ediyor.
Hac ya da umre sonrası Medîne’ye doğru yola çıkınca ise, bir taraftan Mescid-i Harâm’a vedâ etmenin mahzunluğu; diğer taraftan sizi Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i ziyarete doğru yaklaştıran her dakikanın heyecanı ile farklı bir duygu cümbüşünde buluveriyorsunuz kendinizi… Hac ve umrede kuşandığınız bambaşka hislerin yüreğinizdeki sıcaklığı ile yeryüzünün ikinci Harem’ine doğru, hem de “Hicret Yolu” üzerinden ilerlemek, müthiş bir hâlet-i rûhiyeye kapı aralıyor. Rabbim, Medîne’ye her iki türlü gidiş heyecanını, cümle ümmet-i Muhammed’e nasîb eylesin.
Hicret yolu, büyük ölçüde Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ile birlikte takip ettikleri yol esas alınarak düzenlenmiş bir güzergâh… Klimalı ve konforlu otobüsünüzün camına başınızı dayayıp; deve üzerindeki Allah Rasûlü ve Hazret-i Ebû Bekir Efendimizi hayal etmeye çalışıyorsunuz.
“-Onlar da bu yollar üzerinde günlerce yol almıştı, buralardan geçmişlerdi.” diyerek izlerini takip ediyormuşçasına ilerliyorsunuz. O saadet asrında dünyaya gelmemiş olmanın teessürü ile Peygamber Efendimiz’in:
“-Beni görmeden îman edenlere yedi kere ne mutlu…”[1] buyuruşunun, bizlerden, “özlediği kardeşleri”[2] olarak bahsedişinin tesellî ve mutluluğu karışıyor yüreğinizde.
“Kabrimi ziyaret eden, hayattayken beni ziyaret etmiş gibidir.”[3] müjdesi ile tarifsiz bir heyecan kaplıyor bütün zerrelerinizi… İşte, sizi böylesine farklı ufuklara kanatlandırabilecek bir yolculuğun her bir dakikası çok özel, bu yüzden...
Nefis muhâsebesi, salavâtlar, tefekkürler, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatı ve özellikle Medîne günleri hakkında hayaller; yol boyunca ne kadar sizinle olursa, sahip olduğunuz nîmetin cinsinden, o kadar şükür hâlinde bulunabilirsiniz. Yoksa zaman zaman esefle şahit olduğumuz gibi, hurma fiyatları ve alışverişleri hakkında lüzumsuz konuşmalara mâruz kalabilirsiniz ki, bu, elinizdeki büyük fırsatı gereğince değerlendirmenizi engelleyebilir, Allah muhafaza... Bu tip muhtemel boş ve mâlâyânî muhabbetlerden kendimizi muhafaza etmeli; esas meselelerimize odaklanmalıyız.
“-Peygamber Efendimiz’e nasıl bir ümmet olabildik? Şimdiye dek hangi sünnetlerini uyguladık? İhmal ettiğimiz ya da hayatımıza henüz geçiremediğimiz ne gibi sünnetleri var? Hicret ne gibi mânâlar taşıyor? Hayatımızda kendisinden uzaklaşarak hicret etmemiz gereken neler var?” vb. soruları sorabiliriz kendimize...
* * *
Ayrıca, ecdâdımızdan Üstad Şâir Nâbî’nin -Allah rahmet eylesin-, edep, tefekkür ve muhabbetle taçlanmış Medîne yolculuğuna mukabil almış olduğu muazzam mükâfatı, o zamanda yaşamışçasına hayal edebiliriz. Gelin, hep birlikte yâd edelim o muhteşem hâtırayı:
“Şâir Nâbî, 1678 yılında, devlet adamları ile beraber Hac seferine çıkar. Kâfile Medîne’ye yaklaşırken Nâbî, heyecandan uykusuz hâle gelir. Kâfilede bulunan bir paşanın gafleten ayağını, Medîne-i Münevvere’ye doğru uzattığını görür. Bu durumdan çok müteessir olarak meşhur naatini yazmaya başlar.
Sabah namazına yakın kâfile Medîne-i Münevvere’ye yaklaşırken Nâbî, yazdığı naatin Mescid-i Nebî’nin minârelerinden okunduğunu duyar:
Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hudâ’dır bu;
Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ’dır bu.
(Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili peygamberi Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın makâmı ve beldesi olan bu yerde edebe riâyetsizlikten sakın!..)
Habîb-i kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazîlette
Teveffuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâdır bu
(Burası, Allah (cc)’nun Sevgilisi’nin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazîlet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın Arş’ının bile üstündedir.)
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâil
Amâdan açtı mevcûdat çeşmin tûtiyâdır bu
(Bu mübarek toprağın ziyasından, yokluk karanlığı sona erdi. Varlık âlemi, körlük ve yokluktan gözünü onun sürmesiyle açtı.)
Felekte mâh-i nev Bâbü’s-Selâm’ın sîne-çâkidir
Bunun kandili Cevzâ matla-i nûr-i ziyâdır bu
(Gökyüzünde hilâl, O’nun selâm kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Semâdaki Cevzâ’nın nûr ve ışık kaynağı O’dur.)
Murâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha,
Metâf-ı kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu.
(Ey Nâbî, bu dergâha edep kâidelerine uyarak gir! Burası, meleklerin etrafında pervâne olduğu ve peygamberlerin (eşiğini) öptüğü mübârek bir makamdır.)
Bu durum karşısında çok heyecanlanan şâir Nâbî, hemen müezzini bulur:
“–Bu naati kimden ve nasıl öğrendiniz?” diye sorar.
Müezzin:
“–Bu gece Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- rüyâmızda bize; «Ümmetimden Nâbî isimli bir şâir beni ziyarete geliyor. Bu zât bana son derece aşk ve muhabbetle doludur. Bu aşkı sebebiyle onu Medîne minârelerinden kendi naati ile karşılayın!..» buyurdu. Biz de bu emr-i nebevîyi yerine getirdik...” der.
Nâbî, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Hem ağlar, hem de şunları söyler:
“–Demek ki Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana «Ümmetim!» dedi! Demek ki, İki Cihân Güneşi beni ümmetliğe kabul buyurdu…”[4]
Rabbimiz bu büyük bahtiyarlıktan bize de hisse ve feyzler nasîb eylesin. Âmîn.
(Devam Edecek)
[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 155.
[2] Müslim, Tahâret, 39; Nesâî, Tahâret, 110.
[3] Darekutnî, Sünen, II, 278.
[4] Şâir Nâbi’nin Mescid-i Nebî’nin minârelerinden okunan şiiri… bkz: www.islamveihsan.com
YORUMLAR