Medîne-i Münevvere’de bulunduğunuz müddet boyunca, özellikle de Ravza mekânının hudutlarını belirleyen yeşil halılara ayak basmak için sıranın size gelmesini beklerken; Rabbimiz’in, hakkında âyet-i kerîmeyle îkaz buyurduğu hususları hatırımızdan hiç çıkarmamamız gerekmekte…
(Kafile görevlileri bahsetmeyi unutursa), bu âyet-i kerîmeyi Medîne’ye varmadan önce grup arkadaşlarının birbirine hatırlatması da ehemmiyet arz etmekte:
“Ey îman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla çıkarmayın, birbirinize bağırdığınız gibi O’na bağırmayın. Sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gidiverir.
Allah Rasûlü’nün yanında seslerini kısanlar var ya, işte onlar, Allâh’ın gönüllerini takvâ yönünden denemeye tâbî tuttuğu kimselerdir. Onlar için büyük bağışlanma ve büyük bir mükâfât vardır.” (el-Hucurât, 2-3)
Bu ikazlar, özellikle oralarda kulaklarımızda çınlamalı, kendimizi sürekli mîzan etmeliyiz. Memleketimizdeki hayatımızda da bu îkazları mânevî sahada ihlâl etmemeli, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e hürmette kusurdan kaçınmalıyız. Lâkin o müstesnâ mekânda hususî bir imtihandan geçtiğimizi de bilmeliyiz.
Böylesi geniş ve büyük bir mekâna, belki de ilk kez gelmiş, otelinin yerini bilememekten kaynaklanan bir tedirginlikle grubundan ayrılma endişesi taşıyan kardeşlerimizin önceden bilgilendirilmesi mühimdir.
Boynumuzda, otel ve kimlik bilgilerimizi içeren kartlarımız bulunduktan sonra kaybolma ihtimalimizin olmadığını, ziyaret sonrası herkesin aynı taraftan çıktığını bilmek; muhtemel telaşları önleyebilir. Dolayısıyla birbirinden bir şekilde ayrı düşüp, arkadaşını yüksek sesle çağırmak ya da uzun zamandır görmediği bir ahbâbıyla mescidde karşılaşıp sesinin yüksekliğini ayarlayamamak gibi hâllere düşmemek için âzamî gayret göstermek îcab etmektedir. Şeytan, tabiî ki her zaman olduğu gibi pusudadır ve bir çuval incirin mahvolması için her fırsatı ganimet bilip, bizi gafil avlamaya çalışmaktadır.
Yaptığımız amellerin boşa gitmemesi için ne kadar titizlik göstersek yeridir. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzurunda edeple seslerini alçaltıp bu takvâ imtihanından yüz akıyla çıkarak, kendilerine büyük bir ecir ve mağfiret vaad olunan kullardan olabilmek, ne büyük saâdet… Bu uğurda dâimî bir uyanıklık içinde bulunma yolunda Rabbimiz, cümlemize muvaffakıyetler ihsân eylesin. Âmin.
Şeytanın türlü komplolarına rağmen, kaybedenlerden olmamak için kılı kırk yarmaya çalışırken ecdâdımızın hassasiyetlerini yâd edip, azmimizi artırabiliriz. Meselâ cennetmekân Sultan 2. Abdülhamid Han Hazretleri, Medîne Tren İstasyonuʼnu, Nebiyy-i Muhterem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rûhâniyet-i âlîlerini rahatsız etmemek düşüncesiyle, Kubbe-i Hadrâ’dan yaklaşık 2 km. uzağa yaptırmış ve Medîne içerisinde bulunan bütün rayları, üzerinden vagonlar geçtikçe gürültü çıkarmasınlar diye, keçe ile kaplatmıştır.[1] Kezâ, Sultan 2. Mahmud’un, Yeşil Kubbe’nin yapımı için mimar ve mühendislerini, usta ve işçilerini çağırarak, Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Hücre-i Saâdet’i üzerindeki kubbeyi tamir etmeleri için vazifelendirişinin ardından yaşananlar şöyledir:
Bu emri alıp Medîne-i Münevvere’ye giden vazifeliler, önce toplanıp bir proje ve plân geliştirirler. Bu plâna göre bütün çalışanlar, edep ve terbiyelerini takınarak çalışacaklardır. Çalışırken mutlaka abdestli bulunacaklar ve besmelesiz kubbeye bir tuğla dahî koymayacaklardır. İnşaatta kullanılan harç için de normal su değil, gülsuyu kullanacaklar ve Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kabri üzerinde çalıştıkları süre içerisinde, kesinlikle dünya kelâmı konuşmayacaklardır.
Bu şekilde kendi aralarında bir ibadet dili geliştirirler. Bu ibadet diline göre, başmühendis yüksek sesle:
“-Yâ Allah, Bismillah!” diye besmele çektiğinde, iş başı yapılacak ve işe başlanacak demekti. Ustalar, tuğla lazım olduğunda, “Sübhânallah” diyeceklerdi. Harç lâzım olduğunda ise, “Allâhu Ekber” diye sesleneceklerdi.
Keser, çekiç, mala ve benzeri âlet istemenin karşılığı, “Lâilâhe illâllah” şeklinde kelime-i tevhîdi seslendirmek olacak ve susadıklarında ise, “Elhamdülillah” diye su isteyeceklerdi. Yeşil Kubbe’yi inşa eden ekip, işte bu şekilde, dünya kelamı konuşmadan, kubbenin îmar ve inşasını tamamlamışlardır.[2]
Kâbına varılması güç, zarafet âbidesi bu hâller, insanın isteyince nasıl muhteşem bir ahlâk sergileyebildiğine dair kilometre taşları olmuştur.
Hucurât Sûresi’ndeki âyetlerin kulağımıza küpe oluşu, sadece Ravza ziyaretine has değil, elbette... Mescidin sınırlarına girdiğimiz andan itibaren, hâl ve hareketlerimize daha çok îtinâ göstermeliyiz. Bir yandan zaman ve mekânın kadr u kıymetini unutmamaya çalışmalı, diğer yandan da amellerimizin boşa gitmesine sebep teşkil edebilecek edebe mugâyir davranışlardan titizlikle sakınmalıyız.
Çevremizdeki kalabalık, herhangi bir yanlışın içerisine girse de teyakkuz hâlinde bulunup, aynı ya da benzer yanlışları işleyenler kervanına dahil olmamalıyız. Meselâ mescid çıkışında, terlik ya da ayakkabımızı, eğilip sessizce koymak varken, kalabalığın ya da muhtemel yorgunluğun tesiriyle yukarıdan yere “Pat!” diye bırakmamalıyız. Özellikle herkesin gayr-i ihtiyârî de olsa yaptığı yanlışların arasında uyanık ve güzel bir duruş sergilemenin, âyette vaad edilen büyük mükâfâta yaklaştırabileceği kanaatindeyim.
Herkesin çorapla bastığı yere ayakkabı ya da terlikle basmamak ise, mescidin temizliğinin muhafazası için mühim bir husus meselâ… Çevresindeki çoğu kişi, daha dışarı çıkmadan, kolaylık olsun diye terlik ve benzerlerini giyerken:
“-Canım, herkes böyle yapıyor, ne yapayım?” demek kolaycılıktır.
Otele gidince çorabı değiştirmek ya da yanında yedek çorap bulundurmak zor değildir hâlbuki… Ama herhangi bir mescidin, hele ki böyle nâdide bir mescidin kirlenmesine sebep olmak, bir müslümana yakışmamaktadır. Hâsılı, yanlışı çoğaltan taraf olmamak için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz.
“Bir benim yapmamdan ne olacak?” mantığı da, müslümana yakışmayan bir düşüncedir. Rabbimiz’in huzurunda fert fert hesaba çekileceğimizi hatırda tutup, özellikle kendi imtihanımıza odaklanabilmek, kim bilir hangi güzelliklere kapı aralayacaktır… (Devam edecek)
[1] Bkz: yeniakit.com.tr, “Tren Yolunu Sünnete Göre Yaptıran Sultan: 2. Abdülhamid Han”
[2] Bkz: bilecik11.com, “Yeşil Kubbe ve Sultan 2. Mahmud.
YORUMLAR