Günümüzdeki Mescid-i Nebî’nin, Asr-ı Saâdet’teki Medîne-i Münevvere’nin neredeyse tamamını içine aldığından bahsetmiştik. Hâl böyle olunca, -Akabe Biatları sonrasında gönderilen muallimleri saymazsak- Hicret’ten (622) bugüne pek çok azîz ve nâdide hâtıraya şahit olmuş bu mekânda, âdâbına uyarak ne kadar kalabilsek kâr...
Tavaf, sa’y, Kâbe’ye bakış ibadetleri; Mekke günlerine mahsus, mâlumunuz... Medîne’de ise Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i ziyaret, sevabı bine katlanan namazlar, tesbihât, duâlar, diğer ziyaretler ve bolca tefekkür var.
Mekke’de yapmaya gayret ettiğimiz ibadetlerle kıyaslanınca Medîne’de bir rehâvete sürüklenme riski daha fazla. Bu riske karşı uyanık olup, belki de ömrümüzde bir daha hiç nasîb olmayacak günlerden geçtiğimizi hep hatırda tutmak gerek!.. Aslında memleketimizde de yapabileceğimiz alışverişlerle, çarşı-pazar dolaşmakla; hem kıymetli vakitlerimizi hebâ etmiş, hem de ibadetlerimiz için lüzumlu enerjimizi tüketip yorulmuş oluyoruz maalesef... Nerdeyse bütün günü kaplayan, bütün kafilenin birbirinin alışverişini beklediği, kadın-erkek ihtilâtının en çok yaşandığı “hurma pazarı gezileri” bunlardan biri meselâ… Bununla ilgili yorumu size bırakıyorum.
Peki, Ravza ziyareti, beş vakit namaz, kazâ ve nâfile namazlar, Kur’ân-ı Kerîm tilâveti, tesbihât ve duânın dışında, üzerimize rehâvet çökmemesi, lüzumsuz alışverişlere ayıracak zaman bulamamak için neler yapabiliriz Medîne’de? Bununla ilgili bazı tavsiyelerimizi madde madde sıralayalım:
- “Cennetü’l-Bakî” (Bâkî şeklinde yanlış okunuşu yaygın )[1] kabristanı, Mescid-i Nebevî’nin hemen yanında... Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sık sık ziyaret edip:
“Ey mü’minler yurdunun sâkinleri! Size selâm olsun. Bizler de inşâallah sizlere kavuşacağız. Allah Teâlâ’dan bizim ve sizin için âfiyet, âhiretle ilgili korku ve sıkıntılardan kurtuluş dilerim.”[2] ve:
“Ey kabir ahâlîsi! Size selâm olsun! Allah bizi ve sizleri bağışlasın. Sizler bizden önce gittiniz, biz de sizin ardınızdan geleceğiz.”[3] şeklinde duâ buyurduğu muazzam mekân…
Özellikle birkaç kez ziyaretten sonra, önünden geçmenin sıradan hâle gelmesinden sakınmalı. Selâm vermeden, hürmet ve muhabbetlerimizi arz etmeden, sûre ya da tesbihât sevabını hediye olarak takdim etmeden, gafletle ya da konuşmaya dalarak geçip gitmemeye gayret etmeliyiz. Hanımların içeriye girmesi yasak. Ama bazı duvarlarından ve pek çok otel penceresinden göz alabildiğine uzanan kabristanı görmek mümkün.
Osmanlı zamanında ve öncesinde kabirlerin kime ait olduğu belliymiş, hattâ Hazret-i Abbas, Hazret-i Osman, Hazret-i Âişe ve Hazret-i Hasan -radıyallâhu anhüm-’ün kubbeli türbeleri varmış. Fakat sonra hepsi Suûd idarecileri tarafından yıktırılmış, böylece kabirlerin üzerinde isim dahî kalmamış. Yine de Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hanımları olan annelerimiz ile sahâbe, Allah dostları ve âlimlerden bazılarının yattığı yerler, nesilden nesile aktarılmış, haritaları muhafaza edilmiş. Dünyanın bu en özel kabristanında on bin sahâbenin defnolunduğu rivayet olunmakta…
Üstad Necip Fâzıl’ın muhteşem şiirinde, Karacaahmed’i “derya gibi sonsuz” olarak vasıflandırdığını hatırlayınca, önünde durduğumuz bu nâdide istirahatgâhın nasıl bir umman olduğunu hissetmek zor değil. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gözyaşlarıyla defnettiği oğulcuğu İbrahim, sevgili kızları Zeynep, Rukiye, Fâtıma Annelerimiz ve Hazret-i Hüseyin Efendimiz’in mübarek başı, yine Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in halası Safiyye, “İkinci Annem” diyerek muhabbetini izhar buyurduğu Hazret-i Ali’nin annesi Fâtıma, süt annesi Halime, Ebû Hüreyre, Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Ebî Vakkas -radıyallâhu anhüm- ve daha nice sahâbîleri ziyaret edebiliyorsunuz. Ayrıca İmam Mâlik, Ramazanoğlu Mahmud Sâmi Hazretleri, Üstad Ali Ulvi Kurucu, Ayşe Hümeyra Ökten ve yazımızda da bazılarına değindiğimiz nice Peygamber âşığı da o özel âlemde yerlerini almışlar. Cennetü’l-Bakî, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bazı cenaze namazlarını kıldırdığı, bazen de orduları sefere uğurladığı bir yer, aynı zamanda...
Bakî civarında tefekkür ve oradaki yıldız şahsiyetlerin rûhâniyetinden istifadeye çalışmak; orada olduğunu bildiğimiz ve bilemediğimiz bütün o mümtaz büyüklerimizi ziyaret imkânına kavuşma nîmetinin cinsinden bir şükür ifadesi... Bu ümitle ve şefaatlerine nâil olma niyazıyla, huzurlarında edeple el bağlamak, selâmlamak, sûre ve tesbihat hediyeleri arz etmek, bizi tarifi imkânsız bir duygu derinliğine ulaştıracaktır, inşâallah.
Memleketimizdeki kabir ziyaretleri, bize ölümü, hayatın fânîliğini, ziyaret ettiğimiz kişilerle olan mâzimizi hatırlatmakta… Bakî’yi ziyaret ise, İslâm Tarihi’ne mühim izler bırakmış muhteşem zâtları yâd edip daha önce sadece satırlarda okuduğumuz pek çok hâdisenin zihnimize koşuşup gelmesine, âdeta canlanmasına, onları görememenin hasretiyle, Cennet’te kavuşma hayâliyle dolup taşmaya vesîle olmakta... Dolayısıyla Bakî ehline dair dağarcığınızda olanlar nisbetinde, yıllarca hasret duyduğunuz dostunuza kavuşmuşçasına, orada öylece kalma isteğiniz çoğalmakta…
Bu vesîleyle bana çok tesir eden şu hâdiseyi sizlerle paylaşmak istiyorum: Rivâyete göre, Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz’in iki maddelik bir vasiyeti varmış. Birinci madde, vefat ettiği zaman geciktirilmeden hemen defnedilmesi. İkinci madde ise, cenazesinin, tutuşturulmuş kuru hurma dalları eşliğinde götürülmesi. O zamanlar, gelin hanım, dâmâdın evine öyle götürülürmüş. Bir nevî fener alayı şeklinde yani.
Vâlidemiz’in, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e duyduğu hasreti düşünebiliyor musunuz? Gözünüzü kapatıp hayal edin. Bakî’nin önünde, Âişe Vâlidemiz’in cenazesi, gelin götürülür gibi uğurlanıyor. Ebedî yurduna göçüp canlar canıyla buluşmaya can atan Annemiz’in vasiyeti ne muazzam bir mesaj...
Şimdi bunu öğrendikten sonra, Bakî’nin önüne gelip de o tabloyu hatırlamamak mümkün mü? Medîne âşığı Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri, Ali Ulvi Kurucu, Ayşe Hümeyra Ökten ve daha nicelerinin hayat hikâyelerini okuyup, nemli gözlerle onlara hasret duymamak mümkün mü?
Kompozisyon yarışmasında, bizzat yaşadığı ve hissettiklerini kaleme alarak birinci olan, böylece satırlarını okuyan bütün yüreklerde taht kuran, Medîne’nin minik misafiri Muhammed Nebî Doğanay’ı ve babacığını hatırlamamak mümkün mü?[4]
Rabbim, Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve âşıklarıyla Cennet’te buluşmayı, hepsiyle tek tek konuşup hâtıralarını bizzat kendilerinden dinlemeyi hepimize nasîb eylesin. Âmîn. (Devam edecek…)
[1] Bkz: Diyanet İslâm Ansiklopedisi, “Cennetü’l-Bakî” maddesi.
[2] Bkz. Müslim, Cenâiz, 104.
[3] Bkz. Müslim, Cenâiz, 104.
[4] Muhammed Nebî Doğanay, “Bir Güneşim, Bir Babam, Bir Terliklerim”, Altınoluk Dergisi, Ocak 2006, Sayı: 239.
YORUMLAR