Lügatte, “dayanmak, sebat etmek, göğüs germek” gibi mânâlara gelen sabır, dinimizde “hoşumuza gitmeyen veya ıztırap veren konularda, Yüce Allâh’a dayanmak ve O’ndan yardım dilemek”tir.
Sabır, bir atâlet ve tepkisizlik hâli değil; aksine bir kararlılık, fiilî bir direniş ve duâya dayanarak dik durma çabasıdır. Sabır üç çeşittir:
1-Musîbete sabır
2-İbadete sabır
3-Masiyete sabır
Musîbete sabır, musîbette sabır şeklinde de anlaşılır. İnsanın başına gelen şeylere sabretmesi, Allâh’ın takdirine râzı olma hâlidir. Burada önemli olan, kişinin irâdesini aşmak sûretiyle başına gelen musîbetlerdir. Çünkü bu musîbetlerden korunma imkânı yoktur. Kişinin başına gelen imtihanların sonunda pişmanlık yaşamaması için gereken en büyük sermaye, sabır hâlidir. Risâletpenâh Efendimiz, “Hiçbir kimseye, sabırdan daha hayırlı bir lütufta bulunulmamıştır.” buyurmuştur. (Buhârî, Zekât, 50) Sabır işi, kalp işidir.
Cüneyd-i Bağdâdî -kuddise sirruh-’a, sabrın ne olduğu sorulunca, “O, başa gelen acıları, yüzü ekşitmeden yudumlamaktır.” cevabını vermiştir.
Günlük hayatımızda böyle bir sabra o kadar muhtâcız ki!.. Hayatımızın her safhasında, âile, iş ve sosyal hayatımızda, beşerî münâsebetlerimizde, hava gibi, su gibi muhtacız!
“Es-Sabûr” olan Mevlâmızın sabrı sonsuzdur ki, kendisine inanmayanların, inkâr edenlerin bile rızkını her dâim verir. O, sabrın sahibi ve en güzel tatbik edicisidir.
* * *
Başka bir ifadeyle sabır, Rabbimize karşı boyun eğmek, bir imtihanlar silsilesi olan dünyada başımıza gelen türlü meşakkatlere rızâ göstermektir. Çünkü biliriz ki, her türlü belâ, musîbet ve imtihan Allah tarafındandır. Herkesin imtihanı, elbette farklı farklı ve kendi çapıncadır. Rabbimiz, en ağır imtihanlarına Peygamberlerini ve velî kullarını tâbî tutmuştur. Bu, onların mânevî derecelerinin yükselmesi, varsa insan olarak birtakım hata ve eksikliklerine kefâret olması içindir.
* * *
“Onlar ki sabretmiş, yalnız Rablerine güvenmişlerdir.” (en-Nahl, 42) âyeti mucibince, en güzel örneklerden olan Allah dostları, yaşadıkları dönemlerde çok çileler çekmiş, büyük imtihanlara tabî tutulmuşlardır.
Ferîdüddîn Attâr Hazretleri’nin “Tezkiretü’l-Evliyâ” adlı eserinde şöyle bir kıssa nakledilmiştir:
Allah dostlarından İbn-i Atâ -kuddise sirruh-’un on oğlu vardı. Bir gün on oğlu ile gidiyordu. Kâfirler onları yakaladılar. Babalarının gözü önünde oğullarının birer birer gözlerini bağladılar ve boyunlarını vurdular. İbn-i Atâ, yüzünü gökyüzüne doğru çevirdi ve güldü. Dokuz oğlunu öldürüp sıra en sonuncuya gelince küçük oğlu:
“-Ne merhametsiz babasın ki, çocuklarını gözünün önünde öldürüyorlar da gülüyorsun.” dedi. İbn-i Atâ -kuddise sirruh- ağladı:
“-Ey babasının canı yavrum!.. Bunu öyle bir kimse yapıyor ki, O’nunla kavga olmaz ve hiç kimse O’na neden, niçin diye soramaz. O isteseydi, hepimizi kurtarırdı. O’nun izzetine yemin ederim ki, yetmiş defa yardım etmek istedim, her defasında ilham geldi ki: «Ey İbn-i Atâ, izzet ve celâlim hakkı için eğer dudağını yardım niyetiyle oynatırsan ve çocuklarının ismini ağzına alırsan, senin ismini dostlarım defterinden çıkarırım.»”
Kâfirler, bu sözü işittiler, kılıçlarını attılar ve ağladılar. Şeyhin ayağına kapanıp tevbe ettiler ve:
“-Eğer daha önce söyleseydin, çocuklarından hiçbiri öldürülmezdi!..” dediler.
İbn-i Atâ:
“-Bu sözleri bırakınız. Bunların olduğu yerden yanlışlık ve hatâ gelmez!..” dedi.
Yazının girişinde de bahsettiğimiz gibi sabır, atâlet, tembellik ve hiçbir şey yapmamak demek değildir. Sabır, tevekkül gibi; insanın elinden geleni yaptıktan sonra başına gelenlere tahammül etmesi hâlidir. Yüceler yücesine, her şeyin sahibine duâ, ilticâ ve şeytanın tuzaklarına kanmama direnişidir. Naz makamında olan Allah dostlarının başlarından geçen hadiseler, her insanın başına gelebilecek hadiseler olmadığı gibi, İbn-i Atâ Hazretleri’nin sabrı da kolay kolay elde edilebilecek bir sabır değildir.
* * *
Cenâb-ı Hak, bizden de rızâsına kavuşmamız için başımıza gelen her türlü bela, musîbet, hastalık ve felâkette kendisine sığınarak yardım istememizi emretmiş ve sabredenlerle beraber olacağını müjdelemiştir. Bu müjdenin yanısıra başına gelenlere sabır göstermeyenleri de şu kudsî hadiste ikaz buyurmuştur:
“Ey Âdemoğlu, Benim kazâlarıma rızâ göstermeyen, belâlarıma sabretmeyen, nîmetlerime şükretmeyen ve verdiklerime kanaat etmeyen; başına gelenlerden daha fazlasını, beterini beklesin.”
Hayatı boyunca türlü çileler çeken, bizlere en güzel örnek olan Rasûl-i Ekrem -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz, sabır konusunda bize çok önemli bir ölçü sunmuştur. Enes bin Malik -radıyallâhu anh-’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bir kabrin yanında saçını başını yolarak ağlayan bir kadının yanından geçti. Ona:
“-Allah’tan kork ve sabret!” buyurdu. Kadın:
“-Geç git. Zira benim başıma gelen musibet, senin başına gelmemiştir!..” dedi.
Kadın, Peygamber Efendimiz’i tanıyamamıştı. O’nun Allah Rasûlü olduğunu kadına söylediler. Bunun üzerine söylediği sözden pişman olan kadın, Peygamber Efendimizin kapısına geldi, doğrudan huzura çıkıp:
“-Ben Seni tanıyamadım.” diye mazeret beyân ederek Rasûl-i Ekrem Efendimizden özür diledi. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhü aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“(Makbul) sabır, musîbetin ilk ânında olandır.” (Buhârî, Cenâiz, 32)
Mevlânâ Hazretleri’nin şu sözü, mü’minin sabır konusunda nasıl davranması gerektiğini çok iyi açıklamaktadır:
“Gülün dikene katlanması, onu güzel kokulu yaptı.”
Zira gül, dikene tahammülü sâyesinde terbiye ve tezkiye olur. Mü’minin mânevî terakkîsinin şartı da sabır süzgecinden geçmek, yani Allah yolunda başına gelen sıkıntılara âhiretteki mükâfâtını düşünerek sabırla katlanmaktır. Şikâyeti, isyânı, sızlanmayı bir kenara bırakmaktır.
Sabrın diğer iki çeşidi ile ilgili de iki cümle ifade etmek yerinde olacaktır. İbadete sabır, Allâh’a kulluk ve istikamet üzere yaşamaya sabretmek demektir. İbadetler, mânevî bir lezzet hâline dönüşene kadar, kuldan ısrar, istikrar ve sabır hâlini devam ettirmek; bu hususta nefsin ve şeytanın vesvese ve hilelerine kanmamak gerekir.
Üçüncü sabır şekli de, kişinin mâsiyete düşmemek için azamî gayret göstermesidir. Unutulmamalıdır ki, Hazret-i Âdem bir zelle yüzünden cennet hayatını kaybedip dünyaya indirildi. Günâhın küçüğü büyüğü yoktur; kime karşı işlendiğine dikkat edilmelidir.
Rabbimiz başımıza gelen belâ ve musibetlere ilk anda sabır göstermeyi cümlemize nasîb eylesin. Bizi, sevdiği, râzı olduğu kulluk yolundan ayırmasın. Sayısı az olan “şükreden” kulları arasına bizleri de dâhil eylesin. Âmin.
YORUMLAR