Mahremiyet bir sır… “es-Settâr” olan Rabbimiz’den gelen… İnsan olabilmenin, medenî olabilmenin sırlarından... Kimi zaman ekranlarda, gazete köşelerinde, “mahremiyet ölçülerine göre yaşama”nın bir eksiklik, bir görgüsüzlük ve câhillik olarak konuşulup tartışıldığına şâhid oluyoruz. Oysa mahremiyet ölçülerinde yaşamak, medenî olmanın, seçkin ve kâmil olmanın biricik sırrı... Bu olmadan olmaz. Kuru kuruya bilgi, duvarda asılı duran mânâsız bir tablo gibi... Medeniyeti şekillendiren en büyük değer de kadın ve erkek arasındaki edeb ve hayânın irfânıdır.
Öyleyse beşer ilişkilerine de mahremiyetin girmesi, beşerin kıymetinden... Bunu korumak ve ziyadeleştirmek için…
Çift yaratılma kanunu… Bu kanunla yaratılan kadın ve erkek… Aralarındaki çekim kuvveti, bu dünyadaki fiziksel bütün çekim kuvvetlerinden daha büyük.
Câzip olan kıymetli, kıymetli olan korunmalı.
Kâbe cazip, mahremiyet sınırları konulmuş.
Kadın câzip, mahremiyetle izzeti, cemali korunmuş.
Muhabbet câzip, mahremiyet mührü vurulmuş.
Nedir mahremiyet? Yasaklanan şeyi yapmak, haram. Özel mânâsıyla kadın ve erkek arasındaki yasaklılık hâli...
İslâm’da yasaklanan şey ya çok değerlidir ya da değersiz. Kâbe’ye hürmetsizlik haram... Bu, Kâbe’nin kıymetinden… İçki de “haram”, bu ise içkinin bir zillet oluşundan… Ya da başka bir ifadeyle içkinin, mükerrem ve üstün bir varlık olan insanın akıl, şeref, izzet ve haysiyetinde meydana getirdiği zaaf ve kusurlardan…
Mahremiyet, değerli olanın değerini artırmak için bir sır... Her âşikârda bir sır var. Her sır, bir sûrete gizlenmiş. En iyiyi bildiğini zanneden pek çokları, sûretlere bakıp yanılır. Sûrete kanıp aldanır. İblis, Âdem -aleyhisselâm-’ın çamurdan sûretine bakıp:
“-Ben secde etmem, ben yücelerdenim!” demişti.
İsyanı, teslimiyete tercih etmişti. Şeytanın oltasına takılanlar, sûretleri, nefisleriyle okuyanlardır, kalpleriyle değil!..
Mahremiyet de bir teslimiyet imtihanı. Sûreti, dünya ekranında sıkıcı, dar, karanlık. Ama içinde rahmet, içinde huzur ve saâdet…
İslâm rahmet. Kadına da, erkeğe de şahsiyet ve itibarını veren bir rahmet. Mahremiyet Peygamber Efendimiz’in dünya girdabında kaybolup boğulmamamız için bize verdiği en büyük hayat ölçülerinden... O rahmeti fark edip ona sığınan, kurtuluşa erer. Sığınmayan ise, binbir girdapta kaybolur gider.
Mahremiyet, bir emniyet sigortası. Yangından korunmak için... Günümüzde mahremiyet sınırlarından uzak yaşandığı için insanlık bu yangından bir türlü kurtulamıyor. Cemiyet, içten içe çeşitli sebeplerle yanıyor. Televizyon ayrı bir yangın, internet ayrı… Eğitimdeki eksiklikler ve ihmaller ayrı bir yangın… İslâm’dan uzak kalınan hayatlar hep yangın yeri…
Eğer bir yolda tehlike varsa, sonu uçurumsa, İslâm o yola girmeye yasak koyar. Harama giden yolları engeller.
İkinci bakış neden haram? Çünkü bakışını, Allah ile terbiye etmezsen sen de bir Züleyhâ olabilirsin! Züleyhâ kim? Kendi güzelliğini seyre dalıp durduğu aynasının başında, hep hayaliyle yaşadığı Yusuf’un sevdâlısı. Altın kaplarda yemek yiyen ipek döşemelerde oturan şöhretli bir kadın... Yusuf -aleyhisselâm-, Allâh’ın cemâlinin aynası, yakışıklılığı dillere destan olmuş bir civân! Züleyhâ emsâlleri arasında güzellikte bir inci… Mısır Azîzi’nin hanımı… Onda dünyaya ait her şey mevcut. Ama kadınlıkta olması gereken kemal eksik, edeb ve hayâ eksik.
Züleyhâ, bir gün Yusuf’u yalnız bulunca yanına koştu. Onu kendine çağırdı. O anda Yusuf’un yerinde Mısır’dan kim olsa Züleyha’ya koşardı. Fakat Yusuf kaçtı, Züleyha’ya bu güzelliği vereni hatırladı. O’na, Allâh’a kaçtı.
“-Maâzallâh (Allâh’a sığınırım)!” dedi.
Mahremiyeti çiğnemedi. Ve Allâh’ın yardımı yetişti. Eğer “Maâzallâh” demeseydi, o da bu câzibeden kurtulamayacaktı.
“Eğer Rabbi’nin burhanını (yardımını) görmeseydi, Yusuf da kadına meyletmişti.” (Yûsuf, 24)
Peygamber, mâsum, korunmuş… Ama neticede insan, âciz… Allâh’ın mahremiyetine sığınıp “Maâzallah” diyenler mahfuz olunanlar... O’ndan kaçıp nefsine sığınanlar da safiyetlerini bulanık sularda kirletenler…
Âile, kutsal mefhum… Toplumun çekirdeği. Kökü cennette, meyvesi ebediyette… Âileyi korumak için de mahremiyet çok önemli. Âile fertleri arasındaki ölçüler dahî çok mühim. Bir gün ashab-ı kirâmdan bir kimse, Peygamber Efendimiz’e annesiyle beraber yaşarken nelere dikkat etmesi gerektiğini öğrenmek için şöyle soruyor.
“-Annemin yanına girerken izin isteyeyim mi?”
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Evet!” diye cevap veriyor.
“-Ama ben evde onunla beraber kalıyorum.”
Efendimiz:
“-Onun yanına girerken izin iste.” buyuruyor.
Bu sefer o kimse, şöyle söylüyor:
“-Ama ben onun hizmetini de görüyorum.”
Efendimiz şöyle buyuruyor:
“-Annenden izin iste. Onu açık görmeye râzı olur musun?”
“-Hayır.” diye cevap veriyor. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tekrar:
“-Öyleyse ondan izin iste!..” buyuruyor. (Muvattâ, İsti’zân,1)
Anne, insanın canından bir parçayken, onunla dahi böyle bir mahremiyet sınırı var. Bu ölçülere dikkat etmemek, âile içi fâciâlara yol açabiliyor. Geri dönülmesi imkânsız bir yola giriliyor.
İnsan gerçeğini görmezlikten gelmek, üzerini örtmek çözüm değil. İslâm’da “insan realitesi” var. İslâm’ın farklılığı burada. İnsan gerçeğine görüyor ve kurallarını buna göre koyuyor. Adı “mahremiyet” oluyor. Mahremiyet de rahmet… En küçük halkadan en büyüğüne kadar koruyucu bir rahmet... Ne mutlu, onun sırrıyla rahmete erenlere!..
YORUMLAR