“Yeryüzünde yolculuk edenin ayağı,
gökyüzünde yolculuk edenin ise
kalbi su toplar.”
(Hasan Harakânî Hazretleri)
Yolculuğumuzun ikinci durağından merhaba... Ulaşılacak menzilden olsa gerek, kutlu yolculuklar biraz zorlar yüreğimizi… Ne susuzluk biter, ne açlık… Hızır’a gidilen yollarda, Mûsâ’nın telaşına eş bir yorgunluk sisi bürüyüverir her yanımızı. Ama yürünecekse bir yol, ne çâre? Yol, yolcunun ayaklarına seriliverir.
Haydi öyleyse... Asâmızı elimize alalım ve devam edelim yola... Alıp başını gidivermek isteyenler!.. Buyurun… Bazen fazla konaklamak, yorar yolcuyu…
* * *
Süleyman Mâbedi’nin önünde bir güzel misafir… Pâk yüreğinden yüzüne düşen mütebessim gölgeler, kristal bir avize gibi ışık oyunları saçıyor seyredene… Ya da bir ayın tutulması kadar utangaç ve nazlı, ama mâsum bir edâ… Her şeyden haberi varmışcasına bakan bu gözler, acaba neyi muştulayacak? Kimbilir… Sabredip görmek en güzelidir.
Mâbede kabul edilmiştir Meryem... Hâlbuki o vakte kadar hiçbir kız çocuğu mâbede adanmamıştır. Sadece erkek çocuklar kabul edilir, doğumundan büluğuna kadar orada hizmet eder, daha sonra ise, dilerse kalır; dilerse başka bir yere giderlerdi. Fakat Hazret-i Meryem’in annesi Hunne’nin ilticâsı kabul kılınmış ve O, mabed görevlilerine teslim edilirken, sürprizlerle dolu bir hayatın da eşiğine gelmiştir.
Hayat; bir eşikten başka bir eşiğe yol bulmanın adı değil midir zaten? Kundağında sessizce yatan bir yavrunun; göreceğini de, getireceğini de kim bilebilir?!. Ya da hangimiz târif edebiliriz ömür seyrimizi?!. Bir garip bekleyiştir, işte hayat… Rûhu, Rahmân’a yönelenlerin sürûra gark olduğu bir garip bekleyiş…
Onun himâyesini kimin üstleneceği ise henüz tartışma konusudur. Hazret-i Zekeriya -aleyhisselâm-’ın yüzünde dolaşan huzur dolu tebessüm ise bir başka bilgiyi taşımaktadır. Ve nihayet kur’a çekilir:
“(Rasûlüm) bunlar, bizim Sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem’i himâyesine alacak diye kur’a çekmek üzere kalemlerini atarlarken, Sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin.” (Âl-i İmrân, 44)
“…Zekeriyyâ’yı da, O’nun bakımı ile vazifelendirdi…” (Âl-i İmrân, 37)
Hazret-i Zekeriya -aleyhisselâm-’ın sîmasındaki tebessüm şükre döner, elleri duâ duâ açılır semâya… Hazret-i Meryem’in himâyesi kendisine verilmiştir.
Meryem, sütten kesilince mâbette ona bir oda tahsis edilir. Âyet-i kerîmede “mihrab” diye târif edilen bu odada, gece-gündüz ibâdet eder. Takvâsı Benî İsrail arasında «darb-ı mesel» olmuştur. Âyet-i kerîmede Allâh Teâlâ şöyle buyurur:
“Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan! (O’nun huzurunda) rükû edenlerle beraber Sen de rükû et!..” (Âl-i İmrân, 43)
Bütün bu ibâdet ve senâlarla ruhu, Rahmânî semâlarda zevk ederken, yüreği sessiz bir çırpınışla, karşılaşacağı meşakkatlere hazırlık içindedir. Zira büyük imtihanlar, muazzam bir kalbî güç ve metanet gerektirir. Hele ki, onun bir imtihan olduğunu fark edip sineye çekmek ise, imtihan içre imtihandır. Hiçbir şey boş değil!.. Hakk’a yakarışlarımız, O’nun hoşnutluğuna sebep; bize ise, mânevî kuvvettir.
Peki bu hâl, sadece karşılaşacağı zorluklar için miydi? İnsan, sadece zorluklara göğüs germek için mi yaşar bu tatlı demleri?! Böylesi derin ve müstesnâ rûhâniyet, ardı sıra gelecek bir güzelliğin habercisidir. Hâsılı, insanlara şifa dağıtacak, hastalanmış beden ve ruhlara devâ olacak bir güneşin fecri olacaktır Meryem…
Bir Îsâ nefesliyi taşımak, O’nun madde ve mânâsının hâmili olmak için dolmak lâzımdı. Kelimetullâh’ı doğurmak, mâbedin melekût âlemine uzanan kilidi, kalbi olmaya bağlıydı.
Bilindiği üzere hâmilelik devresinde bir annenin maddî ve mânevî bütün kazançları bebeğe intikal eder. Buna göre nasıl alkol, sigara vs. kullanmak bebeğe zarar veriyorsa, annenin hâlet-i rûhiyesi, duygu ve düşünceleri, aldığı gıdaların helâl veya haram oluşuna göre rûhaniyeti de bebeğe tesir hâlindedir. Birbirinin aynı olmayan varlıklar dahî birbirlerinden maddî ve mânevî etki alabiliyorsa, dokuz ay boyunca her şeyiyle annesinden beslenen bir bebeğin anneden etkilenmemesi mümkün değildir. Bu, pek çoğumuzun da bildiği bir hakikattir.
Yalnız mesele bununla da sınırlı kalmıyor. Anneliğin temelleri, hâmileliğin de öncesinde atılıyor. Daha genç kızlık döneminde kazanılan alışkanlıklara dahî dikkat etmek gerekiyor. Bu yüzden, geleceğin anneleri olan kız çocuklarının nasıl yetiştiği husûsu önem arz ediyor.
Yolculuğumuzun bu kısmı hepimizi bunaltmıştır belki…
“– Bu zamanda ne mümkün?” deyip omuzlarımız düşüvermiştir belki de... Ya da:
“– Biz de bir mâbede mi kapatacağız kendimizi?! Hayattan bütünüyle el-etek çekmeyi mi tercih edeceğiz?!.” deyişinizi duyar gibiyim.
Öncelikle şunu ifade edelim… Hazret-i Meryem kendi zamanına has bir noktayı ifade eden, müstesnâ bir modeldir. Kadının, hiçbir önem arz etmediği, hatta ruhunun olup olmadığı konusunun dahî tartışıldığı bir dönemde, kadın ruhunun Hakk’a yakınlık sahasında aldığı mesafeleri gösteren, bizi gönlümüzün sonsuzluk fezâsıyla tanıştıran bir ufuktur Hazret-i Meryem…
Evet... O’nun gelişim sahası, mekân olarak bir mâbetti… Fakat derinleştiği ve Kur’ânî bir anlam kazandığı saha ise yüreğiydi.
“Rabbi, Meryem’in duâsını güzel bir şekilde kabul etti ve O’nu güzel bir çiçek gibi yetiştirdi…” (Âl-i İmrân, 37)
Kemâlât (olgunluk) tohumları atılmayıversin bir, gönül bahçesine... Doyumsuz lezzetlerin sofrasında itmi’nan bulmanın hazzıyla neşv ü nemâ bulur, filizlenir, dal dal olur, uzanır ellerimiz semâya..
Şükre mukabil nîmet, nîmete mukabil şükrün, gönlü tavaf eden seyrinde Rahmânî sofraların konuğu olur Meryem… Hazret-i Zekeriya kendisine yiyecek getirdiği demler, daha mevsimi gelmemiş türlü türlü yiyecekleri onun yanında görür ve hayret ederdi.
“…Zekeriya, O’nun yanına, mâbede her girişinde orada bir yiyecek (rızk) bulur ve:
«– Ey Meryem! Bu Sana nereden geliyor?» der, O da:
«– Bu, Allâh katındandır. Allâh dilediğine sayısız rızık verir!..» karşılığını verirdi.” (Âl-i İmrân, 37)
Hepimiz Rahman’ın esmâ motifleriyle işlediği, kubbesinden muhabbet nûrunun buhur gibi içimize dolduğu kâinât mâbedinin misafirleriyiz. “Mâbeddeki Misafiri”yiz Hazret-i Meryem gibi… Kâinât mâbedinin “mihrab” makamı, kalbiyiz. Gönül kıblegâhı, Rahman’a dönük olanların, Rabbiyle halvet olduğu, dâimî bir beraberlik hazzına ulaştığı ulu bir mâbedin misafirleriyiz.
Hazret-i Meryem’in yürek rotası, ilâhî vuslatın sahillerine yelken açmasaydı, o koca mâbedde, nice âlim bilinen zâtların içinde, garip Meryemciği kim bilecekti?!. Çirkefin içine düşerek kendi elleriyle kitaplarını bozan sözde âlimlere nispetle, onların dünyevî ihtiraslarından âzâde bir Meryem vardı hâlisâne… Bu yüzden Rabbin nazarı, Mâbed’in fark edilmeyen biriciği Hazret-i Meryem’eydi.
Rahmân’ın tekrîmi, daima güzeledir. Güzelliğini muhafaza edenedir. Kimselerin önemsemediği, fark edemediği sır sahiplerinin yârânı, kimsenin bilemediği kadar değer bilendir.
Rabbimizin ihsânı, şu ulu mâbedde yalnızlığımıza özdeş bir Meryem gizliyoruz derinliğimizde… Kötülüğe rağmen temiz, sâfiyetini Hakk’a yakınlığından alan bir Meryem kuvvesi var ruhumuzun ötelerinde… Duâ ve niyazı tükenmeyen, şükrünü yitirmeyen, çırpınan, hayatın akışına dalıp pörsümeyen, öz değerlerinin peşi sıra giden bir Meryem vasfı, öylece parlıyor gönül ülkemizde…
“– Bana bak!.. Beni gör artık!..” diyor.
Haydi açıkça yüzleşelim kendimizle… Hasret duymuyor muyuz içimizde mahkûm bıraktığımız değerlerimize? Meryem, biz değil miyiz aslında? İffet ve asâletini, vakar ve zerâfetle taşıyan bir Meryem yok mu içimizde? İnsan; ya kendini bulamadığı, ya da kaybettiği için mahzundur... İçimizdeki sıkıntı, yüreğimizde hapsolan Meryem’in feryâdıdır.
* * *
Haydi, şimdi uzanıp gönül mâbedimize çıkaralım derinliğimizdeki Meryem’i... Semâvî sofraların doyumsuz tatlarını arayalım gecelerde... O’nun mânâ gıdasıyla ruhlarımızı doyuralım bir kez… Bir kez de Îsâ nefesli evlatların hayat veren soluklarını biz büyütelim yüreğimizde… Yâr olsun gönüllerimiz, Rahmân’ın «Kulum!» deyişine...
Birazdan şafak sökecek… Bugün Cibril’le karşılaşma vaktidir Meryem için…
Nerede yüreğimiz? Ufkumuz hangi gündönümlerine hâmile...
YORUMLAR