Merhum Ali Ulvi Kurucu, hatıralarında şöyle bir olaydan bahseder:
“1932 veya 1933 senelerinden birisinde, Konya’nın Aziziye Camii’nde, müezzin mahfilinde ders çalışıyordum. Camide Abaoğlu Abdullah Efendi diye, sonraları müftü de olan Konyalı bir âlim vaaz ediyordu. Derse çalışırken onun konuşmalarını da duyuyordum. Hoca dedi ki:
«-Esnaftan bazı gençler geliyorlar, “Hocam.” diyorlar, “Namaz borçlarımız var; kazaya kalmış namazlarımız var. Ne dersiniz, ikindi ile yatsının ilk sünnetini kazaya niyet etsek de, geçmiş namazlarımızın borçlarından kurtulsak, olmaz mı?” diye soruyorlar. Ben onlara:
“-Kurtul oğlum, borçlu gitme. Onlar sünnet-i gayri müekkededir, kazaya kalanları ödemek farzdır. Bunlardan sorulacaksın, aman oğlum, kıl da kurtul!.” diyorum.
Fakat gel de bizim Mustafa Efendi’ye anlat. (Mustafa Efendi, Ali Ulvi Kurucu’nun amcası, nâm-ı diğer Hacıveyiszâde Mustafa Kurucu’dur.) Allah selâmet versin. Bu borçlu insanların üzerine üstelik bir de, evvâbînler, teheccüdler, işrâklar, kuşluklar katıyor. Be Mustafa Efendi, insaf et yâ hû! Bu adamlar borçlu… Nafile kılmaları, borçlu adamın ziyafet çekmesine benzer. Sen bunlara nafile kıldırıyorsun. Fakat anlatamadık bu mübarek Mustafa Efendi’ye canım…”
Ben bunları duydum. Tabiî amcam ya, ağrıma gitti, kızdım. Hemen amcama yetiştirdim, Allah rahmet eylesin, amcam beni dinledi. Bana:
“-Ya öyle mi söyledi?” filan demeden, çok kızgın bir sesle:
“-Ulan!...” diye söze başladı. Bu kelimeyi amcamın ağzından ilk defa duyuyordum… Bugün yetmiş küsur yaşımdayım, hâlâ bu “ulan” kelimesinin acısını duyarım. “Neden ben amcama ulan dedirttim?” diye hâlâ içim yanar. Amcam:
“-Ulan…” dedi; “Ulan, hoca benim ne olduğumu bilmediği için sövmüş; ne mal olduğumu bilseydi, beni döverdi. Ben sövülecek insan değilim; dövülecek insanım!...”
Keşke o anda yer yarılıp da yere geçseydim. Allah şâhidimdir; günlerce amcama görünmedim. “Acaba tekrar ulan mı diyecek? Selâmımı mı almayacak, elini mi vermeyecek” diye günlerce gözüne görünmedim. (Üstad Ali Ulvi Kurucu, Hâtıralar-1, “Amcam Bana Neden Kızdı”, sh: 233)
Rivâyete göre, Hazret-i Mûsa -aleyhisselâm-’ın kavmine kıtlık geldiği bir zaman Hazret-i Mûsa (a.s.) üç kez yağmur duasına çıkarak Allah’tan yağmur istedi. Yağmur yağmadı. Allah Mûsa -aleyhisselâm-’a şöyle vahyetti:
“-İçinizde söz taşıyan insanlar var oldukça duanız kabul edilmez!”
Hazret-i Mûsa:
“-Ey Allâh’ım, söz taşıyanı bildir de onu aramızdan çıkaralım.”
Allah (c.c.) buyurdu ki:
“-Ey Mûsa, size söz taşımayı yasaklıyorum. Size onun ismini vererek söz taşıyıcı mı olayım?!”
Bunun üzerine Mûsa -aleyhisselâm- kavmini topladı ve hep beraber tevbe ettiler. Allah tevbelerini kabul etti ve hayırlara nâil oldular.
İbni Abbas -radıyallâhu anhümâ- anlattığına göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yanından geçmekte olduğu iki mezar hakkında şöyle buyurdu:
“Bu ikisi, kendilerince büyük olmayan bir günahtan dolayı azap görüyorlar. Evet, aslında (günahları) büyüktür. Biri koğuculuk yapardı. Diğeri ise, idrarından sakınmaz, iyice temizlenmezdi.” (Buhârî, Vudû 55,56, Cenâiz 82, Edeb 49)
Hadîs-i şerifte koğuculuk ile idrardan sakınmamanın bir paydada eşitlendiği, ikisinin de kabir azabının sebepleri arasında sayıldığı görülmektedir. Elbisesine idrar sıçrayan kimse “Küçücük bir damla, bir şey olmaz!” diyerek geçiştirir, önemsemez. Koğuculuk yapan kişi de “Şurada iki lâf konuşuyoruz, bir şey olmaz!” diyerek işlediği cürmü küçük görür. Günah, kendilerince küçüktür, fakat Cenâb-ı Hak katında büyüktür.
Arapçada “nemîme” olarak ifade edilen “koğuculuk” insanların arasını bozmak maksadı ile laf getirip götürmek demektir. Türkçede buna “koğuculuk” ya da “müzevirlik” adı verilir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Ey îman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (el-Hucurât, 6)
Fâsıktan maksat; dinin emirlerine uymayan, rahatça büyük günahlara dalan, ne dediğini, ne yaptığını çok fazla düşünmeden, âhiret endişesi taşımadan yaşayan kimsedir. İnsanoğlu fıtrat olarak olumsuzu/kötüyü düşünmeye meyyâldir. Bu sebeple işittiği herhangi bir haber yahut bilgi karşısında fevrî hareket etmemeli, haberi ve haber getireni iyi tetkik etmelidir. Zaten şeytan, arabozuculuk yapmak için pusuda beklemektedir. Aksi bir durum âyette buyrulduğu üzere pişmanlık sebebidir.
“(Rasûlüm!) Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan lâf götürüp getiren, hayrı hep engelleyen, mütecâviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine, mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.” (el-Kalem, 10- 14)
Müfessirler, bu âyetlerin “müşriklerin ileri gelenleri hakkında” indiğinden bahsedip “onların karakterini ortaya koymaktadır” derler. Lâkin ayetin hükmü geneldir. Müslümanlar arasında da “adı Müslüman” olup bu müşrik sıfatlarını hâiz kimseler olagelmiştir. Laf taşıyan, diğer bir ifade ile müzevir kimselerin karakteri tam da budur. Her sözü yalandır, yalanını bir de yemin ile desteklemeye çalışmaktadır. Bakışları kusur arama odaklıdır, hatta ünsiyet kurdukları insana hased nazarları bakarlar. Karşısındakinin yapacağı iyiliği türlü dil dökmelerle, kelime oyunları ile engeller veya ertelemesine sebep olurlar. Konuşma ve söz ustası olduklarından çevrelerinde hayli insanlar toplamışlardır. Esprili, sıcak kanlı, candan görünürler, lâkin şu dünyada bir tane dostları yoktur.
Bu durum bir niyet sapması, kulluk gâyesinin unutulması ve fıtrat bozulmasıdır. Şurası unutulmamalıdır ki; bize laf getiren, bizden de laf götürür. Bu insanlara karşı uyanık olunmalı, onlarla her bilgi paylaşılmamalı, “Nasılsa gider yetiştirir!” mantığı ile onun yanında daha fazla günaha girmesine vesile olacak şeyler söylenmemelidir. Müzevir, yaptığı işten zevk alır, karşısındaki insan konuşurken gözünü kulağını dört açar, nemalandığını zanneder. Lâkin dünya ve âhirette nasibi yoktur. Hadiste “nemmâm”ın (laf taşıyanın) cennete giremeyeceği çok net bir şekilde ifade buyrulmuştur:
“(İnsanlar arasında) laf taşıyan kişi cennete giremez.” (Buhârî, Edeb, 50; Müslim, Îmân, 168)
“Sizin en şerliniz, söz götürüp getirmek sûretiyle koğuculuk yaparak birbirini seven iki kişinin arasını açanlardır.” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân VII, 494)
Müzevirin/nemamın anlattığı şey, velev ki doğru söz bile olsa, niyeti iyilik de olsa, laf taşımak dinimizin yasakladığı bir durumdur. İnsanların arasını açar, kişiler arasındaki güven duygusunu zedeler, hattâ ortadan kaldırır. Kişiyi istenmeyen insan pozisyonuna sürükler, gözden düşürür. İstisnası dargınları barıştırmak niyetiyle söz taşımaktır. Hadîs-i şerifte şöyle buyurmuştur:
“Halkın arasını düzelten ve bunun için hayır niyetiyle söz ulaştıran veya hayır maksadıyla yalan söyleyen, yalancı sayılmaz.” (Buhârî, Sulh, 2; Müslim, Birr, 101)
Zira devlet başkanlarının yahut yöneticilerin halk içine yerleştirdikleri hafiyeleri sürekli olagelmiştir. Burada maksat sulhtur, toplumun barış ve uyum içinde yaşamaya devam etmesini sağlamaktır. Yakın zamanda şahidi olduğumuz gizli toplantıları, devlet sırlarını dijital teknolojik aletlerle dinleyen ve yabancı devletlere yahut düşman bilinen karanlık güçlere ulaştıran yapının da hadîs-i şerîfteki cennete girme yasağından nasibi fazlasıyla alacağı da muhakkaktır.
Günümüzde kitle iletişim araçları vasıtasıyla yaygınlaşan dedikodu ve gıybet adeta sektörleşmekte moda ve kadın programlarında mahkemeler kurulmakta insanların saygınlığı zedelenmektedir. Sadece medyada değil okullarda öğretmenler odasında, hastanelerde doktor hemşire odalarında, resmi dairelerde personel arasında hemen her alanda insanlar kısa sürede organize olup boş konuşmalara dalabilmektedir. Bu hal, topluma yaygınlaşmakta normal görülmeye başlanmaktadır. Bize düşen kendimizi sorguya çekmek, her lafın peşine düşmemek, akıl ve gönül dünyamızı “hayırlı” olan şeylerle tezyin etmektir. Zira ayeti kerimede:
“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (el-İsra, 36) buyrulur.
Yâ Rabbi! Gözümüzü, kulağımızı aklımızı gönlümüzü lüzumsuzla meşgul etme! Bizi Sana yaklaştıran söz ve amellere muvaffak kıl. Bizi rızâna eriştir. Âmin…
YORUMLAR