Kurbansız Olmaz

Allâh’ın has kulları vardır. Gözlerinden tanırsın onları… Duruşlarından… Konuşmalarından… Davranışlarından… Bir bir göz at hayatlarına, hepsinde aynı izleri bulursun.

Sevda bulursun hayatlarında… Ufukları gözleyen bakışları hep bir şeyleri anlatır sessizce… Gönüllerindeki yangın, hep vuslatın heyecanından…

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm; hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (el-En’âm, 162)

Namazları, hayatları ve ölümleri, elbette “kurban” olarak sundukları canları; hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. Şehitlik arzusu kaplamıştır bütün vücutlarını ki, her zerresi aynı niyettedir.

Bu vatan ki, hep bu niyetteki güzel insanların kanları ile sulanmıştır. “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı!” derken Mehmed Âkif, neler anlatır şuurlu bir mü’mine? Her karışı ne de değerlidir, cânım ülkemin… Son birkaç seneye kısaca bir göz atsak, nice yiğitler görürüz her köşesinde…

Hâlis bir îmana sahip, Ömer çıkar Niğde’nin güzîde topraklarından, aldığı emir üzerine otuz kurşunu göze alır ve 15 Temmuz’un puslu gecesinde bir nur gibi aydınlatır ortalığı…

Gönüllere sekînet veren Fethi Sekin’imiz var, bizim… İzmir’i kurtaran…

Şehid oğlu şehid Abdullah Tayyip’imiz var… 15’inde Şehitler Köprüsü’ne adını verdi kanıyla… Babası ile birlikte çıktığı kutlu yolculuğu, Rasûl-i Kibriyâ’nın dizinin dibinde nihayete ermiştir inşâallah…

15’indeydi Eren de… Trabzon’un Maçka ilçesinde teröristlerin erzak çalmak için girdikleri evi gören ve güvenlik güçlerine yeri gösterdiği esnada çıkan çatışma sonucu yaralanan ve kaldırıldığı hastanede şehid olan Eren’imiz var…

Sosyal medyadaki hesabından yazdığı, “Biri de çıkıp demiyor ki, Eren iyi ki varsın!” sözü üzerine, Türkiye tek ses olup haykırmıştı:

“-İyi ki varsın Eren!” diye…

Şehâdete erdiği günün ertesinde Polis Özel Harekât’ın hazırladığı bir tabur polisin, “İyi ki varsın Eren!” diye seslendiği videonun öncesinde soru-cevap şeklindeki haykırış anlatıyordu her şeyi:

-15 yıla ne sığar?

-Vatan sığar.

-15 yıla ne sığar?

-Îmân sığar.

-15 yıla ne sığar?

-Şehâdet sığar.

Öyleydi, 15 yıla sığdırmıştı vatan sevgisini… Îmân dolu göğsündeki şehâdet arzusu, bir fidana benzeyen zarif ve nârin bedeninin, Maçka’nın toprağına düşmesine vesîle olmuş ve isteği yerine gelmişti. Eren’e duâlarımın arasına iliştirdiğim bir çift sözü hatırlıyorum:

“-Varsın, sen hayattayken sana kimse «İyi ki varsın!» demesin. Sana yeter, meleklerin «İyi ki geldin!» demesi…”

* * *

“Mü’minler içinde öyle yiğit erler vardır ki, Allâh’a verdikleri sözlerinde durdular. Onlardan kimi sözünü yerine getirdi (çarpıştı, şehid düştü), kimi de sırasını bekliyor. Bunlar aslâ sözlerini değiştirmemişlerdir.” (el-Ahzâb, 23)

Başka amellerle kıyas edilemeyecek derecede faziletlidir şehâdet… “Ümitsiz olmaz, sevdasız olmaz, çilesiz olmaz!” diyor ya Ömer Karaoğlu o çok bilinen, sînelere ilmek ilmek işlenen o güzel “Şehit Tahtında” şiirinde, şehitlik için… Öyle ulvî ve uhrevî bir şeydir ki o, “Aşksız olmaz!” diye ekleyelim biz de… O aşk ki, Allah için, vatan için, nâmus için, bayrak için canından vazgeçebilmekti. Üstad Necip Fâzıl ne güzel söylemiş:

 

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.

Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

 

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;

Ve ayrılık; anneden, vatandan, arkadaştan.

Ayrılığı göze almaktır, şehâdet… Anneden, babadan, evlâtlardan, torunlardan, yârdan, yârândan, arkadaştan, dosttan ve vatandan… O kor alev gibi sînelerinde taşıdıkları aşk ile isterler şehâdeti…

Afrin’e giden askerlere:

“-Âilene bir şey demek ister misin?” sorusuna verdikleri:

“-Beklemesinler!” cevabı, aşktandır…

Yine başka bir konvoyla sınıra giden askerin, uzatılan mikrofona:

“-Düğüne gidiyoruz!..” demesi, aşktandır…

Aşktandır; Abdurrahman bin Avf’ın iftar sofrasında boğazına dizilen lokmalar…

Abdurrahman bin Avf’ın oğlu İbrahim anlatıyor:

Oruçlu olduğu bir gün Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh-’ın önüne (mükellef bir iftar) sofrası getirdiler. O sofraya şöyle bir baktı ve:

“-Mus’ab bin Umeyr, Uhud Savaşı’nda şehid edildi. O, benden daha iyi idi. Ama kefen olarak bir kaftandan başka bir şeyi yoktu. Onunla başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açıkta kalıyordu. Sonra dünyalık olarak her şey önümüze kondu. (Dünyalık olarak her şey bize verildi. Şimdi bunca nîmetler önüme getiriliyor.) İyiliklerimizin karşılığı, dünyada peşin verilmiş olmasın! Bundan endişelenmekteyiz!” diyerek ağlamaya başladı. Hatta iftar yemeğini de yemedi, terk etti. (Buhârî, Cenâiz 26, 27, Meğazî, 17)

* * *

“Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu; Tevrat, İncil ve Kur’ân’da sabit Allâh’ın bir vaadidir. Allah’tan başka verdiği sözde duran kim vardır? Öyleyse O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişe sevinin. Gerçekten bu büyük bir başarıdır.” (et-Tevbe, 111)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyuruyor:

“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehid, gördüğü îtibar ve ikrâm sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehid olmayı ister.” (Buhârî, Cihâd, 21; Müslim, İmâre, 109)

Allah Rasûlü Efendimiz kendisinin şehâdet arzusunu da şöyle dile getirmiştir:

“Muhammed’in canı kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra yine savaşıp öldürülmeyi, sonra yine savaşıp öldürülmeyi çok arzu ederim.” (Buhârî, Cihâd, 7; Müslim, İmâre, 103)

* * *

Herkesin düşmanla cihâda girme ve şehâdete erişme imkânı olmayabilir. Ama gönlünde cihad ve şehâdet arzusunu canlı tutmayı öğreten çok güzel bir müjde vardır. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur ki:

“Bütün kalbiyle şehid olmayı isteyen kişiyi Allah, yatağında vefat etse bile şehidler mertebesine ulaştırır.” (Müslim, İmâre, 156-157)

Bu konuya kısa bir not eklemek gerekirse: Dînimizde ölümü temennî etmek, Allah’tan ölmeyi istemek yasaklanmıştır. Ancak şehid olmayı temennî etmek ise güzel görülmüş ve tavsiye edilmiştir. Bu minvalde şehid olma niyetini hâlisâne bir şekilde muhafaza etmek gerekir. “Dil bir şeye niyet ederken kalp bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz!” buyuran Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz, insanların âhirette niyetleriyle nasıl hesaba çekileceğini şöyle anlatmıştır:

Kıyâmet gününde ilk defa bir şehid hakkında hüküm verilecek. Allah Teâlâ ona ne yaptığını sorduğunda:

«-Senin uğrunda çarpıştım, şehid edildim.» diyecek. Fakat Cenâb-ı Hak, ona:

«-Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın!» buyuracak ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.

Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur’ân okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak.

«-İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızânı kazanmak için Kur’ân okudum.» diyecek. Allah Teâlâ ona:

«-Yalan söyledin, ilmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’ân’ı ise güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi.» buyuracak. O adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.

Hadîs-i şerîfin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını Allah rızâsı için harcadığını söyleyeceği, ona “cömert adam” desinler diye malını sarf ettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir. (Bkz: Müslim, İmâre, 152)

O hâlde ne yaparsak yapalım, her şeyin başı niyettir. Niyet, âdeti ibadete çevireceği gibi, ibadeti de mahcubiyete dönüştürebilir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- niyetin ehemmiyeti hakkında şöyle buyurmuştur:

“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allâh’a ve Rasûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse; eline geçecek sevap da Allâh’a ve Rasûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa; onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5)

Cenâb-ı Hak, cümlemize, niyetini hâlisâne bir şekilde koruyarak şehidlik arzusu ile bir ömür sürmeyi ve niyeti mukâbilinde şehâdet mertebesine erebilmeyi nasip etsin. Bu vatan, millet ve bayrak için şehâdete eren güzel kulları için sizlerden bir Fâtiha-i Şerîfe ve üç İhlâs-ı Şerîf istirham ediyorum.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle