Kurban
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kurban bayramında kurban etmek üzere semiz bir koç hazırladı. Kurbanı keserken de şöyle buyurdu:
“Lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber: (Allah’tan başka ilâh yoktur ve Allah en büyüktür.) «Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim.»” (el-En’âm, 162-163) dedi ve hayvanı kurban etti. Sonra ise şöyle buyurdu:
“-Bunun (bu hayvanın) kılları ve yünü, benim kıllarımın cehennemden kurtuluşu için fidyedir. Derisi, derimin; kanı, kanımın; eti, etimin; kemikleri, kemiklerimin; damarları, damarlarımın cehennemden kurtuluşu için fidyedir.”
Ashâb-ı Kirâm:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü, Allah hayırlı ve mübârek eylesin. Bu, sadece Sana mı mahsustur?” diye sordular.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“-Hayır, bunlar bana mahsus değildir. Bilâkis kıyamete kadar gelecek olan bütün ümmetime şâmildir. Bu haberi bana Cibrîl, Rabbimden getirmiştir.” (Buhârî, Edâhî, 7, 9; Tirmizî, Edâhî, 2; Nesâî, Dahâyâ, 28-31; İbn-i Mâce, Edâhî, 1)
Kurbanımızın kurtuluşumuza vesîle olduğu bu mübarek günlerde kişi, yapması gereken ibadetlerini teslîmiyet ve samimiyetle yerine getirirse ve bu ibadetlerle beraber gönlünü Rabbine sunarsa; Allâhu a’lem o kişinin payına, Cenâb-ı Hakk’a karşı “kurbiyyet” (yakınlık) kazanmak düşer.
Öyle ki, Rabbimiz, kurbanın ne etini, ne de kanını istemektedir. “Samed” olan (kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama her şeyin O’na muhtaç olduğu) Allah Teâlâ, bizim niyetimize, samimiyetimize, teslimiyetimize, nefsimizi kurban edişimize, muhabbetimize hâsılı takvâmıza değer verdiğini şöyle beyan buyurmuştur:
“Onların (kesilen kurbanların) ne etleri, ne de kanları Allâh’a ulaşır; O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allâh’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Rasûlüm!) Güzel davrananları müjdele!” (el-Hac, 37)
En güzel örnek olarak bize gönderilen Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:
“Âdemoğlunun, Kurban Bayramı’nın birinci günü yaptığı işlerin Allâh’a en sevimli olanı, (kurban) kanı akıtmaktır. Kıyâmet günü, o kurban, boynuzları, tırnakları ve kıllarıyla gelir. Kurbanın kanı da, henüz yere düşmeden Allâh’ın rızâsına nâil olur ve kabul edilir. O hâlde, kurbanlarınızı gönül hoşnutluğu ile kesin!” (İbn-i Mâce, Edâhî, 3; Tirmizî, Edâhî, 1/1493)
Kurban denilince akla ilk gelen isim olan İbrahim -aleyhisselâm- malını, canını ve bütün varlığını Hak yolunda feda edip karşılığında “Halîlullah” vasfını, yani Allâh’ın dostluğunu kazanmıştır. İbrahim -aleyhisselâm-’ın örnek hâlini ve mü’minlerin sahip olması gereken vasıfları “Rûhu’l-Beyân Tefsiri”nin müellifi İsmail Hakkı Bursevî şöyle anlatır:
“Bilesin ki her mal, Rabbin hazinesine lâyık değildir. Her kalp de Rabbin hizmetine uygun değildir. Ey kul, durumunu düzeltmekte acele et. Malınla cömert ve ihsan ehli ol. Malın yoksa canınla ve bedeninle öyle ol. Gücün varsa, her ikisini de bu uğurda esirgemeden ver. İbrahim -aleyhisselâm-’ı görmez misin, nasıl malını Allah için ziyafete, bedenini ateşe, oğlunu kurbana ve gönlünü Rahman’a verdi. Melekler bile O’nun cömertliğine şaştılar. Allah da ona dostluğu ikram etti.” (İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, Erkam. c: 13, sh: 90)
Bayram
Bayramlar, namazla başlayıp, şükürle nihayete eren ilâhî rahmet günleridir. Cenâb-ı Hakk’ın bu güzel günlerdeki lütuflarını saymakla bitiremeyiz.
Sezai Karakoç, “Kurban bayramı, hac ibadetinin ve kurban sunmanın bize getirdiğini alma ve rûhumuza geçirme törenidir.” demiş ve bayramın nasıl ilâhî bir lütuf olduğunu şöyle dile getirmiştir:
“Bayram, kazanılan rûhî ilerlemeyi bir daha çıkmamacasına benliğimize geçiren ilâhî damgadır. Göğsümüzü açıyoruz ve kalbimize meleklerin bu yüce damgaları basmasını, pamuktan daha yumuşak bir vuruşla rûhumuza nakşetmesini bekliyoruz. İşte bayram bu demektir.” (Sezâi Karakoç, Samanyolu’nda Ziyafet, Diriliş, sh: 92)
Behlül Dânâ Hazretleri de:
“-Bayramın hakîkî mânâsı, her fertte onun gönlüne göre tezâhür eder. Gönül ne kadar merhamet, muhabbet ve sürûr yüklü ise, bayram da o kadar engin ve ihtişamlı olur.” buyurmuştur.
Bu idrâk ile kalplerimizi sürûr kaplarken, kardeşlik, sevinç ve neşe günleri olan bayramda sıla-i rahim yaparak akrabalık bağlarını kuvvetlendirmeli, ihtiyaç sahiplerini gözetmeli ve kardeşlik duygularını ziyadeleştirmeli, hâsılı, bayram sevincini bulunduğumuz her ortamda hakkıyla yaşamalı ve yaşatmalıyız.
Cenâb-ı Hak, bayramdan gereği gibi istifade edip, bayramı bütün İslâm coğrafyalarında aynı duygu ve mutluluk ile kutlayabilmeyi nasip etsin.
Yâ Rabbi! Bayramımızı, vatanımızın ve milletimizin bütünlüğüne vesîle kıldığın gibi, İslâm Âlemi’ndeki kanayan yaraların da dinmesine vesîle kıl… Yâ Rabbi! Her gün birçok can kaybettiğimiz terör hadiselerinin sona erdiği günleri görmeyi bizlere nasip eyle... Âmin!
Tebrik
Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı uğruna, vatanına, nâmusuna sahip çıkma uğruna hiç düşünmeden canını kurban eden azîz şehidleri Fâtihalar, Yâsinler ile yâd ederken, Abdurrahman Cahit Zarifoğlu’nun nezih üslûbu ile bayramlarını tebrik ederim:
“Büyüklerin ellerinden
Küçüklerin gözlerinden
Sûriye’nin toprağından
Bosna’nın bayrağından
Ebû Zer’in yalnızlığından
Bilâl-i Habeşî’nin ilk ezanından
Târık bin Ziyad’ın kılıcından
Filistinli Cafer’in haykırışından
Gazze’nin gözyaşından öpüyoruz…
İyi bayramlar, meleklerin şehri Gazze.
İyi bayramlar, utancımız, açlığımız Afrika.
İyi bayramlar, Ömer Muhtar’ın soylu çocukları.
İyi bayramlar, acının, ölümün başkenti Hama.
İyi bayramlar, Recep onbaşı, Salih uzman, er Mehmet.
İyi bayramlar, kırılganlıklar, üzüntüler
İyi bayramlar, ey hüzün…”
YORUMLAR