Kur’ân-ı Kerim’deki İFFET TABLOLARINDAN

Kur’ân-ı Kerim, bir hayat kitabıdır. Müslümanların hayat boyunca önlerine çıkan her mesele ile ilgili ana düsturları içine alır. Onların ufuklarını açar, yönlerini çizer; kalplerini pekiştirip zihinlerini aydınlatır. Onlara insanlarla ilişkilerde dikkat edecekleri esasları, Allâh’a kulluk ve ibâdetin inceliklerini; güzel ahlâkın en nâdide misallerini öğretir. O, ilâhî bir hidâyet, rahmet ve sonsuz bir nûr kaynağıdır.

İşte bu engin güzellikler içinde mü’min erkek ve kadınlara, Kur’ân’ın diliyle iffet âbidesi olarak takdim edilen pek çok yüce şahsiyet vardır. Her biri için müstakil eserler kaleme almak mümkün olan bu yüce insanların hayatlarından kısa kısa kesitler sunmak istiyoruz.

 

Âlemlerdeki Kadınların Efendisi Hazret-i Meryem

İmran’ın hanımı (Hanne), karnındaki çocuk doğmadan önce onu Allâh’a adamıştı. Fakat çocuğu erkek değil de kız olunca şaşırdı. Çünkü o zamana kadar İsrailoğulları’nda bir kızı, Allâh’a kulluk etmek üzere mâbede adamak alışılmış bir şey değildi. Fakat o, yine de Allâh’a verdiği ahdini yerine getirdi ve çocuğuna, “Allâh’ın hizmetçisi, O’na ibâdet eden” mânâsında “Meryem” ismini verdi. Onu yakın akrabası Zekeriyya -aleyhisselâm- himâyesinde mescide verdi. Hazret-i Meryem, çocukluğunu ve gençliğini burada geçirdi. Tamamen kendisini ibadete verdi. Bulunduğu yere sadece Zekeriyya -aleyhisselâm- girip çıkabiliyordu. O da Hazret-i Meryem’in yanında, Allâh’ın ihsan etmiş olduğu çeşit çeşit meyveleri gördükçe hayretler içinde kalıyordu. Çünkü bu meyvelerin çoğu, meyvimsizdi. Yani yazın kış meyveleri, kışın da yaz meyveleri… Bunların nereden geldiğini sorunca, Hazret-i Meryem, bunları Allâh’ın gönderdiğini haber veriyordu.

Yine bir gün, mescidde ibadetle meşgulken bir erkek gördü. Daha önce hiç rastlamadığı bu insanın bir anda odanın içinde görünmesinden dolayı korktu ve:

“Senden, Rahman olan Allâh’a sığınırım. Eğer Allah’tan sakınan (takvâ sahibi) bir kimse isen (bana dokunma).” dedi.

İnsan kılığındaki o melek (Cebrâil -aleyhisselâm-):

“Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbimin bir elçisiyim.” dedi.

Meryem -aleyhesselâm-:

“-Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım hâlde benim nasıl çocuğum olabilir?” diye sordu.

Melek:

“-Öyledir.” dedi. “(zira) Rabbin buyurdu ki: Bu bana kolaydır. Çünkü biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Bu, hüküm ve karara bağlanmış (ezelde olup bitmiş) bir iş idi.” (Meryem, 17-21)

Derken Hazret-i Meryem hâmile kaldı. Artık doğum yaklaşınca, insanlardan uzak bir yere gitti. Bir hurma ağacının altında, büyük bir utanç içinde, ne yapacağını bilmez bir hâlde:

“-Keşke, dedi, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim.” diye söylendi. (bkz: Meryem, 22-23)

Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, kendisini tesellî etti. Kupkuru hurma ağacını yeşertti. Onu silkeleyerek dökülecek taze ve dolgun hurmaları yemesini; insanlarla karşılaştığında ise onlara sükût orucuna niyetlendiğini ve kendisine bir şeyler soracak olurlarsa, kucağında taşıdığı yeni doğmuş yavrusu ile konuşmalarını işaret etmesini istedi. (Meryem, 24-27) Hazret-i Meryem’i, kucağında yeni doğmuş bir bebekle gören insanlar hemen ona bühtan etmeye başladılar:

“-Ey Meryem! Hakikaten sen iğrenç bir şey yaptın! Ey Harun’un kızkardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.”

Bunun üzerine Hazret-i Meryem, kucağındaki çocuğu gösterdi. Hepsi birden şaşırdılar:

“Biz, beşikteki bir sabî ile mi konuşacağız?!”

Bunun üzerine o kundaktaki çocuk dile geldi:

“Ben, Allâh’ın kuluyum. O, bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübârek kıldı. Yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve Rabbime yükseltileceğim gün selâmet banadır.” (Bkz: Meryem, 27-33)

İşte Hazret-i İsa’nın dünyaya gelişi böyledir. Bu konuda Yahudiler, Hazret-i Meryem’in iffetsiz olduğu iftirasını atmak istemişler; Hıristiyanlar ise, Hazret-i İsa’nın bu şekilde mûcizevî bir şekilde doğması sebebiyle O’nun Allâh’ın oğlu olduğunu iddia etmişlerdir.

Oysa Cenâb-ı Hak, bu iki görüşü de şiddetle yalanlamıştır.

Hazret-i Meryem, bâkire, iffetli ve kendisini tamamen Allâh’a ibadete adamış, âlemlerdeki bütün kadınların üstüne seçilmiş mübârek bir hanımdır. (Âl-i İmrân, 42) Odasında bir anda gördüğü yabancı bir erkeğin şerrinden de Allâh’a sığınmıştır. (Meryem, 18)

Fakat Allah Teâlâ’nın Hazret-i Meryem ve ondan dünyaya gelmiş olan Hazret-i İsâ ile bir murâdı vardı: İnsanlara kendi kudret ve azametini göstermek ve insanları, bu hâdise ile imtihan etmek!..

Hazret-i Îsâ, Hazret-i Âdem’in hem annesiz, hem de babasız bir şekilde yaratılmasına benzer bir sûrette, “babasız” olarak dünyaya gelmiştir. Bu, Allah için mümkün ve kolay bir şeydir. Fakat insanların iddiâ ettiği gibi, “Allâh’ın bir evlat edinmesi olacak şey değildir. O bundan münezzehtir. O, bir işe hükmettiği zaman, ona sadece «Ol!» der, o da oluverir.” (Meryem, 34-35)

Kur’ân-ı Kerim’in pek çok âyetinde, Hazret-i İsâ’nın Allâh’ın bir “kulu” olduğu, herhângi bir şekilde “ilâhlık” iddiasında bulunmadığı açıkça ifade edilmiştir. (bkz: Meryem, 34-36; el-Mâide, 116-119; Âl-i İmrân, 47-51; 60-61) Fakat maalesef insanlar, bu konuda ihtilâfa düşmüşler ve nihâî mercî olarak Allah Teâlâ, insanların bu konudaki tereddüt ve şüphelerini kıyamet gününde neticelendirecektir:

“Sonra gruplar, kendi aralarında ayrılığa düştüler. Büyük güne şâhit olunduğu zamanda vay o kâfirlerin hâline!..” (Meryem, 37)

 

Kıssaların En Güzeli ve Hazret-i Yusuf

Kur’ân-ı Kerîm, Hazret-i Yusuf’un hayatının anlatıldığı Yûsuf sûresini, kıssaların en güzeli diye tarif eder. (Yûsuf, 3)

Çok uzun bir kıssa olmakla beraber biz, mevzumuzla alâkalı kısma kadar olup bitenleri özetleyelim:

Hazret-i Yâkub’un toplam on iki evlâdı vardı. Bunlardan Yusuf ile Bünyamin bir anneden, diğerleri ise başka bir anneden idi. Hazret-i Yakub, bütün evlatları içinde gerek taşıdığı güzellikler sebebiyle, gerekse ileride kendisi gibi bir peygamber olacağını anlamış olmasından dolayı Hazret-i Yusuf’a karşı ayrı bir sevgi duymaktaydı. Fakat onun, Yusuf -aleyhisselâm-’a olan bu meyli, Yusuf’un kardeşlerinin gözünden de kaçmıyordu. Nihayet şeytanın vesveselerine de uyarak kardeşleri, Hazret-i Yusuf’un canına kastetmek istediler. Babalarından izin alıp onu şehirden uzak bir bölgeye götürüp sonra da ıssız bir kuyuya atarak ölüme terk ettiler. Fakat Cenâb-ı Hak, Hazret-i Yusuf’u o kuyuda sahipsiz bırakmadı. Bir kervan vasıtasıyla onu önce kuyudan çıkartıp sonra da Mısır’a ulaştırdı. Burada bir esir pazarında satışa çıkarıldığında Mısır azîzi (hükümdarı) onu, çok düşük bir fiyata satın aldı. Daha sonra Hazret-i Yusuf, bu hükümdarın sarayında bir köle olarak hizmet etmeye başladı. Ancak gün geçtikçe güzelliği ortaya çıkıyor ve kadınların ona karşı meyli artıyordu. En sonunda Mısır azizinin hanımı (Züleyha) ona olan meclûbiyetinin esiri olarak, kendisini zinaya dâvet etti. İşin bundan sonraki kısmını âyet-i kerimeler eşliğinde hatırlayalım:

“Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murad almak istedi, kapıları iyice kapattı ve «Haydi gel!» dedi. O da «(Hâşâ) Allâh’a sığınırım. Zira kocanız benim velînimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zâlimler iflah olmaz!..” dedi.

Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi, o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (burhânımızı) delilimizi gösterdik. Şüphesiz o, ihlâslı kullarımızdandı.” (Yusuf, 24-25)

Bu hâdisede de Hazret-i Yusuf, yalnızlık, insanlardan uzak olmak, mevki-makam, güzellik, zenginlik vb. nefsi çeken bütün arzulara şiddetle muhâlefet etmiş ve takvâ yolunu seçerek:

“-Ben Allah’tan korkarım!..” buyurmuştur.

Kadının câzip teklifine ve akıl almaz desiselerine teslim olmak yerine zindanda çile doldurmayı tercih etmiştir. Allah da kendisini, zindan hayatından kurtarıp Mısır’a sultan kılmıştır.

Aslında bu kıssadaki taraflar, zamana ve şartlara göre değişebilir. Bazen erkek, bazen de kadın cezp edici bir konumda olabilir. Burada mü’min erkek ve kadınlara düşen ise, takvâ libâsına bürünüp haramlardan ve şeytanın necâsetinden uzak kalmaya çalışmaktır. Şüphesiz böyle bir durumda, Allâh’ın lütuf ve yardımı da kesin olarak gelecektir. Peygamber Efendimiz, bir hadîs-i şerîflerinde:

“İffetli olmak isteyeni Allah Teâlâ iffetli kılar.” (Buhârî, Rikak, 20) buyurarak bu hakikate işaret etmiştir.

 

Meseleler, Zıtlarıyla Anlaşılır

Kur’ân, meselelerin anlaşılması için beyazın yanında siyahı, cennetin yanında cehennemi ve nâmus ve iffet ehlinin yanında kötülük çığırı başlatmış insanları da zikreder. Bunlar içinde “Lût Kavmi” ibretlik bir halktır. Kendilerinden önce hiç kimsenin yapmadığı bir kötülüğü başlatmış, âdeta bu kötü fiilin öncüleri olmuşlardır. (el-A’râf, 80; el-Ankebût, 27) Onlar, Allâh’ın nikâh ile aralarına huzur, meveddet ve rahmet indirdiği eşleri (bkz: Rûm, 21) bırakıp kendi cinslerinden insanlara meyletmişler ve yoldan çıkmışlardır. Bu işte o kadar ileriye gitmişlerdir ki, içlerinde temiz ve ahlâklı olarak kalmış kimselerin, aralarından ayrılmasını talep edecek duruma gelmişlerdir. (bkz: en-Neml, 56)

Yine Kur’ân’ın ahlâkî ve itikâdî zaafları sebebiyle tenkit ettiği ve azaba uğradıklarını haber verdiği iki kadın vardır ki, bunlar da Hazret-i Nûh’un hanımı ile Hazret-i Lût’un hanımıdır. (bkz: et-Tahrîm, 10; en-Neml, 57)

 

Yâ Rabbi!..

Son sözümüz, Peygamber Efendimizden öğrendiğimiz bir duâ olsun:

“Allâhım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim.” (Müslim, Zikir, 72)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle