Kur’ân-ı Kerîm’in Mâhiyeti
Allâh’ın sıfatlarının bütünüyle tecellî ettiği üç varlık mevcûddur; Kâinât, Kur’ân ve insan... Kâinât, fiilî; Kur’ân kelâmî tecellî; insan da zübde (tohum) sûretinde bütün tecellîlerin mecmûası (toplamı)dır. İnsansız bir dünyâ ne kadar sönük olursa, Kur’ân’sız bir insan da tıpkı öyledir.
Bu cümleleri biraz izah edecek olursak, Rabbimiz, kendisince mâlum olan kuvvet, kudret, ilim, azamet ve benzeri husûsiyetlerini, kendisi dışındaki varlıkların da bilmeyi için mahlûkâtı ve özellikle insanı yarattı. Ona kendisini haber verecek peygamberler ve kitaplar göndererek kendisini tanıttı. Ancak bu peygamber ve kitaba mazhar olmayan insanların da kendisini tanıyabilmesi için kâinâta, yani yaratılmış her şeye kendini gösteren işaret ve alâmetler (âyetler) koydu. Bu âyetlerin hepsi, Allâh’ın varlık ve birliğine işaret eden en büyük delillerdir.
Bütün yaratılmışların zirvesini teşkil eden insan ise, gerek kâinâttaki, gerekse ilâhî kitaplardaki bütün âyet ve işaretlerin hem muhatabı ve hem de bu tecellîlerin zirvesidir. O, kendisinde saklanmış olan ilâhî sır ve hikmetler sebebiyle Rabbimizin pek çok ilâhî ikram ve ihsanına mazhar olmuş, âdetâ bir sırlar odağıdır. Kendisini okuyabildiği kadar ilâhî esrarı ve azamet-i ilâhiyyeyi fark edecek; “Kendini bildiği kadar Rabbini bilecek”tir. İşte insanın kendisini bilmesine yardım eden en büyük yardımcıları kâinât ve ilâhî kitaplardır. Bu ilâhî kitapların en sonuncusu ve en mükemmeli ise, şüphesiz Kur’ân-ı Kerim’dir.
Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’in indirilmesiyle dinini tamamlamış ve “İslâm” adını verdiği bu dinden başka bir dinden râzı olmayacağını beyan buyurmuştur. (bkz: el-Mâide, 3)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Kur’ân-ı Kerim’i, “bir ucu Allâh’ın, diğer ucu da sizin elinizde olan bir ip”e benzetir ve şöyle buyurur; “Ona sımsıkı tutunursanız, ebedî olarak sapmaz ve yok olmazsınız.” (Heysemî, IX, 164) buyuruyor.
İşte yeryüzüne sarkıtılmış bu ilâhî ipin, insanı hem dünya ve hem de âhiret saadetine ulaştırması, kişinin ona karşı takınacağı tavra bağlıdır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, bazı insanları hidâyete, bazılarını ise inat, ısrar ve inkârları sebebiyle dalâlete sevk eder. O, insanın kendisini seyredebileceği bir endam aynası gibidir. İnsanın kalp âlemindeki iyilik ve kötülükler, ona bakış ve muâmelesinde ortaya çıkar.
Kur’ân-ı Kerim’in Günümüze Ulaşması
İşte bu ilâhî kitabın, indirilişinden günümüze kadar geçirdiği birtakım merhaleler vardır. Bu merhalelerin ilki, onun Cebrâil -aleyhisselâm- tarafından yeryüzünde Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbine indirilmesidir. Kur’ân-ı Kerîm, bu hâkikati şöyle ifade eder:
“Biz bu Kur’ân’ı, Cibrîl vasıtası ile Rasûl’ün kalbine indirdik..” (el-Bakara, 197)
Demek ki, Kur’ân-ı Kerim’in yeryüzünde tutunduğu ilk yer, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbi olmuştur. O, “kalbe inmiş” ve “kalbi muhatap almış” bir kitaptır. Bu sebeple onun insanlar arasında yayılması da öncelikle “kalpten kalbe” olmuştur. Onu muhabbetle gönlüne yerleştirenler, ona sahip çıkmış, okumuş, anlamaya çalışmış, ezberlemiş ve hayatına tatbik etmiştir. Onun için yaşamış ve yeri geldiğinde onun uğrunda seve seve canını vermiştir.
Kur’ân-ı Kerim’in Cebrail -aleyhisselâm-’ın ardından insanlık âlemindeki “ilk muhatabı ve hâfızı” (ezberleyip koruyanı) Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. O, Kur’ân-ı Kerim’e muhatab olmanın şerefi ve onu ümmetine ulaştırma vazifesinin sorumluluğu sebebiyle Kur’ân inzal olurken tek bir kelime ve cümlesini unutmamak için Cebrâil -aleyhisselâm-’ın getirdiği vahyi tekrar edip duruyordu. Yani Cebrâil -aleyhisselâm- yeni gelen âyetleri bildiriyor, bu esnada da Peygamberimiz, onun bildirdiği ilâhî fermanları iyice ezberlemek için diliyle tekrar ediyordu. Bu hem yorucu, hem de gereksiz bir işti. Çünkü Allah Teâlâ, şöyle buyurarak hem Rasûlü’nü teskin ve tesellî ediyor, hem de bize Kur’ân’ın nasıl bir ilâhî muhafaza altında olduğunu bildiriyordu:
“(Rasûlüm) vahyi çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak Bize aittir. O hâlde Biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da Bize aittir.” (el-Kıyâmet, 16-19)
Kur’ân-ı Kerim’i bu şekilde teslim alan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bunu ashabına okuyor, okutuyor, varsa eksik ve yanlışları düzeltiyor, ezberletiyor ve hattâ o günkü şartlarda yazı malzemesi olarak ne varsa, bunların üzerine yazılmasını temin ediyordu. İşte vahiy kâtipleri tarafından satırlara nakledilen bu metinler, ashâb-ı kiram tarafından gönüllü olarak ezberleniyordu. Bu vesileyle zaman içinde yüzlerce hâfız sahabî yetişmiştir. Fakat biz teberrüken Kur’ân-ı Kerim’in ilk hâfızlarından bazılarının isimlerini nakledelim:
Kur’ân-ı Kerîm’i kalbine ve hafızasına nakşedip ilk muhafaza eden Peygamber Efendimiz olmuştur. Sonrasında ise, dört büyük halife Hazret-i Ebubekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali efendilerimiz gelirler.
Muhâcirînden Talha b. Ubeydullah, Sa’d b. Ebî Vakkas, Mus’ab bin Umeyr, Ebû Hüreyre.
Ensar’dan Übey b. Kâb, Mu’az b. Cebel, Zeyd b. Sâbit, Zeyd el-Ensârî ve Ebu’d Derdâ.
Hanım sahabilerden Hazret-i Âişe, Hazret-i Hafsa, Hazret-i Ümmü Seleme meşhur hâfızlardan bazılarıdır. Radıyallâhu anhüm. Allah hepsinden râzı olsun, bizi de şefaatlerine nâil eylesin.
İşte bu sahabe-i kiram efendilerimizle başlayan hâfızlık silsilesi, günümüze kadar yüzbinlerce hâfız tarafından dilden dile ve gönülden gönle intikal etmiştir.
İbnü’l-Cezerî’nin dediği gibi, “Kur’ân’ın naklinde sahifelere ve kitaplara değil de kalp ve göğüslere itimat edilmesi, Allâh’ın bu ümmete bahşetmiş olduğu en şerefli bir hususiyettir.”
Hâfızlık Emâneti
Kuran’ı ezberlemek, müslümanlar üzerine “farz-ı kifâye”dir. Yani bir beldede hâfız (Kur’ân’ı ezberleyen) “bir kişi” bile olmazsa, bütün belde halkı günahkâr olur. Birtakım kişi veya kişilerin ezberlemesi ile bu yükümlülük diğerlerinin üzerinden kalkar.
Ayrıca günümüzde Kur’ân’ı ezberleyen ve içindekiler ile amel eden kimselerin çok az oluşu, bu işin değerini de kat kat arttırmaktadır. Bugün elhamdülillâh ülkemizde çok sayıda hâfız vardır, Kur’ân-ı Kerîm’i bolca okuyanlar da vardır. Hem hâfız, hem okuyan, hem de onu yaşayanlar, maalesef yok denecek kadar azdır. Bu sebeple öncelikli hedefimiz, Kur’ân’ı ezberlemek ve muhtevâsını öğrenerek amel etmeye cehd ü gayret etmek olmalıdır.
* * *
Kur’ân-ı Kerim’i ezberleme yeri, akıldan ziyâde kalptir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:
“Kur’ân’ı okuyunuz. Şüphesiz Allah, Kur’ân’ı ezberleyen bir kalbe azap etmez.” (Darimî, Fedâilu’l-Kur’ân, 1) buyrulmuştur.
İnsanın Kur’ân-ı Kerim’i ezberlemesi, sonra da bunu muhafaza etmesi için önce kalbinin buna hazırlanması gerekir. Nasıl temiz bir yiyeceği bir tabağa koymak için önce tabağı temizlersek, Kur’ân-ı Kerim’in insanda yerleşebilmesi için de konulacak yerin (kalbin) tertemiz olması gerekir. Aksi hâlde, insan, ilâhî kitaba zulmetmiş olur. Kur’ân-ı Kerim, insanların Allâh’ın kitabı karşısındaki konumlarının üç seviyede olduğunu işaret etmektedir:
“Sonra biz o Kitabı (Kur’ân’ı), kullarımızdan seçtiklerimize mîras verdik. Onlardan da kendilerine zulmeden var, ortadan giden var, Allâh’ın izni ile hayırlarda öne geçen var. İşte büyük lûtuf budur.” (Fâtır, 32)
Bunlardan ilki, Kur’ân-ı Kerim emânetini zâyî eden, onun gereklerini yapmayan kimselerdir ki, bunlar kendine zulmedenlerdir. Eğer bunu hâfızlığa tahsis edersek, ya hıfzı küçümseyen, ya buna lâyık olamayan ya da hâfız olduğu hâlde bildiğinin tersi bir hayat yaşayan kimseler olduğunu söyleyebiliriz.
İkincisi “ortada gidenler”dir. Günahlara dalmasalar da hayır işlerinde öne çıkmayan vasat bir zümredir. Hâfızlık açısından, başkasına bir hayrı dokunmayan, kendi hâlinde yaşayan ve fakat hâfızlığını da tekrar edip unutmayan kimseler...
Üçüncüsü ise, hayırda yarışanlar… “Ben onu nasıl muhafaza edebilirim, mânâsını daha iyi anlayıp onunla nasıl daha iyi amel edebilirim?” diye düşünenlerdir. Bunlar, kendilerine açılacak hayır kapılarını kollar ve bütün gayretleriyle hep daha hayırlı işlere doğru yönelmeye çalışırlar. İşte Allah Teâlâ’nın methettiği kimseler, bu üçüncü sınıftır. Rabbimiz, böyle kullarına madde ve mânâsıyla, ahlâkî duruşuyla içten gelen bir güzellik ihsan eder. Bu güzelliğin sebebi, Kur’ân-ı Kerîm’e bağlılıktır. Kur’ân-ı Kerim’i aziz tutanı, Rabbimiz de yüceltir. Onu hürmet göstermeyeni, Rabbimiz de zelil kılar.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Kim Kur’ân’ı ezberledikten sonra, herhangi bir kimsenin sahip olduğu bir nimet sebebiyle kendisine verilen (hâfızlık) nimetinden daha üstün bir nimete sahip olduğunu düşünürse, muhakkak o, Allah Teâlâ’nın büyüttüğü nimeti, küçümsemiş olur.” (İhyâ-i Ulûmuddin, Taberânî)
Kur’ân-ı Kerim’i Okuyup Ezberlemenin Faziletleri
Kur’ân-ı Kerim’in ilk muallimi, Allah Teâlâ’dır. Zirâ Rahman Sûresi’nin 2. âyet-i kerimesinde, Rabbimiz, “kendisinin Kur’ân’ı öğrettiğini” haber vermiştir. O’ndan Cebrail -aleyhisselâm- öğrenmiş, O da Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e öğretmiştir. Böyle şerefli bir kaynaktan başlayıp meleklerin en şereflisine, sonra da insanların en şereflisine intikal eden Kur’ân-ı Kerim, insanlardan da kendisine lâyık olacak şerefli kimseleri arar. O hâlde bir hâfız, nasıl bir emâneti taşıdığının farkında olmalı ve bunun gereği bir hayat sürmelidir.
Önce Kur’ân-ı Kerim okumanın faziletleri ile ilgili hadîs-i şerifleri zikredelim:
“Hangi evde Kur’ân-ı Kerîm okunursa, orada bolluk bereket olur, şeytanlar uzaklaşır ve melekler o eve hücum eder. Hangi evde Kur’ân okunmazsa, o evde darlık, sıkıntı, huzursuzluk baş gösterir.” demiştir.
“Kur’ân ehline denilecektir ki: Oku, yüksel! Dünyada yavaş yavaş, güzel güzel okuduğun gibi oku! Zira senin derecen, son okuyacağın âyet yanındadır.” (Tirmizî, Kur’ân,18; Rûhu’l-Furkan,1/36)
“Kur’ân’ı seslerinizle süsleyiniz (onu güzel seslerle doğru ve güzel bir şekilde okuyunuz)!” (İbn-i Mâce, İkâmet, 176)
“Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 21)
“Kur’ân, Allâh’tan başka her şeyden fazîletlidir. Kur’ân’ın diğer kelâma olan üstünlüğü, azîz ve celîl olan Allâh’ın, yarattıklarına karşı üstünlüğü gibi (mikyâssız, misilsiz, hudûdsuz ve sonsuzdur).” (bkz. Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 6)
“Kur’ân ehli, Allâh’ın ehli ve havâs kullarıdır.” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)
* * *
Ancak ilâhî kelâmı uyanık bir gönülle okumak lâzımdır. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, kendisini okuyanın kalbine göre açılır.
“Onlar Kur’ân okurlar, (fakat okudukları) boğazlarından aşağıya geçmez!” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 36) buyrulduğu vechile, gaflet içinde okunan Kur’ân-ı Kerîm’den, hiçbir bereket hâsıl olmaz.
Böyle bir kırâat, sâhibini cehennem ateşine sürükler. Kur’ân’ı bu şekilde tilâvette bulunan kimseler için Cenâb-ı Hak:
“Onlar Kur’ân’ı inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 24) buyurmaktadır.
Bu bakımdan Hazret-i Ömer’in hâli ve söylediği şu söz, ne düşündürücü bir misâldir. O, “Bakara Sûresi’ni on iki senede hatmettim, bir şükür kurbânı kestim!..” buyurmaktadır. Çünkü O’nun Kur’ân’ı okuyuşu, sadece lafızlarını telaffuzdan ibâret değildi. Bu okuyuş, Kur’ân’ın hikmet ve esrârına vukûfiyyet kesbederek, oradaki ilâhî nükteleri kavrayarak ve yaşayarak bir okuyuştu. Çünkü gerçek mânâda Kur’ân’dan istifâde etmek, ancak böyle mümkündür.
* * *
Peygamber Efendimiz hâfızlığın ve hâfızların faziletleri hakkında pek çok müjde vermiştir:
“Ümmetimin en şereflileri, Kur’ân’ı ezberleyip ona hizmet eden Kur’ân hâfızları ve gece ibadet edenlerdir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, I, 36/1063)
“İçerisinde Kur’ân’dan bir şey bulunmayan kimse, harap olmuş ev gibidir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 18/2913)
“Kur’ân hâfızları, cennet ehlinin bayraktarlarıdır.” (Mecmau’z-Zevaid, c.7 s.161)
“Allah, Kur’ân’ı ezberleyen kalbe azab etmez.” (Darimî, Fedâilu’l-Kur’ân, 1)
“Hâfızlar ehlullâhtır, yani Allâh’ın dostlarıdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 16)
Muaz el-Cühenî -radıyallâhu anh-’ten rivayet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Her kim Kur’ân ezberler ve amel ederse, kıyamet gününde anne ve babasına bir taç giydirilecektir. Ki, güneş evlerinizde olsaydı, o (taç) o güneşten daha ışıklı olurdu. Yani o tacın ışığı, güneşin ışığından daha güzeldir. İşte o Kur’ân’la amel eden kişinin hakkında ne zannedersiniz?!” (Ebû Dâvûd, Vitir, 14; Ruhul Furkan, 1/37)
Hâfızlık Hakkında Büyüklerin Sözleri
* “Kur’ân’a kap olan bir kalbi, Allah azaba uğratmaz.” (Ebû Umâme el-Bahilî)
* “Kur’ân’ı ezberleyen bir kimse, nübüvveti kaburgalarının arasına koymuş demektir. Ancak şu kadar var ki; bu kimseye vahiy gelmez.” (Amr b. el-Âs -radıyallâhu anh-)
* “Kur’ân’ın taşıyıcısı, İslâm bayrağının taşıyıcısıdır.” (Fudayl b. İyaz -kuddîse sirruh-)
* “Allâh’a yemin ederim, Kur’ân’dan daha üstün bir zenginlik olmadığı gibi, ondan mahrum olmaktan da daha fakirlik yoktur.” (Hasan Basrî -rahmetullâhi aleyh-)
* “Üç şey vardır ki, insanın zekâsına kuvvet verir: Misvak kullanmak, oruç tutmak, Kur’ân okumak…” (Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh-)
“Bir kişi, Kur’ân okuduğu zaman, melek, onun iki gözü arasını öper. Yani okuyana hürmet ve tâzim için… Melekler, Âdemoğlundan Kur’ân dinlemeye en ziyâde âşıktır.” (Süfyan-ı Sevrî -kuddîse sirruh’dan naklen İmam-ı Gazâlî, İhyâ, 1/281)
YORUMLAR