Bu yazı, Kur’ân Kurslarımızda bir taraftan ilmî tekâmüllerini gerçekleştirirken, diğer taraftan gönül dünyalarını da rahmet dergâhı hâline getiren ve yegâne maksadları, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını tahsil etmek olan sâliha kızlarımıza ithâfen kaleme alınmıştır.
Hiçbir zaman unutmayınız ki, sizler;
t 14 asır evvel teşrifiyle, Âlemleri Rahmete gark eden Peygamber r Efendimiz’in güzel ahlâkıyla ziynetlenip, ümmete “anne” olmuş Hazret-i Hatîce, Hazret-i Âişe ve diğer vâlidelerimizin bugünkü torunlarısınız. Onların, bütün ihtişamıyla hayatlarında sergiledikleri “Müslüman hanım” modelinin bugünkü temsilcilerisiniz.
Bu itibarla sizin gönül dünyanızda;
t Bütün malını cömertçe Allah için bezleden bir Hazret-i Hatîce varsa,
t Peygamber r Efendimiz’in “Dininizin üçte birini Âişe’nin evinden öğrenin!”[1] buyurduğu, fıkıhta müctehid derecesinde bir Hazret-i Âişe varsa,
t Kendisi aç ve bir lokma ekmeğe muhtaç hâlde iken, önce din kardeşini düşünerek îsâr hâli sergileyen Hazret-i Fâtımâ varsa,
t Uhud günü kendisine iki oğlu, babası, kocası ve kardeşinin şehid olduğu haber verildiğinde, bunlara hiç aldırmayarak, büyük bir endişeyle:
“–Allah Rasûlü’ne bir şey oldu mu?” diyen ve O’nu gördüğünde:
“–Anam-babam Sana fedâ olsun ey Allâh’ın Rasûlü! Sen sağ olduktan sonra, gayrı hiçbir şeye aldırmam!” diyerek gönlündeki muhabbeti izhâr eden Sümeyrâ Hâtun varsa,
t Kadisiye harbinde dört oğlunun şehid düştüğü haberi kendisine iletildiğinde, büyük bir îman vecdiyle:
“İslâm’ın bir zaferi için dört oğlum da fedâ olsun!” diyerek Allâh’a tevekkül ve teslimiyet içerisinde şükreden bir Hansa Hâtun varsa,
t “–Kızım, yarın satacağımız süte biraz su karıştır!” diyen annesine;
“–Anacığım! Diyelim ki halîfe görmüyor, peki Allah da mı görmüyor? Bu hîleyi insanlardan gizlemek kolay, ama her şeyi görüp bilen Kâinâtın Hâlıkı Allah’tan gizlemek mümkün mü?..” diyecek seviyede gönlü Allah sevgisi ve korkusu ile dipdiri olan ve Ömer bin Abdülaziz’ler doğuran anneler varsa,
t İçinde bulunduğu kervanı soyan eşkıyaların; “Sen de altın var mı?” diye sormaları üzerine, annesinin iç gömleğine dikmiş olduğu kırk altınının bulunduğunu söyleyen, “–Evlâdım, sen neden üzerinde altın olduğunu söyledin? Sen söylemesen kimse sana bakmazdı!” diyen eşkıyaların reisine de:
“–Ben evden ayrılırken anneme aslâ yalan söylemeyeceğime dâir söz vermiştim. Kırk altın için sözümü hiç bozar mıyım?!” cevâbını verecek derecede, küçük ve mâsum yüreğindeki büyük asâleti sergileyen Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’ni yetiştiren doğruluk timsâli anneler varsa,
t Kalplere Cenâb-ı Hakk’ın ismini nakşedebilmenin gayreti içinde bir ömür çırpınan Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin yanı sıra, idrâkleri hikmet deryasına sevk eden sözleriyle Mevlânâ Hazretleri, yine şiirleriyle ruhları huzura gark eden Yûnus Emre Hazretleri, nasihatleriyle cihan sultanlarına yön veren Hüdâyî Hazretleri ve emsâli Hak dostlarının gönül toprağına, ilk hikmet tohumlarını atan irfan sahibi anneler varsa,
t Son derece celâlli mîzâcına rağmen, Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat ve merhamet düstûruyla, yetim kızları muhâfaza ve onları evlendirme vakfı başta olmak üzere, pek çok hayr u hasenât yapan Mâhpeyker Kösem Vâlide Sultan varsa,
t Yine çok yağmurlu bir günde, Eyüb Sultan Câmii’ne ziyârete giderken, bir su birikintisinde çırpındığını gördüğü cılız bir kedi yavrusunu almak için bizzat çamurlu suyun içine giren ve soğuktan titreyen o yavruyu kucağında ısıtan merhamet deryası Pertevniyâl Vâlide Sultan varsa,
t Hacıların, Arafat’ta su sıkıntısı çekmemeleri için Şam’ın tatlı suyunu hüccâca ulaştıran ve bütün mücevherâtını bu yolda sarf etmek isteyen, gönlündeki engin şefkat ve merhameti sebebiyle “Hizmetkârların kırdığı veya ziyan verdiği eşyaları, onların haysiyet ve şahsiyetleri rencide olmasın diye tazmin etme vakfı” kuran Bezmiâlem Vâlide Sultan varsa,
t Üzerine titreyerek yetiştirdiği yavrusunu cepheye gönderirken, kurbanlık koçları kınaladıkları gibi kınalayan, “Evlâdım, şayet sırtından kurşun yersen analık hakkımı helâl etmiyorum!” sözleriyle de savaştan aslâ kaçmaması gerektiğini telkîn eden fedâkâr, cefâkâr ve çilekeş anneler varsa,
t Evlâdına olan hakiki merhametinden dolayı, onun, sadece dünyevî istikbâlini değil, asıl uhrevî istikbâlini kazanması için duâ, himmet ve gayret eden, bu gayretiyle de ömürlük bir teşekküre lâyık olan sâliha anneler varsa,
SEN;
Fazîlet semâsı, yıldız şahsiyetlerle dolu bir medeniyetin vârisisin demektir.
Yani SEN;
Mâzîsi şan ve şereflerle dolu o fazîletler medeniyetinin bugünkü tâkipçisi ve temsilcisi mevkiindesin. Bu sebeple de çok değerli ve çok kıymetlisin.
Muhammed İkbal’in şu ifâdeleri de, bu hakikatin bir beyânı mahiyetindedir:
“Ey örtüsü nâmusumuzun perdesi olan Müslüman Kadını! Senin yüzündeki nûr, îman kandilimizin sermâyesidir. Yaratılışındaki saflık; Hak’tan bize rahmettir, dînimizin kuvvetidir, ümmetimizin varlık esâsıdır. Evlâdımız sütten kesilir kesilmez, ona kelime-i tevhidi ilk öğreten sensin. Senin muhabbetin, bizim hâlimizi, fikrimizi, sözümüzü, işimizi tanzîm eder.
Toplum fidanının âb-ı hayatı sensin. Ümmetin emânetini koruyan muhafız sensin. Fıtratındaki ulvî hasletleri aklınla keşfet. Hazret-i Fâtıma, senin için bir numûnedir; ondan gözünü ve gönlünü ayırma. Tâ ki, senin dalın da bir Hüseyin meyvesi versin; gülistan, eski mevsimi getirsin.”
Zira Ârif Nihat Asya’nın dediği gibi:
Bu kitaplar Fâtih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
Şu mihrab Sinânüddîn, şu minâre Sinan’dır;
Haydi, artık uyuyan destânını uyandır!
Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın
Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın!
Bir de şunu ifâde etmek lâzımdır ki, sâliha bir hanımın Hak katındaki kıymeti pek büyüktür. Nitekim Peygamber r Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde:
“Bana dünyanızdan, kadın ve güzel koku sevdirildi; namaz da gözümün nûru kılındı.” (Nesâî, Işretü’n-Nisâ, 10; Ahmed, III, 128, 199) buyurmuşlardır. Yani sâliha bir hanımı Cenâb-ı Hak sevmiş ve Habîbi’ne de sevdirmiştir. Umûmiyetle Peygamberlerin, evliyâullâhın ve fetih rûhuna sahip cengâverlerin arkasında dâimâ sâliha bir hanım vardır. Bir hanımın, bu liyâkati kazanabilmesi de ancak Kur’ân ve Sünnet istikâmetinde yaşamasıyla mümkündür.
Âlemler Sultânı Efendimiz, Vedâ Haccı’ndaki hutbesinde bu gerçeği şöyle beyan buyurmuşlardır:
“...Size öyle bir emanet bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldığınız müddetçe yolunuzu şaşırmazsınız. O emanet, Allâh’ın Kitâbı ve Nebîsi’nin sünnetidir...” (Hâkim, I, 171/318)
Yani bu mukaddes miras, sana ulvî bir emânettir.
Bu sebeple SEN;
Okuduğun her şeyi, Hira’da gelen; “Rabbinin adıyla oku”[2] emrine uyarak sadece Allah için okumalısın. Yine Sevr’de gönülleri huzûra kavuşturan; “Mahzun olma, çünkü Allah bizimle beraberdir.”[3] âyet-i kerîmesinin hakikatinde derinleşerek, hayatın acı sürprizleri karşısında hiçbir zaman ye’se kapılmamalı, ümid, heyecan ve azmini dâimâ muhâfaza etmelisin.
Ve yine Peygamber Efendimiz’in şu müjdesini hiç unutmamalısın:
“Kişi, sevdiği ile beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)
Sizlerin de, Kitap ve Sünnet’i lâyıkıyla yaşayarak bu liyâkati kazanmanızı, takvâ sahibi genç hanımlar olarak hâlinizle de en güzel şekilde İslâm’ı tebliğ edebilmenizi Rabbimiz’den niyâz ederiz.
Cenâb-ı Hak, cümlenize Hatîce Vâlidemiz’in cömertlik ve fedakârlığından, Âişe Vâlidemiz’in ilim ve irfânından, Fâtımâ Vâlidemiz’in zühd ve takvâ derinliğinden, sâlihât-ı nisvân olan mübârek annelerin rûhânî dokusundan hisseler alabilmeyi ihsân eylesin...
Âmîn…
[1] Deylemî, II, 165/2828.
[2] el-Alak, 1.
[3] et-Tevbe, 40.
YORUMLAR