Kur'an Aynası

Yüce Rabbimizin yarattıkları arasında en şerefli varlık, insandır. (Bkz: et-Tîn, 4) İnsan, Rabbine kulluk nîmetine mazhar olmuş; kendisine O’nu bilme ve tanıma kabiliyeti verilmiş ve bütün yaratılanların kendisine musahhar kılındığı yüce bir varlıktır. Bu kadar yüce bir varlığı Kur’ân bize nasıl tanıtmıştır?

Kur’ân-ı Kerîm’de insanı, insana tanıtan birçok âyet-i kerîme vardır. Bu âyet-i kerîmelerde bazen toplumların, bazen fertlerin îman aynasındaki “tiplemeleri” yapılmakta, bazen de birebir insanın karakter özellikleri sergilenmektedir.

İnsanı en iyi tanıyan, en iyi tasvir eden Yüce Rabbimiz’dir. O yüzden insan, Kur’ân-ı Kerîm’in tespitlerini kendisine ölçü almalı ve orada ortaya konan insan karakterlerine bakarak kendi durumunu değerlendirmelidir. Öyle ki, Rabbimiz, Kitab’ında insanın ruhlar âleminden başlayan mâcerasından yaratılış safhasına, anne karnında geçirdiği dönemlerden dünyaya geliş ânına, hayat içindeki devrelerine; çocukluk, gençlik ve yaşlılığına kadar insanın yaşayabileceği bütün psikolojik değişimleri beyan buyurmaktadır. Bu ilâhî beyanlar ışığında insanın kendisini tartacağı ve kendisini tanıyacağı en güzel kaynak, şüphesiz Kur’ân-ı Kerîm’dir.

İslâm’ın en önemli gayelerinden biri, “denge insanı”nı ortaya çıkarmaktır. İnsanın bütün menfî husûsiyetlerini asgarîye indirmek ve müsbet özelliklerini de besleyerek ideal insan karakterini oluşturmaktır. Dinimizin bu yönünü ifade ettikten sonra, şimdi kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimizin insan hakkında yaptığı tariflere bakalım:

“İnsan çok acelecidir.”[1] Acelecilik, psikolojik bir durumdur. Hâlbuki İslâm, bize sabrı tavsiye ediyor. Her türlü zorluğa, olumsuzluğa karşı sabır göstermeyi telkin ediyor. Aceleci olma hâli, çoğu zaman işlerin karışmasına, planların ve istikrarın bozulmasına sebep olabiliyor. Bu yüzden sabırlı ve metânetli olmak; dengeli bir ruh hâlinin belirtisidir. Rabbimiz, yine Kitab’ında hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin hüsran içinde bulunmayacağına dikkatimizi çekiyor.[2]

“İnsan âcizdir.”[3] İnsan âciz olmasına rağmen acziyetinin farkında değildir. Benlik duygusu, insanı kendine unutturan, tûl-i emel içinde bulunmasına sebep olan duygudur. Gerçekten de insan, biraz tefekkür edebilse kendisinin ne kadar âciz, ne kadar çaresiz olduğunun farkına varabilir.

Rabbinin sonsuz kudreti karşısında hiçbir gücü olmayan insanın bu hâli, hakikaten ibretlik bir durumdur. Rabbimiz başka bir âyetinde:

“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme!.. Zira Allah, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri aslâ sevmez.”[4] buyurarak insanın durması gereken sınırı ortaya koymuştur.

“İnsan cimridir.”[5] Bu özellik de bir tür hastalıktır. Denge insanı, ne tutumluluk yapacağım diye elini sıkıp cimrilik yapar, ne de cömert olacağım diye müsriflik eder. Allah her iki özelliği de sevmemektedir. Ancak insanın cimri olma özelliğini Rabbimiz Kitab’ında şöyle beyân ediyor:

“De ki: «Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, tükenir korkusuyla yine de cimrilik ederdiniz. Zaten insanlar pek cimridir.»” (el-İsrâ, 100)

Rızık konusu, îmânın sınandığı alanlardan biridir. İnsan, rızkını kendisinin kazandığını, mal- mülk ne varsa hepsini kendi mahareti ile elde ettiğini düşünür. Ancak rızkı veren de alan da Allah’tır. Herkesin rızkının ne kadar olacağı da ind-i İlâhî’de bellidir. Bunun farkında olmayan insan, kazanınca “Ben kazandım!” der. Kaybedince de hayal kırıklığına uğrar. Hâlbuki “Alan da O, veren de O!..” diye baksa, o zaman rızkın değil, Rezzâk’ın peşinde olur.

“İnsan az şükreder.”[6] Rabbinin kendisine verdiği sayısız nîmetleri unutan insan, şükretmek bir yana, isyan ve hezeyan içinde olabiliyor. Elinde bulunan bütün nîmetlere karşı, kul olduğunu ve kim olduğunu unutuveriyor. Kanaatsiz davranabiliyor. Rabbinin keremi, lütfu her yanı kuşatmışken; insan her şeye “Rabbimin kudretinin bir tecellisi!” diye bakması gerekirken her şeyi unutarak nankör bir karaktere bürünebiliyor. Rabbimiz, insanın bu vasfını şöyle bildiriyor:

“Doğrusu Biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!’’ (el-A’râf, 10)

İnsanın başka menfî özellikleri de Kur’ân-ı Kerîm’de yerini bulmuştur: İnsan hırsına düşkündür.[7] Musîbet verilince ümitsiz olur, nimet verilince yüz çevirir.[8] İnsan nankör bir varlıktır.[9]

Hırs, ümitsizlik, nankörlük ve buna benzer özellikler; insanın mayasında olabilecek hususiyetlerdir. Ancak Allah koyduğu prensiplerle insandaki bu olumsuz yönlerin en aza indirilmesini ve güzel vasıflarının beslenmesini istemektedir. İşte bütün bunları şekillendirecek en temel mesele, “insanın niçin yaratıldığı” konusudur. Bu sorunun cevabı, insanın dünya hayatındaki yeri ve mânâsını ifade edecek şekilde doğru bir tarzda cevaplandırılırsa, insan yücelir. Ne buyuruyor Rabbimiz: “Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.”[10]

Şayet bu doğru cevap bulunamazsa, insan, bu ve benzeri sayılmış bütün menfîlikleri taşır ve netice itibariyle helâke sürüklenir.

O hâlde insan, Allâh’a ibadet için yaratıldığını hiçbir zaman unutmamalıdır. Hem bu dünya, hem de âhiret mutluluğu için dikkat edilecek birinci prensip budur! Zira kulluğunu ve kulluğunun sınırlarını iyi bir şekilde bilen bir mü’min, yukarıda sayılan bütün menfi hasletlerin nasıl eğitileceğini de bilir.

Çünkü kulluk demek, hesap vermek demektir.

Kulluk demek kendini, haddini, nefsini bilmek demektir.

Kulluğunun farkında olan insan, Kur’ân aynasına bakarak kendisindeki olumsuz hasletleri görür ve kulluk şuuru potasında onları yok eder.

Bu şuura sahip olan insan, yine Rabbimizin tarifiyle O’nun halifesi olarak dünyada varlığını sürdürür. Her şeyini Allah adına, Allah için yapar. Allah inancı, onun bütün zerrelerine kadar işlemiş, bütün fiillerinde, düşüncelerinde tecellî etmiş demektir.

Kur’ân, bütün mü’minler için bir şifâ olarak indirilmiştir. Hangi konuda bir derdimiz varsa, hiç şüphesiz çaresi Kur’ân’da vardır.

O bizim hayat rehberimiz... Işığımız… Yolumuzu aydınlatan çerâğımız… Sertâcımız… Minhâcımız… O, her türlü hata ve sevabımızı bize fısıldayan, yüce Kitabımız’dır. Ne mutlu o Kitab’ın endam aynasında kendisine bakanlara ve hayatına çeki düzen verenlere…

 

[1] el-Enbiyâ, 37.

[2] el-Asr, 3.

[3] el-Mâide, 30-31.

[4] Lokman, 18.

[5] el-İsrâ, 100.

[6] el-A’râf, 10.

[7] el-Meâric, 19-21.

[8] el-İsrâ, 83.

[9] Hûd, 9.

[10] ez-Zâriyât, 56.

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle