Kulluk ya da ibadet, “teslim olmak, boyun eğmek, itaat etmek” demektir.
Kulluğun ideal hâli, “neden, niçin?” demeden büyük bir teslimiyet ve fedakârlıkla “itaat”tir. Böyle bir kulluk hâli, sadece ve sadece Allah ve Rasûlü’nün emirlerine uyarken yapılmalıdır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, mü’minlerin Allah ve Rasûlü’nün emir ve yasakları karşısındaki hâlini şöyle haber verir:
“Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan ihtilâflı işlerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam mânâsıyla teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar.” (en-Nisâ, 65)
Bu nasıl bir kalbî kıvamdır ki, sadece boyun eğmek değil, kalben itaat etmek, hattâ bunun da ötesinde “bir burukluk dahî taşımadan” ilâhî fermâna, “Boynum, kıldan incedir!” diyebilmek…
İnsanlara hürmet ve itaat ise, Allâh’ın ve Rasûlü’nün emirleri çerçevesindedir. Çok bilinen ifadesiyle, “Yaratana isyan hususunda, yaratılanlara itaat yoktur.”
O hâlde insan yaptıklarını, söylediklerini ve hattâ kalbinden geçenleri yoklamalıdır. Şayet kalbinin tahtında “tek sultan” oturuyor; vücudu sadece onun emirlerini dinliyorsa ne âlâ… Kalbinde en yüce, en sevgili, en hâkim “Vâhidu’l-Kahhâr” olan Allah Teâlâ ise, hiç problem yok!.. Ancak O hükümdarın yetkilerinin paylaştırıldığı başka “ortaklar” varsa, kalb sarayı istilâya uğramış demektir.
İslâm, insanları, “kula kulluk”tan Allâh’a kulluğa yükseltmek için gelmiştir.
İslâm, insanları, “eşyaya kulluk”tan Allâh’a kulluğa yükseltmeye gelmiştir.
İslâm, insanları, “hevâ-heves, nefis ve şeytana kulluk”tan Allâh’a kulluğa yükseltmeye gelmiştir.
İslâm, insanı yüceltmek ister. Onu, içinde bulunan süflî-nefsânî arzulardan, dünya bataklığından, kötü çevre ve arkadaştan uzaklaştırmak ister.
İslâm, insanı hapiste de olsa “hür”; sürgün de olsa “vuslata ermiş” kılmak ister. O insanı, yalnızken bile Rabbiyle, kalabalıklar içinde bile “yâriyle” buluşturmak ister. Bu hâle eren “adamlar”, alış ve ticâretin içinde bile Allâh’ın zikriyle meşguldür.
Bir insanın, dünyada ulaşabileceği en büyük makam, Allâh’a kul olmaktır. Kul olmak, sadece bir başlangıç veya bir sonuç değil; aynı zamanda “nefes alıp verdikçe” bitmeyen bir süreçtir. İnsan, kul olunca, kul olarak yaşayınca ve Allâh’a kullukla ölünce yücedir, değerlidir, şereflidir ve insandır.
İnsan, insanların arasında da “Allâh’a kulluk”la yükselir, izzet kazanır, müstağnî olur; Allah katında da “kulluk” sayesinde itibar görür ve muhatab alınır. Rabbimiz, kendisine mürâcaat edip “Yâ Rabbi!” diyene, “Dile benden ne dilersen, kulum!” diyerek icabet eder. O’na karşı kibirli ve müstağnî davrananın burnunu sürter; iki paralık insan ve eşyaya onu kul eder.
Kul, “istenilen her şeye” tereddütsüz boyun eğer, demiştik. Onun ihtiyarı, seçim serbestliği kalmamıştır, artık… Allah ve Rasûlü, bir şeye hüküm verdiği zaman, mü’min bir kula düşen sadece “İşittik ve itaat ettik!” demektir. Bunun ötesinde bir söz, kulluğun ihlâlidir.
O halde buyurun, kulluğumuzu ve îmânımızı tecdid edelim ve o yüceler yücesinden gelen her buyruğa, “Lebbeyk Rabbî, semi’nâ ve eta’nâ; Buyur ey Rabbimiz, (Senin bütün emir ve yasaklarını) işittik ve itaat ettik!..” diyelim.
İnsan, kime kulluk ettiğine göre yükselir veya alçalır. Yüceler yücesine kulluktan yüz çeviren, alçaklar alçağına itaat etmek zorunda kalır.
YORUMLAR