Kula Bela Gelmez, Hak Yazmayınca...

 

Ali okuldan eve dönerken ufak tefek ihtiyaçlarını karşılamak için kırtasiyeye uğradı. Artan harçlığı ile de kardeşine resim kâğıdı ve boya kalemi aldı. Onu çok seviyordu.

“-Ayşe bu hediye için ne kadar da mutlu olacak? Dönem ödevimi bitirdim, rahatladım, bugün ona biraz zaman ayırabilirim.” gibi güzel düşünceler ve yüzünde tebessümle zile bastı.

Kapıda annesi karşıladı Ali’yi... Selâm verdikten sonra elini yüzünü yıkayıp, üzerini değiştirmek için odasına gitti. Dolabının kapağı açıktı. Bir hafta boyunca uğraşıp yaptığı dönem ödevi dağılmış, yırtılmış, bazıları uçak olup uçmuştu. Gördüğü bu manzara karşısında çılgına dönmüştü Ali… Hâlbuki kaç kere de söylemişti:

“-Abiciğim, burayı karıştırma!.. Lâzım olan bir şeyi benden iste, veririm sana…” diye. Allah’tan Ayşe içerde uyuyordu da o sinirle ona bir şey yapmadı.

Fakat çok kızgındı. Eve gelirken ne kadar da iyi niyetliydi kardeşine karşı… “Ben onun istediği her şeyi alarak mutlu etmeye çalışıyorum, o bana ne yapıyor… Ne kadar da emek vermiştim, yarın teslim etmezsem zayıf alırım!” diye kendi kendine söyleniyordu. Ödevi yeniden yapmaktan başka çaresi de yoktu. Hiç vakit kaybetmeden dosya kâğıtlarını alıp çok acıkmasına rağmen karnını bile doyurmadan dersinin başına oturdu. Öyle ya, yemek düşünecek zaman değildi, işi çoktu. Harâretli harâretli çalışırken Ayşe uyanmış, soluğu abisinin yanında almıştı.

“-Aaa abim gelmiş. Ne aldın abi bana?”

“-Hiçbir şey almadım Ayşe, git başımdan, bu ödevin hesabını da sonra sorarım sana?”

“-Ya abi! Bir tane kâğıt, bir de kalem ver, resim yapacağım.”

“-Git diyorum sana, bir şey vermeyeceğim!”

“-Vermek zorundasın!”

“-Â bu ne pişkinlik; hem suçlu, hem güçlü, diye buna derler! Vermeyeceğim işte!”

“-Anne! Abim kâğıt vermiyor.”

Annesi devreye girdi:

“-Oğlum, veriver, hadi ağlatma.”

“-Anne, senin hatırına verirdim; ama çok sinirliyim. Yaptığı bu hatadan dolayı Ayşe’yi ödüllendiremem.”

Güzel güzel isteseydi her şeye rağmen annesinin hatırına verecekti. Ayşe’nin pişkin tavrı, Ali’yi daha çok öfkelendirmişti.

Annesi akl-ı selîm hatundu.

“-Abin doğru söylüyor kızım; hem izinsiz dolabını karıştırdın, hem de ödevini yırttın. Bir de kâğıt istiyorsun!..” dedi.

Ayşe ağlayarak odadan çıktı. Ali sabahlara kadar gözünü kırpmadan çalıştı. Uykusuz fakat ödevini bitirmenin huzuru ile okula gitti. Kardeşine karşı da kalbi yumuşamıştı. Eve geldiğinde Ayşe de hatasını anlayıp, “Özür dilerim ağabeyciğim, bir daha izinsiz hiçbir şeyini almayacağım!” deyince; kardeşini affedip aldıklarını verdi. Fakat onunla ilgilenemeyecek kadar yorgundu.

Bu hâdisede eminim birçoğunuz benim gibi Ali’ye hak veriyorsunuz.  Ayşe, abisinin bütün iyi niyetini sûistimâl eden yaramaz çocuk!.. Fakat nihayetinde çocuk…

Ya bizler… Rabbimize karşı kulluk vazifelerimizi îfa ederken çoğu zaman Ayşe’den farkımız olmuyor. Eğer Ayşe, abisinin sözünü tutup dolabını karıştırmasaydı; hem azar işitmeyecekti, hem de biraz daha sabretseydi, bütün gününü ağlayarak geçirmeyecek, abisiyle birlikte resim yapacaktı.   

Rabbimiz de kullarına birtakım yasaklar koyuyor; fakat bazen Ayşe gibi davranabiliyoruz. Mesela fâize yaklaşmayın buyuruyor. “Mecbur kaldım, ev almam lâzımdı, başka türlü alamıyorum; borcum vardı, kredi çekmek zorunda kaldım!” gibi bahânelerle helâl paramıza haram karıştırıyoruz. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, “Zarûret hâlinde fâize bulaşabilirsiniz!” demiyor ki... Buna benzer birçok misaller de var.

Ali’nin Ayşe’ye söylediği gibi, “İsteseydin verirdim.” buyuruyor Rabbimiz... Mülkün esas sahibini unutup meşrû olmayan yollardan bir şeylerin sahibi olmak için çırpınıp duruyoruz. Cenâb-ı Hakk’a havâle edip, hayırlısını istesek, en güzel şekilde arzumuza kavuşuruz.

 Ayşe’yi seven onunla ilgilenen bir abisi var. Fakat Ayşe, sözünü dinlemeyerek, üzdü onu. Bizi seven, koruyan, gözeten bir Rabbimiz var; buna rağmen O’nun sözünü tutmayarak, yasakladığı şeylere tamah ediyoruz. Sonra da kredi kartlarının borcu yüzünden iflasın eşiğine gelince Fetih Sûreleri okuyup, duâlar etmeye başlıyoruz ya da Allah dostlarından, hocalardan bizim için duâ etmesini talep ediyoruz. Tamam, Allah dostlarının duâsı kabul olur da, biraz bu duâya lâyık mıyız acaba diye düşünmeliyiz. Hatırlarsanız Ali, “Anne senin hatırına verirdim; ama kardeşim beni çok öfkelendirdi!..” demişti. Ayşe’nin mahcup bir tavrı olsaydı, Ali de ona göre yumuşayacaktı belki...

Elimizdeki her şeyi kaybedince, “Ben duâ ettim, kabul olmadı!” deyip, isyan bayraklarını çekiyoruz. Ayşe de başı sıkışınca annesine ağladı; ama fayda etmedi. Çünkü hem suçluydu, hem de pişmanlık duymadan abisine “Vereceksin!” diyordu, Tıpkı kredi hâdisesi gibi. Önce yasaklanan şeye koşuyor, sonra o suçu işleyen biz değilmiş gibi, “Allâh’ım kurtar!” diyoruz. Sonra da tâbiri caizse pişkin pişkin, “Allah benim duâmı kabul etmiyor!..” diyoruz. Güzel bir söz var, konuyla alakalı paylaşmadan edemeyeceğim:

“Kula belâ gelmez Hak yazmadıkça,

Hak belâ yazmaz, kul azmadıkça”

Ali, kardeşi uygun bir dil ve tavırla isteseydi, sırf annesinin hatırına ağlatmayacaktı onu...

Duânın da bir edebi ve usûlü var, dostlar... Hata da yapsak, günah da işlesek, hakikî bir tevbe ile Rabbimiz bizi de bağışlar. Önce kusurumuzu bilerek, af dileyeceğiz. Allah’tan başka dayanağımızın olmadığını unutmadan, âcizliğimizi itiraf ederek başta Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- olmak üzere Rabbimizin sevdiği kulları hürmetine isteyerek... Duâmızı acele etmeden, mahcubiyet içinde, hafif sesli, boynumuzu büküp ellerimizi açarak yapmalıyız. Sonra da “Allah, benim duâlarımı kabul etmiyor!” demek yerine, neticeyi sabırla beklemeliyiz. Öyle ya, olanda hayır vardır. Görelim Mevlâ’m neyler, neylerse güzel eyler!..

Ayrıca herhangi bir arkadaşınızı sadece işiniz düştüğünüzde ararsanız, sizin hakkınızda ne düşünür? Muhtemelen “yine ne isteyecek Allah bilir.” der. Hakikî kulluk, sadece sıkıntılı zamanlar da Cenâb-ı Hakk’a ilticâ ederek olmaz. Her durumda “Allah!” diyenin sırtı yere gelmez. Edebiyle kulluk eden kişinin derdi olmaz. Aslında onlar da farklı şekillerde imtihan edilirler; fakat her işlerini Mevlâ’ya havâle ettikleri için, hiçbir şeyi dert etmezler, Rabbimin rızâsından gayrı…

Rabbimizden âdâbına uygun bir şekilde istediğimiz hâlde isteğimiz bir türlü gerçekleşmiyorsa, ya zamanı gelmemiştir ya da bizim için hayırlı bir şey değildir. Veyahut Rabbimiz, onu bu dünyada ihsan etmek yerine istediğimizden daha hayırlı ve ebedî olanını vermek için âhirete ertelemiştir. Mevlâ duâları kabul eder; en hayırlı vakitte ve fazlasıyla kuluna verir isteğini...

En güzeli, ihtiyaçlarımızı meşru olmayan yollara hiç girmeden, hep Rabbimizden istemek, istemesini bilerek…

Rabbim haddimizi aşmaktan muhafaza buyursun bizleri. Cümlemizi edepli kullarından eylesin! Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle