Kul hakkı, bir başka mü’mini haksız yere incitecek her türlü söz, davranış, hareket ve tutumdur. Bu mânâda, bir insana bağırmak, çağırmak, vurmak vs. gibi hareketler kul hakkı olduğu gibi, birisinin malını gasbetmek, onun hakkında gıybet ve iftirada bulunmak da kul hakkına sebep olur.
Peygamber Efendimiz, bütün hayatı boyunca insanların haklarına azamî gayret sarfetmekle beraber vefatı yaklaştığında da onları mescidde toplayarak şöyle helâlleşmiştir:
“Ashâbım! Nihâyet ben de bir insanım. Aranızda bazı kimselerin hakları geçmiş olabilir. Ben hangi kişinin tenine dokunmuş isem, işte tenim! Gelsin, o da dokunsun, hakkını alsın! Kimin sırtına vurmuşsam, işte sırtım! Gelsin, vursun! Kimin malından sehven (yanlışlıkla) almışsam, işte malım! O da gelsin alsın!
Ey Allâh’ım! Ben, ancak bir beşerim. Müslümanlardan hangi kişiye ağır bir söz söylemiş veya vurmuş, ya da lânet etmiş isem, Sen bunu, onun hakkında bir temizlik, ecir ve rahmet vesîlesi kıl!” (Ahmed, III, 400)
“Allâh’ım! Hangi mü’mine ağır bir söz söylemişsem, Sen o sözümü, kıyâmet gününde o mü’min için Sana yakınlığa vesîle kıl!” (Buhârî, Deavât, 34; Dârimî, Mukaddime, 14; İbn-i Sa’d, II, 255; Taberî, Târîh, III, 191; Halebî, 463-464)
Peygamber Efendimizin şu sözleri ve bu tavrı ne kadar ibret vericidir. Bizi, devamlı birlikte olduğumuz insanların haklarına karşı uyanık olmaya sevk etmelidir
Bu dünyada helâlleşilmeyen kul hakları, hiçbir şekilde Allah tarafından affedilmeyecek ve kişi, o hakkına girdiği kimseyle âhiret günü helâlleşmek zorunda kalacaktır. Âhirette geçer akçe ise, bu dünyada zor-zahmet kazanılan sevaplardır. Kıyâmet günü geldiği zaman kul hakkı açısından borçlu ve alacaklı yüzleştirilir. Alacaklı kimseler, borçlu olanın sevaplarını alıp giderler. Şayet o borçlu, dünyada pek çok kişinin hakkına girmiş, onlara verdiği sevaplar yüzünden hiç sevabı kalmamışsa, daha sonra gelen alacaklılar, kendi günahlarını o borçluya bırakırlar. Böylece sevabı kalmadığı gibi, bir de hakkına girdiği insanların günahlarını yüklenmeye başlar. İşte bu, âhirette iflâs etmiş kimsedir. Rabbimiz, bizi bu duruma düşmekten muhafaza eylesin.
Biz kadınlar olarak gıybet ve iftira konusunda daha çok hataya düşüyoruz, maalesef… Bir insanda olan kötülükleri anlatmak, o insanı üzecekse, onun arkasından konuşmamalıyız. Bu, gıybettir. Çok kötü bir alışkanlık ve çok çirkin bir günahtır. Rabbimiz, bu günâhı, mü’min kardeşinin ölmüş etini yemeye benzetiyor. (Bkz: el-Hucurât, 12)
İftira ise, bir kimsenin arkasından onda olmayan şeyleri yakıştırmaktır ki, dinimiz bunu da yasaklamıştır.
Mevlânâ Hazretleri, bir şeyler biriktirmeye çalıştığımız heybenin altının delik olmamasına dikkat edin, yoksa yukarıdan koyduğunuz şeyler, siz farkına varmadan altından düşüp gider, buyuruyor.
Bizim de aynı bu misaldeki gibi, yapmış olduğumuz ibadetler, hayır ve hasenât; kul hakkıyla, dikkatsizce yaptığımız diğer hatalar sebebiyle boşa gidiveriyor. Rabbimiz, gözünü ve gönlünü muhafaza ettiği gibi dilini muhafaza etmeyi de bilen kimseler arasına bizleri dâhil eylesin.
Dilimizi terbiye etmek, gerekli-gereksiz her şeyi konuşmamak, duyduğumuz her şeyi nakletmemek çok önemli… Her söz, kayda alınıyor ve lehimizde ya da aleyhimize şâhit olmak üzere amel defterimize işleniyor. O hâlde güzel şeyler söyleyelim. Dilimizi, kötülüklerden, günahlardan ve günaha götürecek her türlü şeyden arındıralım.
YORUMLAR