“Evliyâullâh” tâbiri, Kur’ân’ın tâbiri… Allâh’ın velî kulları demek… Nasıl insanların farklı dereceleri varsa, nasıl peygamberler arasında da çeşitli sebeplerle üstünlükler söz konusu ise, evliyâullâhın da farklı hâlleri ve mertebeleri var. Rabbimizin her birine ikram ve ihsanları farklı farklı…
Sâdık Dânâ müstear ismini kullanarak yazılar yazmış bulunan merhum Mûsa Topbaş Efendi’nin “Altınoluk Sohbetleri” üst başlığıyla neşrettiği yazılarından birinde “Allâh’ın Veli Kullarının Büyüklerinin Edeblerini ve Bazı Hâllerini” anlatmaktadır. Gerçekten her devirde Allah kullarını tanımak, kadr u kıymetlerini bilmek ve gereği gibi istifade etmek için bir rehber vasfında olan bu özellikleri, bir kere daha hatırlamak ve bu vesileyle de merhum Mûsa Topbaş Efendi’nin vefâtının sene-i devriyesini yâd etmek istedik.
Rabbimiz, sevdiği, râzı olduğu ve güzel hayatıyla, söz, sohbet, hizmet ve eserleriyle gönüllerde unutulmaz izler bırakmış bütün velî kullarını rahmetine gark eylesin. Bizi de kendisine nimet vermiş olduğu bu bahtiyar insanlarla hem dünyada yolumuzu kesiştirsin, hem de âhiret hayatında onlarla birlikte haşreylesin. Âmin.
* * *
Mûsa Topbaş Efendi, Allah dostlarını şöyle târif ediyor:
“Onları Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri sevmiş, kalplerini kendisinin sevgisi ile kuşatmıştır. Bir kalbin sahibi bu şerefe nâil olursa, onun her hatt-ı hareketi edeb, saygı ve tevâzû çerçevesi içinde olur. Çünkü Mevlâsına sarsılmaz, derin bir sevgi ile teslim olmuş ve kendisi aradan çıkmıştır. Büyük kederlerin, sıkıntıların farkında değildir. Daima Rabbısına karşı boynu büküktür, huşû hâlindedir.
Bütün ibadetlerini derin bir şevk içinde yapar, yorgunluk nedir bilmez. Buna rağmen kendisini daimî olarak kusurlu, hatalara batmış görür. Fakat Allah Teâlâ’nın Gaffârlığını bildiği için daimî O’nun rahmetine sığınır. Kat’iyyen ümitsizliğe düşmez.
Her hâllerinde Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin ahlâk ve âdâbıyla mütehallik oldukları için konuşmalarında, ibadetlerinde, yemelerinde, içmelerinde orta hâlde bulunurlar. İfrattan, tefridden kaçınırlar. İstikamet ehli oldukları için, her muâmeleleri noksansızdır. Kendilerini övenle yeren, nazarlarında müsâvîdir. İktisada riâyet ederler. İsraftan kaçınırlar. Fakat kat’iyyen hasis (cimri) değildirler. Allah yolunda deryalar gibi infak ederler.
Bu Allah dostlarının duâlarını, yakarışlarını Hak celle Hazretleri red etmez, kabul eder. Çünkü onlar, duâlarını kendilerinden ziyâde ümmet-i müslimînin selâmetine hasrederler. Bir de Hak Teâlâ’nın övgüsünü teşkil eden âyet-i kerîmelere devam ederler.
Kader bahsini tamamen benimsemişlerdir. Ne zuhûr ederse, kalplerine en ufak bir tereddüt gelmeden hemen kabullenirler. Bir insan ki, kader bahsine ne kadar vukûfu, bilgisi mevcud ise, dünyada o kadar mes’uddur, kaygısızdır, kedersizdir.
Şöhretten kaçınırlar, iltifattan hoşlanmazlar. Kendisini daimî kusurlu gören kimse, nasıl olur da böyle şeylerden hazzeder?
Tenhaları severler. Mecburen hizmet ve irşad maksadıyla halkın arasına karışırlar. Allah Teâlâ’nın kullarını ve mahlûkâtını sevdikleri için, onlardan gelen sıkıntı ve eziyetlere katlanır, hoş karşılarlar. Herkese karşı tatlı dille konuşurlar. Muâmeleleri yumuşak, mülâyimdir. Bu güzel hâller kendilerinde olduğu için herkes tarafından sevilirler, hürmet görürler.
En korktukları, bir mü’minin kalbini incitmektir. Çünkü mü’min kalbinin nazargâh-ı ilâhî olduğunu bilirler. Her ne kadar geniş ilme vukûfiyetleri var ise de, kendilerini âdeta ümmî, bilgisiz gösterirler ve nitekim halkın kısm-ı âzamı onları öyle bilir. Kendileri ile münakaşa etmek isteyenler olursa, onları yumuşak, teskin edici kelâmlarla iknâ ederler.
Bilâistisnâ çocuk olsun, yaşlı olsun, dîni bütün olsun, dîni zayıf olsun herkesle geçimlidirler. Nasıl geçimli olmasınlar ki, kendilerini toprak bilmişler, yani insanların en zavallısı, çaresizi görmüşlerdir.
Sağlam temel üzerine oturdukları için bid’at nedir, bilmezler. Çünkü her hareketleri Kur’ân-ı Kerim ahkâına ve Sünnet-i Seniyye âdâbına uygundur. Müstakîmdirler, dürüsttürler. İnsanların tesiri altında kalmazlar. Hatır için, hakikatten, doğru sözlülükten ve adâletten ayrılmazlar.
Temkin makamını bulmuşlardır. Şeytanın sıfatlarından olan acelecilik, dünya hırsı, hasedçilik, büyüklenme gibi kötü hâller, bu Allah dostlarında kat’iyyen görülmez.
Mütevâzîdirler, merhametlidirler, sehâvetlidirler. Bütün mahlûkâta karşı derin şefkat beslerler. Müseccel Allah ve din düşmanları müstesnâ, herkesi severler ve darda kalanların maddî-mânevî yardımına koşarlar. Uykuları pek azdır. Mahdud bir gıda ile rızıklanırlar. Kelâmları az ve müfîd, sükûtları ise uzundur. Sözlerinden, sükûtlarından muhatapları, kabiliyet ve niyetlerine göre istifade ederler. Bunlarla mülâkât yapanlar içinde kuvvetli ihlâs ve teslimiyet gösterenler olursa, pek kısa zamanda mânen büyük derecelere yükselirler. Fakat böyleleri nâdirâttan olur.
Bu büyük zâtların kalplerinde yalnız Allah sevgisi ve O’nu darıltma korkusu yer etmiştir. Evlâd, ıyâl, mal-mülk, hepsi gönüllerinin dışında kalmıştır. Bu bakımdan ibadetlerini, tatlarını, diğer âilevî ve beşerî münasebetlerini büyük bir şevk ve gönül hoşluğu içlinde yürütürler. Bütün olan hâdiseleri hoş karşılarlar. Çünkü onlarda keder, sıkıntı diye bir şey kalmamıştır. Olanların hepsini kabullenirler.
Üzücü hâdiseler karşısında fazla üzülmezler, sevindirici haberlere fazla sevinmezler. Her hatt-ı hareketleri nizamlı ve ölçülüdür. Mütevâzidirler, zillete düşmezler. Bu bakımdan daima vakarlıdırlar. Dinin ve insanlığın şerefini daima korurlar. Boyunları eğiktir.
Her hâllerinde huşû hâli görülür. Abdest alışlarında, namazlarında görüldüğü gibi, yemeklerini de büyük bir huşû hâlinde yerler.
Hülâsâ, bilâ istisnâ her hareketlerinde Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin murâkabesinde, huzurunda olduklarını bildikleri için kulluk vazifelerinde en ufak bir lâkaydîlik görülmez. Edeb, edeb, yine edeb onları kuşatmıştır. Her nefeslerini Allâh’ın zikri ile değerlendirmeyi bilirler. Böyle paha biçilmez bir hazineye sahip olanlar, vakitlerini nasıl edeb üzere değerlendirmezler?!
Yürüyüşlerinde islâmî bir vakar, oturuşlarında islâmî bir edeb sezilir. Daima önlerine edeb üzere nazar ederler. Gelişigüzel sağa-sola göz atmazlar. Yüksek sesle gülmezler, tebessüm ile iktifâ ederler.
Allah Teâlâ’nın ledünnî ilmiyle süslenmişlerdir. Gecelerini namaz, istiğfar, duâ, zikrullah ve Kur’ân okumakla geçirdikleri gibi, gündüzlerinde de halka yardım ve nasihat ederler. Cezâzelerde bulunurlar. Sülehâyı (sâlih kimseleri), zuafâyı (zayıf ve muhtaç kimseleri) ziyareti ihmal etmezler. Yetimlerle, ihtiyaç sahipleriyle alâkadar olurlar. Ellerinden geldiği kadar yardım ederler.
Paraya kıymet verirler, ama kalplerine koymazlar. Onu nefsi için değil, ümmet-i müslimînin ve mahlûkâtın ihtiyaçları yolunda harcarlar. Kendilerini herhangi bir müessesedeki veznedar telâkkî ederler ve parayı sayan, alan, veren veznedar olduğu hâlde, hakikatte para, müesseseye âittir. Mal ve para, elinde bulunanın değil, hakikatte Hak celle ve alâ Hazretleri’nin bir emânetidir. Bunu bildikleri için Allâh’ın yolunda harcarlar.” (Devam edecek)
YORUMLAR