Kıyamet yaklaştığı zaman, âyetlerde haber verilen dünyanın topyekûn “infilâk vakti” gelmeden önce insanların görebileceği birtakım büyük ve küçük alâmetleri olacak…
Bu alâmetlerden bir kısmına âyet-i kerîmelerde işaret edilmiş, pek çoğu ise tafsîlâtıyla hadîs-i şerifler kanalıyla bize kadar ulaşmış. Peygamber Efendimizin gayb hakkındaki konuşmaları, kendi zan, düşünce ve tahminlerine dayanmaz. O’nun bu konuda konuştuğu şeyler, kendisine haber verilmiş vahye dayanmaktadır. (Bkz: en-Necm, 3-4)
Ancak bu hadîslerde zikredilen hususların bazen delâletinde, bazen de sübûtundaki zanlar sebebiyle îtikad açısından kat’î hüküm beyân edip etmediği tartışılmıştır. Biz itikâdî bir tartışmaya girmeden, Ehl-i Sünnet âlimlerinin genel olarak kabul ettiği şekliyle “kıyâmetin büyük ve küçük alâmetleri”ni zikredelim.
Dînî ıstılah olarak kıyâmet alâmetlerine, “eşrâtu’s-sâa, âyâtu’s-sâa, emârâtu’s-sâa, alâmâtu’l-kıyâme” isimleri verilir. Önce kıyâmetin, insan iradesinin rolü olan “küçük alâmetleri” ortaya çıkacak, sonra da insan iradesi dışındaki “büyük alâmetler” belirecektir.
KIYÂMETİN KÜÇÜK ALÂMETLERİ
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in peygamber olarak gönderilişi[1], dînî ilimlerin zayıflaması ve âlimlerin azalması[2], cehâletin yaygınlaşması[3], fitnelerin ortaya çıkması, öldürme hâdiselerinin (herc) artması[4], servetin çoğalması[5], zinânın yayılıp[6] açıkça işlenmesi, içki tüketiminin artması[7], kadınların çoğalıp erkeklerin azalması[8], emânet ve işlerin ehline tevdî edilmemesi[9], zamanın çabucak akıp geçmesi[10]…
Câriyenin efendisini doğurması[11], yalın ayak ve çıplak kişilerin insanların başına geçmesi[12], fakir deve çobanlarının bina dikmekte yarış etmesi[13]…
İkisi de hak iddiâsında bulunan iki büyük Müslüman ordusunun birbirleri ile çatışması[14], Müslümanların kendi imamlarını (liderlerini) öldürmeleri[15], Müslümanlarla Yahudiler arasında yapılacak savaşta Yahudilerin mağlup olması[16], Fırat Nehri’nden altın bir dağ çıkması[17]…
* * *
Bu alâmetlerden olan “fitnelerin çoğalması” ve “cehâletin artması” hususundaki şu iki hadîs-i şerîfi, önemine binâen zikredelim:
“Kıyamet kopmazdan önce gece karanlığının parçaları gibi fitneler olacak. (O vakit) kişi mü’min olarak sabaha erer de, kâfir olarak akşama kavuşur. Mü’min olarak akşama erer, kâfir olarak sabaha kavuşur. Birçok kimseler, azıcık bir dünyalık mukabilinde dinlerini satarlar.”[18]
“Allah Teâlâ, ilmi insanların hâfızalarından silip unutturmak sûretiyle değil, fakat âlimleri öldürüp ortadan kaldırmak sûretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım câhilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meseleler sorulur; onlar da bilmedikleri hâlde fetvâ verirler. Neticede hem kendileri sapıklığa düşer, hem de insanları saptırırlar.”[19]
* * *
Bu alâmetler, aynı zamanda toplumların çöküşünü (kıyâmet-i vustâ) haber vermektedir. Çünkü ana-babaya itaat ve saygının olmadığı, varlık görmemiş insanların bir anda büyük servetlerin başına geçerek ekonomide söz sahibi olmaları, bilgisizlik ve ahlâksızlık sebebiyle toplumun çöküşe sürüklenmesi, zinâ, içki ve emânete hıyânet edilmesiyle toplumdaki münâsebet ve nizâmın çürüyüşü, kaçınılmaz felâketin ayak sesleri gibidir. Bu şekilde lif lif ahlâkî değerlerden kopan toplumlar, uzun süre ayakta kalamazlar, tarih de bunun canlı şâhitlerinden biridir.
KIYÂMETİN BÜYÜK ALÂMETLERİ
Bu alâmetlerin bir kısmına üstü kapalı (müphem) bir şekilde Kur’ân-ı Kerîm’de işaret edilmiş, bir kısmı ise tafsîlâtlı olarak hadîs-i şerîflerde haber verilmiştir.
Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
“Güneşin battığı yerden doğması, Deccâl ve Dâbbetü’l-Arz olmak üzere üç alâmet belirdiği zaman, kişi önceden inanmamışsa veya îmanı uğruna bir hayır yapmamışsa, bu andaki îmânı ona fayda sağlamaz.”[20]
Diğer rivâyetlerde bu kıyâmet alâmetlerine şunlar da eklenmiştir: Duhân (Duman), Hazret-i İsâ bin Meryem’in nüzûlü, Ye’cüc-Me’cüc, biri doğuda, biri batıda, biri de Arap Yarımadası’da olmak üzere üç yerin yarılması[21], Mehdî’nin çıkışı[22], Medîne’nin tahrip edileceği[23], Kâbe’nin yıkılacağı[24], Ay’ın ikiye bölünmesi[25]… vb.
Biz, bu alâmetlerden bir kısmını önemine binâen biraz daha tafsîlâtlı işleyelim:
Güneş’in batıdan doğması: Hadîs-i şerîflerde, Güneş’in kıyâmete yakın batıdan doğacağı ifade edilmiştir.[26] Ayrıca “Allâh’ın âyetleri geldiğinde, daha önce inanmamış veya îmanı uğrunda bir hayır kazanmamış kimseye, o günün fayda vermeyeceği”ni[27] hatırlatan âyet-i kerîmenin bu hâdiseye delâlet ettiği bildirilmiştir. Güneş’in batıdan doğması ile tevbe ve îman kapısı kapanmış olur. O güne kadar îman etmeyen veya tevbeden mahrum kalan kimselerin, bu büyük hâdiseyi görünce durumlarında değişiklik yapmalarının bir faydası olmaz.
Ye’cüc-Me’cüc: Bu kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’de iki yerde geçmekte olup biri[28] Hazret-i Zülkarneyn’in muâsırı olan ve komşularını huzursuz eden yakıcı, yıkıcı ve çapulcu bir milleti ifade eder. Bunların nerede yaşadıkları ve hangi millete mensup bulundukları hakkında Kur’ân-ı Kerim’de açık bir bilgi verilmemektedir.
İkincisi ise, Enbiyâ Sûresi’nin 95-97. âyetlerinde geçmekte olup istikbalde zuhûr edecekleri haber verilmektedir. Bu isimde iki kabile çıkacak, yeryüzüne dağılacaklar ve bir süre yeryüzünde bozgunculuk yapacaklardır.[29]
Duhân: “Tütmek, dumanı çıkmak” mânâlarında “dahn” kökünden türetilen bu kelime, Kur’ân-ı Kerîm’de bir sûrenin adıdır. Bu kelime, Kur’ân-ı Kerîm’de iki defa geçmektedir. Duhân Sûresi’ndeki kullanım şekli, kıyamet alâmetini hatırlatacak şekildedir:
“Göğün insanları bürüyecek açık bir duman (duhân) çıkaracağı günü gözetle. Bu, elem verici bir azabtır.”[30]
Abdullah bin Abbas ve Abdullah bin Ömer gibi sahabîlere göre, kıyâmet yaklaştığı zaman gökten yeryüzüne bir duman inecek, bütün Dünya’yı saracak ve kırk gün devam edecektir. Yeryüzü aşırı derecede ısınacaktır. Mü’minler bu durumdan, nezle olmuş gibi çok az etkilenecek, kâfir ve münâfıklar ise şiddetle sarsılacak, âdeta sarhoşa dönecektir.[31]
Dâbbetü’l-Arz: Hem Kur’ân-ı Kerîm’de, hem de hadîslerde zikredilir. “Yavaş ve sessizce yürümek, nüfuz ve sirâyet etmek, emeklemek” mânâlarına gelen “debb” kökünden türetilen “Dâbbe” kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de tekil ve çoğul şeklinde on sekiz defa geçmekte, bunlardan sadece birinde kıyâmet alâmetlerine konu olacak tarzda zikredilmektedir. Bu âyet şöyledir:
“Onlar hakkında söz gerçekleştiği vakit, yerden bir çeşit canlı (dâbbe) çıkarırız ki, bu, onlara insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler. O gün her ümmetten âyetlerimizi yalanlayanları toplarız. Onlar bir arada tutulup hesap yerine sevk edilirler.” (en-Neml, 82-83)
Bu, kıyâmet öncesinde ortaya çıkacak bir alâmet mi, yoksa kıyâmetin vukuu (gerçekleşmesi) ile ortaya çıkacak bir safha mı olduğu kesin değildir.
Deccâl: Kelime kökü, “örtmek, kaplamak, yalan söylemek, aldatmak” olan deccâl, “çok aldatan” demektir. Bu kelime, Kur’ân-ı Kerîm’de yer almaz. Hadîs-i şerîflerde “rüzgâr gibi hızlı, yağmur yağdırıp kurumuş bitkileri yeşerten, kıtlık ve bolluk icad eden, kıvırcık saçlı, bir gözü kör, kızıl, esmer veya parlak beyaz tenli, iki gözünün arasında, bütün Müslümanların göreceği şekilde «kâfir» yazılı ve cüsseli biri”[32] olarak fizîkî özellikleri anlatılır. “Şerrin ve bozgunculuğun temsilcisi” kabul edilen Deccal’in diğer özellikleri de şunlardır: Kıyâmete yakın çıkacak, tanrılık iddiâsında bulunacak, istidraç türünden bazı hârikalar gösterecek[33], kendisine âit cennet (su) ve cehennemi (ateş) olacak[34], Mekke-Medine dışında bütün dünyayı dolaşacak, bazı kimseler ona kanacak ve neticede Hazret-i Îsâ ve beraberindeki bir grup müslüman tarafından öldürülecektir.
Meryem oğlu Îsâ’nın yeryüzüne inişi: Hazret-i Îsâ, İsrailoğulları’na peygamber olarak gönderilmiş, onların kendisini yalancılıkla itham ederek çarmıha germek istemeleri üzerine Allah Teâlâ, onu kurtararak göğe yükseltmiştir.[35] İslâm âlimleri, Hazret-i Îsâ’nın göğe ref edilmesinde (yükseltilmesinde) ittifak etmişler, fakat bunun ruh-beden olarak mı, sadece rûhen mi olduğunda ise ihtilâf etmişlerdir.
“Hazret-i Îsâ’nın kıyâmete yakın yeryüzüne ineceğine, insanlar arasında adâletle hükmedeceğine, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şerîati ile hükmedeceğine” dâir pek çok sahih hadîs-i şerif vardır.[36] Bunun yanı sıra, “Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak îman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şâhit olacaktır.”[37] âyet-i kerîmesi, Hazret-i Îsâ’nın kıyâmetten önce geleceğine işaret eder. Aynı şekilde “O, kıyâmetin kopacağını bildirir.”[38] âyetindeki “o” zamirinin de Hazret-i Îsâ’ya mâtuf olduğu kabul edilmiştir.
* * *
Kur’ân-ı Kerîm, kıyâmetin geleceğinin kesin olduğunu[39], vaktinin yaklaştığını[40], ne zaman kopacağını sadece Allâh’ın bildiğini[41], ansızın geleceğini[42] haber vermiş; ayrıca kıyametin nasıl kopacağı hususunda da ayrıntılı bilgiler vermiştir:
Görevli melek tarafından Sûr’a üfleneceği, Allâh’ın diledikleri dışında gökte ve yerde bütün canlıların öleceği[43], arz ve dağların yerlerinden oynayıp birbirine çarparak darmadağın olacağı[44] bildirilmektedir. Kıyâmet kopmaya başladığı zaman yerin paramparça döküleceği ve içinde bulunanları dışarı çıkaracağı[45], dağların yürütüleceği[46], ufalanıp parçalanacağı[47], atılmış renkli yüne dönüşeceği[48], denizlerin birbirine katılacağı[49], göğün yarılacağı[50], açılıp orada gerçek kapılar oluşacağı[51], sıyrılıp alınacağı[52], kâğıt gibi dürüleceği[53], kızarmış yağ renginde gül[54] ve erimiş maden gibi olacağı[55], Güneş’in dürüleceği[56], Ay’ın tutulacağı[57], yarılacağı[58], Güneş ve Ay’ın bir araya getirileceği[59], yıldızların döküleceği[60], ışıkların söndürüleceği[61], kulakları sağır eden bir sesin duyulacağı[62], bu tabloyu gören emzikli kadınların emzirdikleri çocuklarını unutacakları, hâmile kadınların çocuklarını düşürecekleri[63], vahşi hayvanların toplanıp bir araya getirileceği[64] anlatılmaktadır. Sûra ikinci üfleyişte ise, herkesin diriltilip mahşere gitmeye hazır olacağı[65], kabirlerde bulunanların diriltilip dışarı atılacağı[66], etrafta yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan bir hâlde olacakları[67] haber verilmektedir.
Fatma Nur CİHAN
ZERRE MİKTARI
Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer (kötülük) işlemişse onu görür.” (ez-Zilzâl, 7-8)
* * *
Bir adam, Peygamber Efendimize gelmiş ve:
“Ey Allâh’ın Rasûlü!... Allâh’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret!” demişti.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- o şahsa Kur’ân-ı Kerim öğretmek üzere ashâbından birini vazifelendirdi. O sahabî, gelen kimseye Zilzâl Sûresi’ni sonuna kadar öğretti. Nihayet:
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer (kötülük) işlemişse onu görür.” âyetlerine gelindiğinde, bu okunan âyetlerden son derece etkileln o kimse, derin bir düşünceye daldı ve:
“-Bu bana yeter!” dedi.
Bu durum, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimize haber verilince:
“Onu kendi hâline bırakın!.. Zira o hakikati idrâk etti. İşi, derinliğine anladı.” buyurdu. (Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VIII, 597)
* * *
Başka bir bedevî, bu âyetleri Peygamber Efendimizin fem-i saâdetlerinden dinlerken:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü!.. Zerre miktarı mı?” diye hayretle sordu. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Evet.” diye cevap verince, o bedevînin bir anda hâli değişiverdi.
“-Vay benim kusurlarım!..” diye diye efkârlandı.
Sonra da öğrendiği bu âyetleri tekrar ede ede oradan ayrıldı. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bu şahsın ardından şu müjdeyi verdi:
“-Îman, bu bedevînin kalbine girdi.” (Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VIII, 595)
Toplumun en alt kesiminden kabul edilen bir bedevînin (çölde yaşayan göçebenin) bu âyetler karşısında uğradığı değişim böyleyken, Zilzâl Sûresi, bize ne söylemektedir?
[1] Buhârî, Rikak, 39; Talâk, 25; Müslim, Fiten, 132.
[2] Buhârî, Hudûd, 20; Tirmizî, Fiten, 34.
[3] Buhârî, Fiten, 4, 25; İbn-i Mâce, Fiten, 26.
[4] Müslim, Fiten, 18, 55-56.
[5] Buhârî, Fiten, 4, 25; Müslim, Fiten, 18; Zekât, 61; İbn-i Mâce, Fiten, 10.
[6] Buhârî, Hudûd, 20; Tirmizî, Fiten, 34.
[7] Buhârî, Hudûd, 20; Tirmizî, Fiten, 34.
[8] Tirmizî, Fiten, 4, 25; İbn-i Mâce, Fiten, 25.
[9] Buhârî, İlim, 2; Rikak, 35; Ahmed bin Hanbel, II, 361; ayrıca bkz: Tirmizî, Fiten, 37.
[10] Tirmizî, Zühd, 24.
[11] Buhârî, Fiten, 25; Müslim, Fiten, 1; Îman, 1; Ebû Davud, Sünnet, 17; Tirmizî, Îman, 4; İbn-i Mâce, Fiten, 25.
[12] İbn-i Mâce, Fiten, 25.
[13] Buhârî, Fiten, 25; Müslim, Îman, 1; Ebû Davud, Sünnet, 17; Tirmizî, Îman, 4; İbn-i Mâce, Fiten, 25.
[14] Buhârî, Fiten, 24, Menâkıb, 25; İstiâbe, 8; Müslim, Îman, 248; Fiten, 17.
[15] Tirmizî, Fiten, 9.
[16] Buhârî, Cihad, 94; Menâkıb, 25; Müslim, Fiten, 79; Tirmizî, Fiten, 56.
[17] Buhârî, Fiten, 24; Müslim, Fiten, 29; Tirmizî, Cennet, 26, Ebû Dâvud, Melâhim, 13.
[18] Tirmizî, Fiten, 30.
[19] Buhârî, İlim, 34; Müslim, İlim, 13; Ayrıca bkz: Buhârî, İ’tisâm, 7; Tirmizî, İlim, 5; İbn-i Mâce, Mukaddime, 8.
[20] Müslim, Îman, 249.
[21] Buhârî, Fiten, 24; Müslim, Fiten, 39, 40; Tirmizî, Fiten, 42, İbn-i Mâce, Fiten, 29.
[22] İbn-i Mâce, Fiten, 34; Tirmizî, Fiten, 52, 53, 79; Ebû Dâvud, Mehdî, 1.
[23] Ebû Dâvud, Melâhim, 3; Tirmizî, Menâkıb, 67.
[24] Müslim, Fiten, 57-59.
[25] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 36; Müslim, Sıfatu’l-Münâfikûn, 43-47; Tirmizî, Fiten, 21.
[26] Buhârî, Fiten, 25; Rikâk, 40; Müslim, İman, 72; Fiten, 118; Ebû Dâvud, Melâhim, 12.
[27] el-En’âm, 158.
[28] el-Kehf, 94-97.
[29] Mehmet Bulut, Delilleriyle İslâm Akâidi, Erkam Yayınları, sh: 492.
[30] ed-Duhân, 10-11.
[31] Metin Yurdagür; DİA, IX, 547.
[32] Buhârî, Fiten, 26-27; Müslim, Fiten, 100-110; İbn-i Mâce, Fiten, 33.
[33] Buhârî, Fiten, 27; Fedâilu’l-Medîne, 9; Müslim, Fiten, 112.
[34] Buhârî, Fiten, 26; Enbiyâ, 50; Müslim, Fiten, 105; Ebû Dâvud, Melâhim, 14.
[35] Âl-i İmrân, 55; en-Nisâ, 157-158.
[36] Buhârî, Büyû’, 102; Enbiyâ, 49; Müslim, Îman, 71, 242, 247; Müslim, Fiten, 23; Ebû Dâvud, Melâhim, 14; Tirmizî, Fiten, 54; İbn-i Mâce, Fiten, 33; Ahmed ibn-i Hanbel, II, 166.
[37] en-Nisâ, 159.
[38] ez-Zuhrûf, 61.
[39] el-Kehf, 21; Tâhâ, 15; el-Hâc, 7; el-Mü’min, 51; el-Câsiye, 32.
[40] el-İsrâ, 50-51; el-Enbiyâ, 1; el-Ahzâb, 63; eş-Şûrâ, 17; en-Necm, 57-58; el-Kamer, 1; el-Meâric, 6-7.
[41] el-A’râf, 187; Lokman, 34; el-Ahzâb, 63; Fussilet, 47; en-Nâziât, 42-44.
[42] el-En’âm, 31; Yûsuf, 107; en-Nahl, 77; el-Hacc, 55; ez-Zuhrûf, 66; Muhammed, 18.
[43] ez-Zümer, 68.
[44] el-Hâkkâ, 13-16.
[45] el-İnşikâk, 3-4; el-Fecr, 21; ez-Zilzâl, 1-3.
[46] et-Tekvîr, 3; en-Nebe’, 20.
[47] el-Mürselât, 10.
[48] el-Meâric, 9; el-Kâria, 5.
[49] et-Tekvîr, 6; el-İnfitâr, 3.
[50] el-Mürselât, 9; el-İnşikâk, 1.
[51] en-Nebe, 19.
[52] et-Tekvîr, 11.
[53] el-Enbiyâ, 104.
[54] er-Rahmân, 37.
[55] el-Meâric, 8.
[56] et-Tekvîr, 1.
[57] el-Kıyâme, 8.
[58] el-Kamer, 1.
[59] el-Kıyâme, 4.
[60] et-Tekvîr, 2; el-İnfitâr, 2.
[61] el-Mürselât, 8.
[62] Abese, 33.
[63] el-Hâcc, 1-2.
[64] et-Tekvîr, 5.
[65] ez-Zümer, 68.
[66] el-İnfitâr, 4; el-Âdiyât, 9.
[67] El-Kamer, 7.
YORUMLAR