AYIN PARLAK ZAMANI
Sâre Çizmecioğlu, Şûle Yayınları
Kıymetli okuyucularımız, uzunca bir aradan sonra birbirinden değerli iki kitap tanıtarak yazılarımıza devam ediyoruz. Bu kitapların ilki, Sâre Çizmecioğlu Hanımefendi’nin kaleme aldığı “Ayın Parlak Zamanı” başlıklı bir kitap… Alt başlığı, “Bir Köşk Hikâyesi” şeklinde…
“Dedemin Mercimekçi Süleyman Efendi’den aldığı, Erenköy’de çam ağaçlarının kuytusunda saklanan beyaz köşk. Çatı ve orta katıyla birlikte dört kata yayılan dünyam. Göbeklerde alev alev yanan çiçeklerini, gelini andıran kalalarını, balyoz gibi ağaçtan düşen at kestanelerini ve o düşüşle dikenli kabuklarını çatlatan meyvelerin ok gibi fırlayışını unutamam.” cümleleriyle başlıyor hikâye tadında satırlar…
Kitabın sayfaları arasında dolaşırken hem 1960-1970’li yıllarda İstanbul’daki hayata dair çok renkli karelerle karşılaşıyorsunuz, hem de çocuk dünyasının o tertemiz, merak dolu ve heyecanlı bakış açısıyla…
İstanbul’a Konya’dan gelip yerleşmiş bulunan Topbaş âilesinin geçmişini, akrabalık bağlarını, İstanbul şartlarında yaşama telâşesini, dînî hassasiyetlerini “içeriden” birisinin gözüyle ve “anlatılabildiği kadarıyla” bu satırlarda görmek mümkün…
Sâre Çizmecioğlu, merhum Mûsa Topbaş -kuddise sirruh-’un kardeşi Âbidin Topbaş Beyefendi’nin kerîmesi… Âbidin Topbaş’ın üç evladı var: Ayşe Topbaş, Sare Çizmecioğlu ve Yusuf Topbaş… İşte Sâre Hanım, Erenköy’de başlayan çocukluğunu, orada yaşadığı mahalle ve köşk hâtıralarını, okul yıllarını, kardeşleriyle olan hâtıralarını kaleme almış. Çok akıcı, lirik bir hâtıra kitabı çıkmış ortaya… Anneanne ve babaannelerinin köşkte kendileriyle birlikte oturmalarıyla, kitap biraz da tarihî bir hüviyet kazanmış. Onların anlattığı hikâye, hâtıra ve fıkralarla zenginleşmiş kitap…
Merhûm Mûsa Efendi’nin yaşça biraz daha büyük olması sebebiyle, küçük kardeşi Âbidin Topbaş’a olan bağlılık ve himâyeleri, Âbidin Topbaş Beyefendi’nin Osman Nûri Topbaş Hocaefendi ile askerlik ve öğretmenlik mâceraları da kitabın sayfaları arasında… Yine bu âilenin, merhum Mehmet Zahid Kotku Efendi, hattat Müşerref Çelebi ve İlim Yayma Cemiyeti kurucularından Nazif Çelebi ile akrabalıklarını da öğrenmiş bulunuyoruz satır aralarından…
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminde var olan sımsıcak bir mahalle kültürünün ve sayıları nisbeten az bulunan dindar bir âilenin hayatına dair çok güzel ve samimi bir kitap… Soyağacı, dönemi ve yaşanılan yerleri tanıtan fotoğraflarla albenisi ve derinliği artırılmış bir eser… Sözü daha fazla uzatmadan, bu kıymetli eserden “tadımlık” bazı satırları sizlerle paylaşalım:
“Annem… Sihirli parmaklarıyla dokunduğu her şeyi değiştiren, büyüdüğüm zaman benzemeye can attığım güzel, zarif kadın.” (sh: 12)
“Okumayı söktüğüm gün önlüğüme takılan kırmızı kurdeleyle göğsümü gere gere eve geldiğimde heceli fişleri tahta masamın içine koyup ödev olarak verilen Cin Ali serisine başlamıştım. Yollarda gördüğüm reklamları, afişleri bir çırpıda okuyunca kendime olan güvenim artıyordu.” (sh: 14)
“Televizyonun eve girişiyle orta kat, oturma odası oldu. Yemekten sonra toplanıp yayın saatini beklerdik. TRT yazısı ve geniş gravatlı spikerin konuşmasıyla babaannem rahatsız olur, arkası dönük oturduğu hâlde kendi görüyor zannedip örtüsüyle yüzünü kapatırdı. Kur’ân ve Delâil’ini çoktan bitirdiği için takvim sayfalarını okuyup tesbihini çekerdi. Daha yaşlılık dönemindeyse, mûtât akşam kahvesinden sonra odasından çıkmadı. Yıllarca, aradan bakıyor mu diye takip ettim, ama Deccâl’i ölünceye kadar seyretmedi.” (sh: 20-21)
“Bahar temizliğinin vazgeçilmez üçlüsü; çamaşırları beyazlatmak için çivit, yünlüleri güveden korumak için naftalin, tabandan tavana her şeyin pir ü pâk olması için arap sabunu…” (sh: 25)
“Büyüyünce annem gibi zevk sahibi olmak isterdim. Babam gibi akıllı, babaannem gibi ağzı duâlı, anneannem kadar mûzip ve becerikli…” (sh: 43)
“O vakitler her evde bulunmayan telefon, arkadaş çağırmak, sohbet etmek için değil, sadece mühim mevzular veya şehirlerarası görüşmelerde kullanılır, komşular birbirlerine geçerlerdi.” (sh: 61)
“…İsmail Hakkı Bursevî Tekkesi, avlusunda şadırvanlı havuzuyla iki katlı, huzur dolu bir yerdi. Selâmlıktaki odalarda kimsesiz dervişler barınır, hâfızlığa çalışıp Efendibabamın irşâdından istifade ederlerdi.” (sh: 75)
“Babam, abisinin mahdumu Osman Topbaş ve mahalle arkadaşı Mehmet Ali Birand’la hem akran, hem de Zihnipaşa İlkokulu’nda aynı sınıfın talebesiydi…” (sh: 113)
“Dizlerine kadar inen ceketti, aynı kumaştan pantolonu ve başında beresiyle Mûsa Amcam göründü. (…)Yapma etme, demezdi hiç! Vakarlı duruşu ve heybetinden çekinir, hâline bakıp zapturapta gelme ihtiyacı hissederdim. Hoşlanmadığı bir şeye tanık olduğunda utanıp kaçsam bile geri dönüp dilsiz sözlerle pişmanlığımı belli ederdim. (…) Kimseyi rencide etmez, çocuklarla şakalaşır, hayvanların dilinden anlardı. Şeffaf teni, pembe yanakları, bembeyaz saç ve sakalıyla bana benden yakın, bir umman kadar da uzaktı.” (sh: 111-112)
“Babam hayranlık duyduğu abisini üç kelimeyle anlatır: Vefâlı, zarif, muhteşem bir insan.” (sh: 123)
GÜZEL GÖLGELİK
Süleyman Râgıb Yazıcılar, Aşina Kitap
Sizinle paylaşacağım ikinci kitap da bir şiir kitabı… Şâiri, Genç Dergisi’nin yazı işleri müdürlüğünü de yapan Süleyman Râgıp Yazıcılar… Hacmi küçük, sözleri ve derinliği büyük bir kitap…
İçinde yetimliğin olgunlaştırıcı mektebinden geçen duygu yüklü bir gencin mısraları var. Ama bir taraftan da îman ve hikmetle yoğrulmuş derin bir tefekkür, ince bir kelime işçiliği ve hassas müslüman yüreği her sayfaya yerleşmiş. Okudukça bambaşka duygu ve iklimlere sürükleniyorsunuz. Şiirler kadar, şiirlerin yanına yerleştirilen fotoğraflar da kitapla bütünleşmiş. Yazarın ilk şiir kitabı… Ancak daha nice kitapların habercisi vasfında… Bu kitapla ilgili de sözü uzatmayalım ve sözü, şiire bırakalım:
“hani aniden gidersem bu dünyadan
daha da yazamazsam şiir size
bahis açın en güzel hatıralarımdan
kabrime uğrayın, oturun diz dize
ölmek kader, yaşamak dayanmak
dostluk nasip, hüzün yâr
zor mesele Allâh’ın boyasıyla boyanmak
kötülük etmesek, inanın bize kâr” (sh: 17)
* * *
“beni alacak mısın hayret vadilerine Allâh’ım,
buralarda sıradanlaştı her şey, kaçtı tadım
sanki dipsiz kuyularda düşüyorum, üzgünüm
tut elimden ne olur, uzaklaşıyorum adım adım” (sh: 20)
* * *
“ağır aksak yürür ve çay koyar halam
hasretle sorar, nasılsınız balam
tek tek süzer kardeşinin emanetlerini
hüzünle dolar güngörmüş yüzü
ve ben anlarım o an
insan biraz mâzidir, biraz sızı” (sh: 31)
YORUMLAR