Bir tarafta elinde kılıç, mazlûmun başına çökmüş… Kime acırsın? Kılıç tutana mı, mazlûma mı?
Bir elinde tüfek, bebeğe nişan almış, kime acırsın? Kâtile mi, bebeğe mi?
Bir tarafta gözü dönmüş, vahşice, kudurmuşça en kirli emellerini gerçekleştirmeye çalışan, hayvanları utandıran bir arsız; diğer tarafta beyazdan daha beyaz, mâsumiyete leke düşürmemiş bir genç kız… Kime acırsın?
Bir tarafta, tek bir komutuyla yüzleri, binleri, milyonları öldüren cânîler; bir tarafta ne olduğunu anlayamadan ciğerleri yanarak ölüp giden yavrular… Kime acırsın?
Bir tarafta doymayan, hep daha fazlasına sahip olmaya çalışan, çalan, çırpan, biriktiren, kabre kadar bile götüremeyeceği dünyayı sahiplenmeye çalışanlar, diğer tarafta günlerce aç, uykusuz, hasta, bir damla suya, bir lokma kuru ekmeğe muhtaç olanlar… Kime acırsın?
Mazlumların gözyaşlarıyla, tertemiz canların kanlarıyla elini, yüzünü kirleten, dünyasını cennete çevirmeye çalışan zavallılara mı; yoksa feryâdını Arş’a salıp hiçbir karşılık bulamadan gözlerini kapatanlara mı? Kime acırsın?
Kul hakkından korkmayan, âhiret nedir, hesap nedir bilmeyen, kendisini dünyada tek güç sahibi, yegâne muktedir, hattâ “ilâh” gören Firavunlara mı, yoksa onların bir hiç uğruna kesip tükettiği günahsız, zavallı nesillere mi? Kime acırsın?
Gençliğinden, zaaflarından, bilgisizliklerinden yakaladığı insanları felâkete sürükleyen, uçurumdan uçuruma yuvarlayan sinsi, kahpe güç odaklarına mı; yoksa onların pençesinde yok olup giden “istikbalin mânevî mimarları”na mı?! Kime acırsın?
Kapalı kapılar ardında durmadan hileler kuran, insanları yok etmenin, insanlığı kurutmanın hesabını yapanlara mı, yoksa gözü kapalı bu oyunlara gelenlere mi? Kime acırsın?
Bilmeden, cesurca fetvâlar veren, kendisine müntesip olan kişilerin sayısıyla iftihar eden, kitleleri bilgisizce dalâlete sürükleyen görünüşte âlimlere mi; onların zâhirine kanıp da dünyasını ve âhiretini, aklını ve rûhunu bunlara teslim edenlere mi; bütün olup bitenlere ses çıkarmayan, çıkaramayan gerçek ilim sahiplerine mi? Kime acırsın?
Her türlü ahlâksızlığın caddelerde, ekranlarda yeşerip boy atmasına emek sarf eden, para döken, kendini bu uğurda hebâ edenlere mi; onların biçip attığı yemyeşil başaklara, tertemiz hayatlara mı? Kime acırsın?
Bir heves uğruna çatırdayan yuvalara mı; onların enkazında kalan çocuklara mı; tuğla tuğla sökülen âile ve cemiyet binasına mı? Kime acırsın?
Varlık içinde “yok” olanlara mı, yokluk içinde “varlık” arayanlara mı? Kime acırsın?
Varlar içindeki “var”ı bulamayıp “hiç”ler ve “yok”lar arasında kaybolanlara mı? Kime acırsın?
Her ân, her canlının öldüğünü gördüğü hâlde, kendisinin de er geç öleceğini yakînen bildiği hâlde hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlara mı; yoksa çoktan ölüp bitmiş, aklı, dimağı, rûhu, vicdanı, heyecanı kurumuş, canı çekilmiş yaşayan ölülere mi? Kime acırsın?
Kime acırsın kardeşim, kim?!
Yoksa bütün bunları gördüğü hâlde, elinden hiçbir şey gelmeyen, gözünü kapatan, kulağını tıkayan, kalbini körelten, aklını-fikrini bomboş hayaller peşinde sürükleyen, hiçbir şey yokmuş gibi gününü gün etmeye çalışan kimseye mi? Kime acırsın?
* * *
Cehennemi hak etmek için elinden gelen her şeyi yapana mı acımalı, yoksa mazlûm olarak Cennete kavuşacak şehidlere mi? Hangisi gerçekten acınmayı hak ediyor?
Öyleyse bir mâsum daha öldü diye, bir genç kız daha kanatlanıp yükseldi gökyüzüne diye dertlenme!.. Sen, kendini kurtarmaya bak? Birisi cenneti, diğeri cehennemi hak ederken sen ne yaptın? Sen nereyi hak ettin? O zaman başkalarına acımayı bırak!.. Kendine acımaya bak!..
Yarın, Rabbinin huzurunda; “Zâlimi durdurmak için ne yaptın?”, “Mazlûmun feryâdına nasıl dayandın?” denildiğinde ne yapacaksın? O zaman kime acırsın?
Gel, bugün bir fırsattır. Daha ölmedin, yaşıyorsun, o hâlde yapacakların var. Yarın pişman olmamak için, bugünden yarına bir şeyler hazırlamaya bak!..
“Yâ Rabbi, benim elimden de bu geldi!” diyebileceğin şeyler yapmaya bak!.. Ama sakın, kendini kandırma!.. Çünkü Allah, her şeyi hakkıyla bilir. Senin sunduğun mâzeretlerin ne kadar geçerli, kalbinde ne kadar mâzeret vardı? Yarın ortaya dökülmeden önce kalbinin mâzeret kapılarını kapat!..
Bu dünyada kabul edilen bazı bahaneler, bu dünyanın şartları içindir. Yarın ise, bahanelerin tükeneceği, mâzeretlerin, özürlerin geçersiz sayılacağı, içteki niyetlerin dışa döküleceği, herkesin gizli yüzünün teşhir edileceği gün… Böyle bir günde mahcup olmamak için kalbini temizle… Niyetlerini temizle… Amellerini temizle…
Sadece yaptıklarının değil, yapman gerekip de yapmadıklarının sorulacağı o güne hazırlan. Sadece verdiklerinin değil, görüp gözetmen gerekirken ihmal ettiklerinin de sorulacağı o güne hazırlan. Sadece helâllerden değil, bütün verilmiş nîmetlerden hesaba çekileceğimiz o güne hazırlan.
Tek tek bütün fertlerin, ayrı ayrı hesaba çekileceği, kimsenin kimseyi bahane gösteremeyeceği, âmirlerin ve yönetenlerin hükmettiklerinden sorgulanacağı, kendilerine mensup olanların da vebâlini yükleneceği o şiddetli ve çetin güne hazırlan.
Eğer o günü unuttuysan, eğer o günü unutanlar arasında kaldıysan, çok geç olmadan hatırla!..
Hatırla, seni yoktan var edeni… Hatırla, seni, mundar bir damla sudan en güzel şekilde yaratıp “ahsen-i takvîm” kılanı… Seni “mükerrem” kılanı hatırla!..
Tekrar O’na dönmeden, defterler kapanıp mürekkepler kurumadan, Güneş batıdan doğmadan, ölüm meleği kapını çalmadan, yıldızlar yeryüzüne dökülmeden, denizler kaynatılıp dağlar pamuk gibi savrulmadan hatırla!..
Şayet geç kalırsan, işte o zaman acınacak hâle dönersin!.. İşte o zaman sana kimler acısın?!..
YORUMLAR