Asrımızda yoğun bir îman problemiyle karşı karşıyayız. Ne yazık ki, dînin sağlaması modern hayat üzerinden yapılıyor. Modern hayat, şimdiye kadar ne Batı’ya huzur ve mutluluk sunmuştur, ne de onu taklit eden insanlara... İnsanların ahlâkî seviyelerindeki düşüş, hakka tecâvüz, adâletsizlik, zulmün her çeşidi artık had safhadadır. Bu durum, insânî değerlerin ayaklar altına alındığını gösteriyor. Böylesi bir karmaşada mü’minlerin hâli ise, yaşantı ve davranışlarıyla ortada!.. Hâsılı modern hayat ve çağdaş (!) kültür, insanların iflâhını kesmiş vaziyettedir.
Bugün maddenin hayatın merkezine oturtulduğu bir dünyada, hep dış âlem, yani zâhirî görüntü ön plâna çıkmıştır. Bu yanlışı hiç sorgulamadan alıp, benimseyip hayatına koyan Müslümanlar da, maalesef zaman içinde pek çok güzel hasletlerini bir bir kaybettiler. Gösteriş tüketimi, kardeşlik bilincimizi zayıflattı. Tüketimi hedef alan hayat, inanç değerlerimizi aşındırdı.
Kadınların câhiliye devrine benzer kılık-kıyâfetlerle ev dışında arz-ı endâm etmeleri, resmî dâirelerde veya iş hayatında “ihtilat” ortamında çalışma durumları, âile içi rollerin değişimi, annenin çocuklarına vakit ayıramaması ve onlara tam da dînî prensiplerin benimsetileceği yaşlarda annenin işyerinde bulunması, pek çok problemin ortaya çıkmasına sebep oldu. Dolayısıyla âile değerleri birbirine girdi; kadın bozuldu, ahlâk dejenere oldu. Derken toplum ifsad edildi.
Bu hengâmede mü’minlerin doğru fikirlerini bozmak adına her türlü fırsat değerlendirildi. İnsanlarımıza hep dış güzellikler telkin edildi, iç âlemler göz ardı edildi, önemsenmedi, beslenmedi, ihmal edildi. Gerçek şu ki, görsel medya, tahrip etmek istediği şeyleri “estetik zevki” diye ortaya dökerek, konuyu çocuk oyuncaklarına kadar indirerek her hususta âdeta bir “estetik terörü” oluşturdu. Yanlış “rol-model”ler, insanlara altın tepsiler içinde takdim edildi. Oysaki yeni nesillere daha doğru ve faziletli bir hayat yaşayan İslâm büyükleri rol-modellik yapmalıydı. Bizler, bizi biz yapan kendi dinamiklerimize tutunmalı, var olana sahip çıkmalıydık ve çıkmalıyız da…
Müslüman, kendi değerleriyle hayatın içinde olurken; mutlaka öncelikleri olmalı ve ne pahasına olursa olsun önceliklerinden vazgeçmemelidir. O vakarıyla önüne dayatılan sun’î gündemlere değil, kendine has gündemi kendisi belirleyebilme kararlılığında olmalıdır.
Biz bugünkü yazımızda İslâmî giyim tarzını benimseyen kadınlardan çok, İslâmî giyindiğini zanneden kadınların hâllerine değinmek istiyoruz. Çünkü onların kılık kıyâfetleri de bugün diğer câhiliye devrindeki kadınların giysilerinden çok bir farkı kalmamış vaziyettedir.
Bu çerçevede, sanki aşağılık kompleksine kapılmışçasına günümüzde Müslüman hanımlar, çevrelerinde başörtülü hanımlara ait farklı bir alan oluşturma gerekçesiyle şimdiye kadar “Annelerin giydikleri giyim tarzını terk edelim, daha modern bir giyim tarzı oluşturalım!” fikrine kapıldılar. Fakat zaman gösterdi ki, bu hususta bir fark oluşturalım derken bizzat kendileri bu değişimin tuzağına düştüler. Bu fikirde olanlar kıyâfetleriyle görselliği ön plâna çıkararak, geleneksel tavır sergileyenlerden farklı bir şekil çizerken, bu sefer, dînî önceliklerini kaybettiler. Tesettür, sadece başörtüsü olarak görülmeye başlandı.
Sonraları başörtülü hanımlar, başörtüsüz kadınlara benzeme gayretine girdiler. İşleyen süreç içinde ruhlar da beslenmeyince maalesef Müslüman hanımların gönül dünyaları boşaldı ve onlar da hızla akan menfî hayattan fazlasıyla nasiplendiler. Hâlbuki başörtünün temsil ettiği ulvî gâye ve inanç, her şeyin fevkindeydi. Bugün yalnızca başörtüsüne indirilen, aslında kadının dış görüntüsünü tümüyle kapsaması gereken tesettür, Allah Teâlâ’nın açık, kesin ve tartışılmaz bir emridir. (Bkz: el-Ahzâb, 59; en-Nûr, 31) Ve tesettür, sadece Allâh’ın emri olduğu için, O’nun rızâsı uğrunda ve O’nun istediği şekilde yapılır. İnsanlar tarafından fark edilelim diye, biz klasik örtülü hanımlardan daha değişik ve daha süslü olalım diye yapılmaz.
Bugün tesettürü sadece başörtüsü olarak gören gençler, ne yazık ki, diğer çağdaşlar (!) gibi “erkek arkadaş” edinmekte, gece geç saatlere kadar dışarıda kalabilmekte, facebooklarda mahrem resimlerini paylaşabilmekte, karşı cinsten tanımadığı kişilerle saatlerce chatleşmekte bir sakınca görmemekteler… Ve bu gençler, serbest (!) alanlarda, her yanlışı fütursuzca işlemekteler.
Tesettürün içini boşaltmak için şer mihraklar otuz seneyi aşkın bir zamandır uğraşıyorlar. Bu iş, tesettür defileleri, başörtüsü reklâmları ile başlamıştır. Başörtülü hanımların dînî muhteva kapsamındaki kıyafetleri bugün “takvâ” mefhumunun dışına çıkıp “israf” ve “gösteriş”e yönelmiştir. Altta daracık kot pantolon, üstünde vücut hatlarını tümüyle ortaya koyan yapışık bluzlar (giyinik çıplaklar), yüzde makyaj ve başta başörtüsü ile her türlü tahrike açık, örtünme gayesinin dışına taşmış bu gençler, acaba tesettüre uygun giyindiklerini mi sanıyorlar? Böyle düşünmek, ancak İslâm’ı ayaklar altına almak demektir. İslâm’ın tesettür anlayışı kesinlikle bu değildir. Ve bu hanımlar, ziynet ve kıyafetlerini tamamiyle dikkat çekecek şekilde teşhir ederek, “teberrüc” kavramının içine girmiş bulunuyorlar. Zira yüce dînimiz İslâm’da “teberrüc kavramı”nda, kadının tabiî özellik ve güzelliklerinin ilâhî hakikatlerin işâret ettiği mekânların dışında gösterilmemesi gerçeği yatar. (Bkz: el-Ahzab, 33, en-Nûr, 60)
Bu hususta İslâm büyükleri ve âlimler:
“-Tesettürler, «Bak bana!» dememelidir.” şeklinde bir ölçü koymuşlardır.
Çağdaşlıkla kol kola gezen böylesi bayanlar (!) İslâm’ı kendi kafalarına göre yorumlama yanlışlığına düşüyorlar. Bunlar âhiret hayatını değil, adına “modern dünya” denilen bugünkü hayat tarzını ölçü alıyorlar. Ne yazık ki bu hanımlar, yaptıkları bu yanlışlar yüzünden toplumdaki “mü’mine hanımefendi nezâhetini ve saygınlığını” da kaybettirdiler. Yine bu bayanlar, “Ye kürküm, ye!” misâli, dış görünüşlerini allayıp pullayıp birilerinin yanlış amaçlarına hizmet ediyorlar. Ve sonunda bu modern görünümlü, tesettürü sadece ufacık bir başörtüsüne hasreden bayanlar, Müslümanların en ehemmiyet verdiği mahremiyet değerlerini alt-üst ettiler. Bu tablo, hakikaten hazin bir tablodur!
Eskiden kıyafetler, daha sâde ve mütevâzi olup fıtrata uygundu. Erkekler bugün olduğu gibi kadınlaşmaz, kadınlar da erkekleşmezdi. Çünkü o zamanlar, zihinler daha sâde, davranışlar daha mütevâzi idi. Yürekler ve gönüller huzurluydu. Şimdilerde fikirlerde, kafalarda, hareketlerde ve ruhlarda bir karmaşa var. Bu karmaşa, “moda” ismiyle Müslüman kadınların kıyafetlerine de yansıdı. “Moda” adı altında her türlü ahlâksızlık, medya vasıtasıyla son derece sevimli ve câzip bir tarzda insanlara sunulmakta!..
Tesettür reklâmlarıyla piyasaya takdim edilen; yüzleri, gözleri, tırnakları boyalı son derece alımlı bayanların giydikleri giysilerin, İslâmî ölçülerle uzaktan yakından alâkası yoktur. Anlaşılacağı üzere her şey gösterişe ve göze hitap etmekte!.. Sözde dindar (!) hanımlar da bunları seyrede seyrede, beyinleri ve zihinleri yıkanıyor. Nefse hitap eden, ama İslâmî değerlerimize hiç mi hiç hitap etmeyen bu kıyafetler, önce yadırganıyor, sonra da “Neden olmasın?” diye taklit edilmeye başlanıyor. Neticede kadının mahremiyeti sıfırlanıyor. Müslümanlar olarak bunların yanlış olduğunu konuşmak da bile tereddütler yaşıyoruz.
Müslüman hanımların giysileriyle oynayan modacılar, yıllarca yaptıkları tahribatla yetinmeyip:
“-Şâyet modern olmak istiyorsanız, şunları şunları da yapmalısınız!”
“-Hattâ başınızdakini de çıkarmalısınız!” telkinlerinde bulundular.
Başörtülü kesim de, “gerici” (!), “yobaz” (!), “tutucu” (!) ve “muhafazakâr” (!) sıfatlarıyla yaftalanmamak için onlar ne diyorsa yaptı, hattâ fazlasını da esirgemediler ve neticede kaybettiler. Maalesef bir zamanların pür tesettür, muhterem Müslüman hanımefendilerinin isimlerini de düşürdüler, zihinlerdeki imajlarını zedelediler.
Hayatlarında Allah Teâlâ’nın emirlerini ve takvâyı değil, kadın olarak görüntüyü öne alan bu sözde başörtülü (!) bayanlar, toplumda aşağılanmamak, geri plâna itilmemek için son senelerde artık “marka” giyinmeye ve “marka” eşarp takmaya başladılar. Böyleleri için eşarp, kaliteli bir giyimin tamamlayıcı unsuru olarak tıpkı aksesuar gibi görüldü. Hatta başörtülerin üstüne hiçbir işe yaramayan, yalnızca süs görüntüsü veren, kafalara koca koca dikkat çekici güneş gözlükleri de koydular. Bu arada reklâmı yapılan markalı giysileri giyenler, zaman içinde farkında olmadan o ürünleri giyenlerin dünyasıyla hemhâl oldular. Böyleleri, meslek ve makamlarını da kartvizit gibi hep öne çıkardılar. Altlarındaki son model arabalarla “israfın haram olduğu” hükmüne de îtibar etmediler. Sonunda Müslüman kimlikler; markayla, gösterişle tüketim kültürüne teslim edildi.
Geçmişte sahâbe efendilerimiz, şüphelilere dahî yaklaşmazken şimdikiler, “Haramları nasıl helâl gösteririz!” derdine düştüler.
Bilinmelidir ki, Müslümanlığın önceliği dindir. Din, hayatın kıyısında değil tam da merkezindedir. Doğrusu gençler ve toplum adına endişeliyiz. Bu kadar yanlışlığın hâkim olduğu bir dünyada, popüler kültür, insana derinden tesir ediyor. İnsan rûhunu besleyen kanalların yetersizliği, her esen değişim rüzgârının tesirinde kalma, insanları gaflete düşürüyor. Aynı zamanda bu menfî akımın sürekli devam etmesi, insanı tefekkürden uzaklaştırarak şuur elde etmesini engelliyor.
Eski Müslüman nesilde “takvâ” hâkimken, zamâne müslümanında “fetvâ” hâkim... Geçmişte el üstünde tutulan faziletlerimiz, günümüzde hor görülmüş ve süflî-kirli davranışlara yerini bırakmış vaziyettedir. Eskiden insanlar, kimlik ve kıyafetlerinden çok, takvâ, bilgi, hizmet, gayret ve fedâkârlıklarıyla öne çıkarken, bugün insanlar sahip oldukları meslekî-kariyer kimlikleriyle, dikkat çekici, özel, güzel, cafcaflı, markalı kıyafetleriyle öne çıkıyorlar. Gerçekten bu gidiş, müstakim bir yola çıkmıyor. Silkinip toparlanmanın vakti geldi de geçiyor bile.
Biz de diyoruz ki, artık Müslümanlar olarak uyanmalı ve şuurlanmalıyız. Çağdaş olma hatırına, Müslüman kimliğimizi yitirmemeliyiz. Modern hayatta, gösteriş, âlâyiş, süs-püs gibi şeylere îtibar etme, sanki ruhlara girmiş ur gibidir. Modern insanlar, şimdiye kadar “takvâ” kavramını Müslümanların gündeminden çıkarmak için ellerinden geleni yaptılar.
Çağdaş düşüncede kadın; görüntüsüyle, gösterişiyle devamlı görünürde ve gündemde olmalıdır. Takvâda ise kadın, görünürde ve göz önünde bulunmaz. Takvâ ile yüce Yaratıcı’ya yaklaşılarak O’nun dostluğunu kazanmak hedeftir. Gösteriş ile yalnızca insanların sahte dostluğuna erişilir. Takvâya ulaşmak ise, yüce Hak katında en makbul olan hâldir, hiçbir şeye değişilmez.
Kılık-kıyafette, amellerde, ibadetlerde takvânın önde olduğu nice güzel günlere ulaşmak temennisiyle…
YORUMLAR