“Ey müslüman, talep yolunda edep,
her edepsize katlanmaktan başka bir şey değildir…
İyi huylu, sessiz sedâsız (şikâyetsiz) yaşayıp kötü huylulara sabredendir…
Onlar, kötülüklere katlanarak nefsi öldürmüşlerdir.”
(Mesnevî, IV/770-773-777)
“Bana kılıç vurdu, söylemedim kimseye…”
(Hâfız, 419. gazel)
Türkiye sathına yayılmış bir marketler zincirinin bizim semtteki şubesinde, bence “bütün zamanların en beyefendi kasiyeri” olan biri vardı. Normalde elemanlarının sık sık vazife yerlerini değiştiren marketin, onu bizim şubede uzun süre bıraktığını görünce bir hayli memnun olmuştum doğrusu… Çünkü fazilet örnekleri bizi daha fâzıl olmak noktasında teşvik eder, gayretlendirir, var olan faziletlerimizi te’yid ederdi ya, ben de onun şefkatli nezâketinden feyz alıyordum usulca…
Bir gün alışveriş yapıp kasaya yöneldiğimizde, daha önce hiç karşılaşmadığımız bir yoğunluk gördük kasada. Anlaşılan kasalardan biri arıza yapmıştı ve zaten diğer kasada da kimse yoktu. İşe yeni başladığı her hâlinden belli olan kasiyer kız, bunalmış bir şekilde bir şey bekliyordu. Sorular karşısında gittikçe daha çok bunalıyordu ki, bizim beyefendi eleman yetişti. Dışarıda ürün kamyonu vardı, muhtemelen ürün indiriyordu. Yorgun ve telâşlıydı. Hemen kasaya müdahale etmek istedi, ama yaşlı ve saf bir teyze durdurdu onu… Hem öfkeli hem de sabırsızca ödemesini yapmak istedi. Geniş düşünememesi, bencilliği, özel muâmele isteği anlaşılabilirdi kolayca, normal şartlarda… Normal şartlarda… Oysa bizim eleman için hiç de normal değildi şartlar… Nitekim bambaşka bir hüviyete bürünüverdi. Homurdanarak bir şeyler söyledi. Teyze de sesini yükseltince onun uzattığı bir avuç bozuk parayı hışımla aldı, ürün bandının üzerinde her bir lirayı banda çarpa çarpa saydı. Bu sırada teyze arkada idi, dolayısıyla elemanın öfkesine mâruz kalanlar bizlerdik. Para üstünü, teyzenin önündeki tezgâha fırlatırcasına bıraktı. Ardından hiçbir şey olmamış gibi, biz orda yokmuşuz ve hiç olmamışız gibi kasaya yöneldi, problemi hemen tespit etti, bir kablo yerinden çıkmıştı sadece, takıverdi… Kolayca halletmiş olmanın verdiği rahatlama ile kendi işine yönelirken “Benim canım burnuma gelmiş, o bana ne diyor!” demeyi de ihmal etmedi…
Bütün bunlar olurken orada en az otuz kişi vardı… O, kimseyle göz teması kurmadı, kimseyle muhatap olmadı ve tabiî özür de dilemedi… Oysa behemehal (her halde) nezaket ve şefkat gösterecek gibi duruyordu, o güne dek... İlk öfkesini fark ettiğimde âdeta alkışlamak için havada olan iki elim, duâ için göğe açıldı. İçimden:
“-Aman, ey Allâh’ın kulu, işte bu anlar çetin imtihan anlarıdır; şartlar olgunlaşmış, sağlam bir soru soruyor Cenâb-ı Hak ve senin bu soruya çok güzel cevap vereceğini biliyor. «Kulu bir günah işlediğinde Rabbi utanır.» Sakın şeytana uyma!..”
رب اعوذ بك من همزات الشیاطین و اعوذ بك رب ان یحضرون
duâsını, “neûzü”lerle okudum okudum…
“Gönlümde zulüm tozları var Rabbim, rızâ gösterme
Tozlanıp kararmasın güneş tabiatlı aynam”
(Hâfız, 355. gazel)
Bu çocuk, tahiyyatlarımın “ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn” listesine dahil olmuş oldu bu hâdiseyle... Sıradan şartlarda, normalin üzerinde performans gösteren her türlü fazilet ehlinin, şartlar değiştiğinde olgunca davranıp açılıp genişlemeleri, duruma ayak uydurmaları, kendilerinden beklenen hareketi gerçekleştirmeleri için duâ etmeye başladım o günden sonra… Öyle ya, bizim elemana Cenâb-ı Hak, yük kapıda, yorgunluk dizde, belde iken bir de kasa mânâsızca bozulmuşken, öyle bir kargaşada işte, hiç de uygun olmayan bir teyze, bir de husûsî hizmet istediğinde kemal-i edep ve nezâketle teyzenin ve hâzirûnun hürmetini gözetebilmeyi öğretiyor olabilir.
Başarabilseydi, şimdi teselli için gönül kapılarına koyduğumuz çelenklerin yerinde tebrik ve takdir için başından aşağıya saçtığımız konfetiler olacaktı. Bir dahaki sefere artık…
Bu kez büyük ihtimalle şeytan ve ekibi kazandı gibi, Allah daha iyi bilir tabiî. Rabbimiz, onu ve onun gibileri, o anlarda en çok işe yarayan bilginin kaynağına erdirsin. Ona ve onun gibi, herhangi bir konuda “kemâl” ortaya koyan herkesi…
“Yiğit dediğin, güreşte rakibini yenen kimse değildir; asıl yiğit kızdığı zaman öfkesini yenen adamdır.” (Buhârî, Edeb 76; Müslim, Birr, 107, 108) buyuruyor, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; başka bir yerde, zorluk anlarında Allâh’a hamd etmemizi tavsiye ediyor, yıpranma olmasın diye...
Hamd nedir, nîmetin farkında olmak… “Bardağın dolu tarafı” meselesi… Öfke, faziletlerin en büyük düşmanıdır. Kur’ân’da “kâzimîne’l-ğayz” yani, “öfkelerini yutanlar” şeklinde bir tanımlaması var Allah Teâlâ’nın, bu da en büyük faziletlerden biri… İki uç…
Böyle, tesellisi kendi içinde olan bir gizli imtihandır, fazilet ehli olmak...
“Onunla gelen kerem kokusu hâlime çare olacak,
Sabâ ne zaman esecek Rabbim!”
(Hâfız, 400. gazel)
“Kalbimin her parçasında hüzünden bir öykü var,
Hasletine dair her satır, rahmetten bir âyet…”
(Hâfız, 437. gazel)
Allâh’ın şeytana karşı iftihar ettiği “muhlisîn/ihlâs sahipleri”nden olmanın şahrâhıdır (ana yoludur) fazilet ehli olmak, insan olmanın yüz aklığıdır.
“Bu muhlise sen acımıyorsun, ben de dedim:
İşte benim davam, işte sen, işte zaman!”
(Hâfız, 311. gazel)
Fazilet ehli olanların şükründendir ki, ondan mahrum olanlara karşı tevâzû ve keremle muâmele edesin.
“Ey gül, bahtın arzusunca açılmana şükür olarak,
Seher kuşundan vuslat esintisini esirgeme…”
(Hâfız, 248. gazel)
Ömür, üç gün; ama imtihan her an… Hay ve Kayyûm olan Allâh’a hamd olsun ki, kullarını muhabbetinin yolunda diri ve ayakta tutuyor.
“Rüzgâr yârin amber saçan zülfünü dağıtınca,
Hangi yaralıya değse tazelenir onun canı…”
(Hâfız, 281. gazel)
“Hâfız ağlamaktan yandı, sabâ söyle onun hâlini,
Dostu gözetip düşmanı kavuran şahıma benim”
(Hâfız, 401. gazel)
Cenâb-ı Hak, vasıfsız ama samimi, câhil ama insan, vasıflı ama ham olmak gibi her tür avamlık için o hâllerin fâzıllarını, avamı yargılamadan, kalben dahî kınamadan, kesinlikle küçük görmeden, dolayısıyla söz ve davranışla incitmeden, hattâ minnetle muâmele etmekle yükümlü tutuyor. Abese Sûresi’nde buna müthiş bir örnek de sunuyor; sizin hassasiyetlerinizi anlayamayanlara karşı surat dahî asamaz, onlardan aslâ yüz çeviremezsiniz…
“Sana tûbâ, bize yârin endâmı,
Herkesin fikri, himmeti kadardır…”
(Hâfız, 56. gazel)
Bizden önce yaşamış olanlar ve etrafında yaşadığımız fazilet ehli zâtlarla birliktelik, bakış açımızı düzeltir, doğrultur, muhafaza eder, geliştirir. Kitaplarını okumak, sohbetlerinde bulunmak, meclislerine vâsıl olmak ve kalben, fikren beraberlik kurmak, yani râbıtalı olmak, fazilet ehli olmak yolunda çok önemli bir vasıta ve usuldür.
“Bahçeyi süsleyen her taze çiçek
Onunla birliktelikten renk ve koku almıştır.”
(Hâfız, 56. gazel)
“İçler karardı, olur ki gâibden
Bir meşale tutar bir halvette oturan…”
(Hâfız, 483. gazel)
“Âşıklık saltanatı, mutluluk hazinesi,
Neyim varsa, himmetinin bereketidir…”
(Hâfız, 56. gazel)
“Yüzü güzel, hüneri tam, günaha bulaşmamış,
İster istemez iki dünyada temizlerin himmeti onunladır…”
(Hâfız, 57. gazel)
“Bütün dünyanın sağlığı, senin sağlığına bağlıdır,
Hiçbir hastalıktan bünyen ıstırap çekmesin…”
(Hâfız, 106. gazel)
“Bizim lütuf kemendimiz sizi buraya kadar çekti de fenâ (yokluk) çölüne adım atıp talep yaseminini kokladınız. (Fazilet ehli olmak duygusunu dahî Cenâb-ı Hak lutfetti).” (Risâletü’t-Tuyûr, Ahmed Gazâlî)
Kendini, ait olduğun mânevî âileyi unutmamak, faziletli olmayı kolaylaştırır. “Bana bu yakışır, çünkü ben fazilet ehli zâtların yolundayım, onların yol evladıyım.” düşüncesi, himmetin alçalmasına mânî olur. Himmet, mâneviyat demektir kısaca, mânevî gayret hâlidir. Bu mânâda himmeti yüksek olanın, yardım mânâsında himmeti de yüksek olur. Cenâb-ı Hak, fazilet ehlini ummadıkları yerlerden nimetlendirip sevindirerek hayrete garkeder.
“Eşsiz benzersiz şâhın kokusundan gelen mestliği,
yüz küp şarap bile sağlayamaz.” (Mesnevî, III/673)
İmam Gazâlî’nin kardeşi Ahmed Gazâlî Hazretleri, bu konuda gayet net cümleler kuruyor:
“Her kimde bu sözleri ve incelikleri anlayacak hâl ve sabır yoksa, ona de ki: Ahdini tazele!.. Ahdi tazelemek iki şekilde olur:
1-Bâtını bütün pisliklerden ve çirkinliklerden arındırıp yenilemek,
2-Zâhiri bütün necâsetlerden ve kirlerden temizlemek…
Bunun pratik yolu da ikidir:
1-Namaz vakitlerine dikkat etmek,
2-Dilini Allâh’ı anmaya alıştırmak… Zikirle uyanık olan, Hakk’ın câzibesine kapılmış demektir. Gaflet uykusuna tutulursa insan, şeytana yaklaşmış olur. “Rahmân’ı unutana yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş ederiz.” (ez-Zuhrûf, 36)
İnsan hiçbir an ve hâde, şu iki durumdan birinin dışında kalamaz ve bunun eseri kendisinde görünür:
1-“Yüzlerindeki secde izlerinden tanınırlar.” (el-Fetih, 29) Allah Teâlâ, yüzlerinde yakınlıklarının alâmeti görülen o güzel insanlara kereminin tevfîkini ulaştırır. (Şartları ehlileştirir. Meselâ), doğru yola ve hakikate erdirir.
2- “Suçlular sîmâlarından tanınırlar.” (er-Rahmân, 41)
“Cevap soruya uygun, soru takat yettiğince, takat himmet miktarı, himmet ise şahın câzibesi kadardır…” (Risâletü’t-Tuyûr, Ahmed Gazâlî)
* * *
“Güneş dağa da vurur, altına da… Fakat Güneş’in “altın”a öyle bir yakınlığı vardır ki, söğüdün bundan haberi bile yoktur. (Aynı şekilde) kuru dal da gün ışığı alır, yeşil dal da… Güneş’in ikisinden de gizlenmesi söz konusu değil. Fakat o yeşil dalın yakınlığından olgun meyveler yersin. Kuru dalın Güneş’e yakınlığı ise, daha çabuk kurumaktan başka netice verir mi?..” (Mesnevî, III/705-719)
Herkes bir hayat yaşayıp âhirete intikal ediyor. “Mecnunun devri geçti, sıra bizde…” diyor Hâfız, “Herkesin beş günlük sırası vardır…” (Hâfız, 56. gazel)
Ben de bir duâya bürünüyorum: “Kalb-i selîm ile gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme!..” (eş-Şuarâ, 87-89)
Mühim not: Mesnevî ve Hâfız Dîvânı’ndan aldığım bölümlerin tercümeleri, büyük ölçüde Hicâbî Kırlangıç beye aittir. “Kimden okuyalım bu kitapları?” diyenlere tavsiye olarak belirtiyorum efendim…
YORUMLAR