Karnenizi Bekliyorum

Modern zamanlarda teknolojinin hayatımızı kolaylaştırmasına rağmen insanlarımız çok yorgun. Bunun ismini zaman zaman bahar yorgunluğu, mesâî fazlalığı, yaz sıcakları diye koysak da gizleyemediğimiz bir gerçek var ki, aslında insanlarımızın gönülleri çok yorgun, beyinleri çok meşgul… Ama hayat mücadelesi, sosyal hayatın sorumlulukları, ev-evlât meşgaleleri bütün bunları bastırıyor, erteliyor. Cevaplandırılmayan sorular, karşılanamayan ihtiyaçlar, bol bol öfke, gerginlik, stres oluşturuyor. Bunlara otobüs duraklarından okullara, trafikten işyerlerine kadar hemen her yerde bolca rastlamak mümkün…

 Şuuraltına atılmış, bastırılmış duygular, küçük şeylerde dahî ses yükselterek konuşma, agresif davranışlar ve şiddetle kendini ifade etmek istiyor. Hattâ tâbiri câizse bangır bangır bağırıyor. Bana hâl lisanıyla; “Lütfen beni dinler misin, dinlenilmeye ve mânevî gıdalarımı almaya ihtiyacım var!..” şeklinde yansıdığı için, geçtiğimiz hafta yakın bir arkadaşımı bu sebeple kahve içmeye dâvet ettim. Yoğun gündemin olmazsa olmazlarını konuşup faaliyetlerini dinledikten sonra, sadede gelerek sordum;

“-Eee biraz da hânedeki evlâd ü iyalden bahset, onlar nasıllar, ne yaparlar?!”

Önce gözlerime derin derin baktı, sonra yutkunup başını çevirerek yarasının kabuğunu açmamamı istedi. Hakkı ve sabrı tavsiye etmenin bir Müslüman hakkı olduğunu bildirerek biz kadın ve annelerin öncelikli sorumluluğunun evlerimiz ve çocuklarımız olduğunu; bunun ihmal edilmesi durumunda dışarıdaki faaliyetlerimizin çok fazla bir ehemmiyeti olmadığını hatırlatınca, aralıksız 45 dakika anlattı. Deşarj olmasını istediğim için sözünü hiç kesmeden dinledim. Yorulduğunu hissettiğim anda ise; bir sosyolog olarak bu sancının yalnızca kendisinde olmadığını toplumun büyük bir kesiminin aynı girdap içinde bulunduğunu bildirerek rahatlatmaya çalıştım.

Yaklaşık iki saatlik sohbet sonunda, müteşekkir bir şekilde, uzun zamandır hiç bu kadar rahatlamadığını, bu denli dinlenilmediğini söyleyip:

“-Nerede kaldı bizim sohbetlerimiz, kim çaldı bizim misafirliklerimizi, âdet ve geleneklerimizi!..” dedi…

El-cevap: “Modernizm canavarı!..”

Amerika’nın “medeniyet götürüyoruz” iddiasıyla, Afganistan’ı sömürgeye dönüştürmesi gibi; bizlere bilim ve teknolojiyi, rahat ve konforu getirme düşüncesiyle yavaş yavaş köklerimizden koparan modernizm, bizleri materyalist (maddeci) insanlar yaptı. Modern hayatın bitmek tükenmek bilmeyen ihtiyaçları, ferdîleşen programları, bir vücudun âzâları gibi olan Müslümanları bölüp parçaladı. Mahalle hayatı, akşam misafirlikleri, hasta ve yaşlı ziyaretleri, yardımlaşma (imece) kalmadı. Artık misafirliklerimiz, günler öncesinden alınan randevulu kabul günlerine dönüştü. Âile fertlerinin özgürlüğü (!), sofra muhabbetlerini ortadan kaldırdı. Evlerimizde en fazla televizyonlar, akıllı telefonlar, bilgisayarlar konuşur oldu. Âdetlerimiz, alışkanlıklarımız yer değiştirdi. Mâneviyatımız ise, gönlümüzü tesellî edecek kadar ve sadece şekilden ibaret kaldı. Dünya ve dünyalıklar, şuuraltımıza o denli işledi ki, ibadetlerimizden hakkıyla tat alamaz olduk. Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh-’in ifâde ettiği gibi; “İstiğfarlarımız dahî istiğfâra muhtaç kaldı!”

İnsanoğlu, yalnızca maddî olarak etten ve kemikten yaratılmamıştır ki, ihtiyaçları da sadece madde ile karşılanabilsin!.. Nitekim insanın insan olma husûsiyeti, Âlemlerin Rabbi’nin üflediği rûhla ikmâl olmuştur. Dolayısıyla insan, mâneviyatsız yaşayamaz. Bunlar, Yaratıcı’sıyla kurduğu sıkı iletişimle başlar; sevgi, saygı, vefâ, dostluk, yardımlaşma ve ziyaretlerle devam eder. Bütün bu görünmeyen, ama çok önemli duygular, insanın iç âlemini besler ki; insanoğlu tatminkâr, huzurlu, kadirşinas ve güleryüzlü olur…

* * *

Aslında gâyem, misafirlik ve İslâmî seyahati yazmaktı. Ama ne hikmetse, yazı bu minvâle dönüşüp gelince hikmet gözüyle bakarak belki de bu Ramazan ayı bizden bir nefis muhâsebesi/özeleştiri istiyor diye düşündüm.

Bu Ramazân-ı Şerîf’te tesbih ve hatimlerimizin yanında geçmiş bir yılımızı şu sorular ışığında analiz ederek kendimize şöyle bir karne hazırlamamızın güzel olacağını düşünüyorum. Belki bu iç muhâsebe, bundan sonra daha huzurlu bir insan, daha kanaatkâr bir Müslüman olmamıza katkıda bulunur:

-Modernizm konforu, bizlerin nefislerinde ve evlerinde ne durumda?

-Kalplerimizde en fazla yeri kim/ne kaplıyor?

-“Kimi en fazla seviyoruz?” demiyorum; “En fazla sevdiğimizle ne kadar birlikteyiz?” Nitekim birliktelik, sevginin en önemli göstergesidir.

-Akrabalarımızla, komşularımızla, uzaktaki dostlarımızla birlikteliğimiz nasıl?

-Soframıza ne sıklıkla misafir oturuyor?

-Eş ve çocuklarımızla muhabbetimiz ne durumda, bizlerden hakkıyla râzılar mı?!

Nitekim Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur ki:

“Sizin en hayırlınız; dünyaya karşı kalben en soğuk davranan, âhirete karşı da en istekli olanınızdır.” (Camiu’s-Sağîr, 2137)

“Mal ve makam düşkünü bir adamın dinine verdiği zarar, koyun sürüsüne saldıran iki aç kurdun sürüye verdiği zarardan daha büyüktür.” (Dârimî, Kitâbu’r-Rikâk, 2733)

“Dünyada misafir gibi olun. Mescidleri kendinize evler edinin. Kalplerinizi hassasiyet ve inceliğe alıştırın. Çok düşünün ve ağlayın. Arzu ve istekleriniz sizi ihtilâfa düşürüp, kendinize yabancılaştırmasın.” (Müsned-i Şihâb, Kuzâî, 571)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle