Karanlık Gurbete, Tek Işık Benim Yavrum

Gurbet dedikleri, beni içine çeken karanlık bir kuyu yavrum.

Yaban illerinin ışıkları renk renkmiş. Benim için orada “tek ışık” var, o da sensin yavrum.

Doğduğun gün, seni elime alıp, nûr yüzüne baktığımda, dalıp gittim.

Ne çektiğim acılar, ne üç gündür uyumadığım geceler geldi aklıma. Sana saatlerce bakarken o güne kadar gördüğüm bütün insanlar geldi gözümün önüne, sevdiklerimi düşündüm..

“Senin gibi güzelini yaratmadı herhâlde yaradan” dedim.

Ve ben kimseyi sevmemişim, yalan söylemişim, yalan söylemişim meğer… Sevmek insanı kuş gibi uçurup, yüreğini ağzına getirirmiş!.. Seni görünce uçtum, uçtum konamadım yerlere.

Seni bir ân elimden bırakamadım. Sıcacık, miniciktin. Koydum seni yüreğimin üstüne, kalbin attı, kalbim attı. Saatlerce kalakaldım.

Birden “Hanım, hanım!..” diye silkelediler. “Ne yapıyorsun sen, bebeği emzirdin mi, yatır yerine, sen de uyu!..”

Hiç bir şey gelmedi aklıma, bana o gün dünyayı sen unutturdun. Bana yeni bir dünya kurdun.

Seninle birlikte cennete gideceğim bir dünya.

İşte yavrum, o gün, bu gündür kalbim, dünyam sensin. Rabbimden senin için çok şey istiyorum.

Ana oldum yavrum, cennet serildi ayağıma sâyende, Rabbimin izniyle... Ama benim de, senin de cennet yolunu kapatma yavrum. O yollara taşlar koyma, bu yüreciği yakma yavrum, yakma. Kazandığın mallara haram katıp da cehenneme odun taşıma yavrum, taşıma!..

Dediydim ya, sen doğunca dünyam değişti diye.

Sonra senin için, uykusuz geçen geceleri, seninle ağlayıp, seninle güldüğüm günleri sorma gitsin.

Helâl olsun yavruma emzirdiğim, besmeleli, yâsinli sütler!.. Helâl olsun uyuturken söylediğim ninniler, tevhidler, salavâtlar…

Aklında kalsın diye hiç dilimden düşürmediğim duâlar, unutmadın değil mi yavrum? Sakın unutma ha, unutursan hâlimiz nice olur?

Sevesin diye dedeni-atanı, ben büyüklere hürmette hiç kusur etmedim, hep güldüm, koştum hizmetlerine, sahip çıktım dilime, her ezânla koştum seccâdeme, bankaya değil sana yatırım yaptım, huy ve ahlâkın güzelleşti mi yavrum?

Elindeki ekmeği, konu-komşu çocuklarıyla yeyip aç kalırdın, yokuşa çıkamayanların çantasını taşırdın, kırılan camların parasını arkadaşlarının yerine harçlıklarından öderdin. Bilmiyorum sanma! Aç kalmana, yorulmana, paranı kendine harcamamana kızardım, kızardım ama, “İşte merhametli ve yardımsever yavrum büyüyor.” diye de sevinirdim.

Yine öyle misin? Düşeni kaldırır mısın?

Yavrum kaldır, kaldır ki, Rabbim de bizi sıratta bırakmasın.

Suçlarını gizle, görmezden gel insanların ki, Settâr olan Rabbim de bizim günahlarımızı saklasın.

“Karıncayı incitme!” dediğim için, baharda bahçeye çıkmadığın; saklambaç oynarken eve kaçıp namazlarını aceleden kıldığın, sabahlara kadar ders çalışıp durduğun günler daha dün gibi.

Senin için babanla kimbilir kaçar rekât şükür namazı kıldık, kaçar nazar duâsı okuduk? Seni bir ipek gibi, elimizde sıkıştırsak ölecek; bıraksak gidecek kelebek gibi, koruduk kolladık.

Ne sıktık, ne bıraktık. Sandık ki, hep gözümüzün önünde olacaksın.

Sandık ki, hep kucağımıza sığacak kadar küçük kalacaksın.

Ne gariptir annelik yavrum, “Hem büyü!..” diye duâ ettim. Hem de “büyüyüp gitmemeni” istedim.

Ama kader yavrum; kader, seni benden çook uzaklara attı.

Ne kızdım, gurbetin yolunu bulanlara, ne kızdım pasaportuna mühür vuranlara, ne kızdım uçak denen demir kuşu îcâd edenlere...

Sonra Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’ın annesi geldi aklıma, Hazret-i Peygamberimizin anneleri…

Onlar da anneydi, onlar yavrularını nasıl gönderdiler?

“-Rabbim!” dedim. “O annelerin yüreklerindeki ateşi nasıl söndürmüşsen, benim yüreğimin ateşini de söndür. Sen ki, Hazret-i İbrahim’i dağ gibi ateşten kurtarıp, gerçek ateşi ona serin edensin.”

Birden bire duâların ipine sarılmak, genişletti yüreğimi...

“Rabbim benim saramadığım, yavrumu sen sar! Benim elim, kolum ve gözüm ol. Koru yavrumu ve onun gül cemâlini getir, rüyalarıma. Saptırma doğru yolundan, kaybettirme ilmek ilmek dokuduğum güzel ahlâkını!..”

Yüreğim, Rabbimize tevekkül edince huzûra erdi.

Onun varlığını yanında hissediyor musun yavrum?

O sana seccâdende, Kitâbında, helâl kazandığın her yudumda, söylediğin her doğruda, aklına, kalbine gelir yavrum. Allâh deyiver sık sık, O’nun zikrini dilinden düşürme, düşürme de belki seni gören yabancılar, hâlinden ibret alıp, Allâh’ı merak eder. Belki biri müslüman olur da, onlara da sarı kızın sütünden içirip, tarladaki buğdaydan yufka ekmeğe dürüm yapıp yediririz.

Sen gurbete gidince, yolum başa döndü, yine uykular haram oldu. Ninen gibi şiirler söyleyip, tesbih elimde gezip duruyorum sabaha kadar.

İpek ipek olur mu?

İpek yere konur mu?

Gurbette yavruları olan annelere

Acaba sabah olur mu?

Gecelerin bu kadar uzun olduğunu bilmezdim. Günler geçmiyor bir türlü, tatiller gelmiyor.

Eskiden senin gözlerin yaşken sonbahar, kızgınken kış, gülerken de ilkbahar, yaz oluverirdi hemen. Şimdi günler yıl gibi, gündüzler bile karanlık.

Bu günlerde bir de şarkı meşhûr oldu. Bir de dertli, yanık söylüyor ki söyleyen, sorma. Seni anlatıyor, beni anlatıyor.

Bir lokma ekmek için gidiyoruz gurbete,

Gözün kör olsun para, sebep sensiz hasrete,

Gidip de dönmemek var, dönüp de bulmamak var,

Dünya fâni bir dünya, gurbette ölmek de var.

* * *

İşte yavrum, sana son diyeceğim odur ki;

Yolunu,

Helâlden harama,

Cennetten cehenneme,

Hayırdan şerre,

Aydınlıktan karanlığa,

Doğrudan eğriye saptırma!..

Rabbini, Peygamberini, âhiretini, vatanını, milletini bir de şu garip ananı-atanı unutma.

Ölürsek, sakın kimseye para verip de hatim indirtme. Bir Fâtiha oku, sen oku.

Bir de mezarımı yaptırma. Mezarımın yerine köye bir çeşme yaptır, sular gibi işlediği hayırlar da devam edip aksın. Yeryüzünden mezarım kaybolsa da sen, beni de söylediklerimi de aklından, gönlünden silme.

Bu söylediklerimi yaparsan.

Sütüm sana helâl olsun yavrum.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle