Allah seni kem gözlerden, nazardan esirgesin!
Kapat gözlerini cânım! Kapat kimse görmesin!
Vakit gece yarısını geçti. Herkes yumdu gözlerini. Bedenler uyudu, ruhlar dolaşıyor. İşte tam da bu demler, yazmanın vaktidir. Mâdem öyle, pek eski bir taş plâktan yükselen tambur sesi eşliğinde, yanık bir kahve gelsin yoldaşlığa! Zaten uyku dediğin, ancak sevgili bir dostla beraberken kaçar. Madem uyku kaçmıştır, gözlere şöyle simsiyah bir sürme çekmeli ve bakmalıdır artık. Nereye? Ötelere... Ama gidebildiğince, alabildiğince, uzanabildiğince öteye...
O hâlde şimdi, sevdiğinsem, arkadaş ol bana. Çoğunun uyuyup kaldığı şu sırada, kapatma da gözlerini, seyret... Âşığın şifâsı, mâşukunun yüzüdür. Mâşukun safâsı, âşığının bakışıdır, neylesin. Diğer yandan, kıskanırım, “Kapat gözlerini, kimse görmesin!”
* * *
Sandılar ki, yüz; bir çift gözden, dudaktan, yanaktan ibâret. Hâlbuki onların hepsi, sadece kabuktan ibâret… Yüzü güzel kılan, özdü. Bilen bildi, bilmeyen yoluna gitti.
Sandılar ki, sadece karşısındayken seyredilir yüz. Hayır değil! Yemen’den seyreden Karânî gibi, kimileri uzaktan seyre dalar da dibindekinin göremediği güzelliklerin tadıyla sarhoş olup dolanır.
Şimdi, kıymetlinsem, kapatma gözlerini!.. Perdeleri inse de, açık kalsın penceren! Seyret... Zira âşığın devâsı mâşukunun yolunu gözlemektir. Mâşuka safâ olur, yeter ki âşığı “gözüm yollarda” desin. Diğer yandan, sakınırım, “Kapat gözlerini, kimse görmesin!”
* * *
“Candan ötem” oradan, tam karşıdan, bana doğru yürüyüp gelirken dedim ki:
“-Mâşâallâh! Sübhânallâh! Bârekallâh! Bu ne güzellik! Bu ne heybet! Bu ne letâfet!”
Sonra içimden geçti ki:
“-Acep, o da bana bakar da, içinden aynılarını geçirir mi?” Hani,
“-Rabbim!” diyene:
“-Kulum!” dediği gibi Hakk’ın…
Acep dedim, karşılık bulmakta mıdır yangınım?
“-Bu ne biçim soru!?” dedi sonra gönlüm… Şüphesiz onun sevgisidir, senin diline vuran. O hâlde ey sen, her yanı nûr olmuş bir hâlde, sağımda-solumda, önümde ardımda, -bütün yönlerden ve mesafelerden âzâd- ille de kalbimde duran!..
İyi bil ki, senin için duâdayım. Baktım ki, meğer kendim için ettiğim duâlar pek eksikmiş. O’ymuş benim damarımda akan. O’ymuş bana canlılık katan... O’nun ağrısı, yorgunluğu ve -Allah korusun!- eksikliği, en yakıcı azapmış.
“-Eğer duânın tamamını bana salât ederek tamamlarsan, bu daha hayırlıdır!..” buyuran Habîbullâh, şüphesiz her zamanki gibi isâbet etmiş ya, bu şekilde duâ etmenin, âlemlere dua etmek olduğunu bu kafacık, daha yeni yeni fark etmiş. Bundan böyle:
“-Önce kendim için!..” ve hattâ “sonrasında da kendim için” istemekten hayâ ederim.
Şimdi, sana olan muhtaçlığımı bil de, kapatma gözlerini! Seyret... Zira âşığın ilacı, mâşukunun gözü önünde olmaktır. Mâşukun bağrına kuvvet veren, âşığını huzurunda bulmaktır, bilesin. Diğer yandan... Sen sadece beni yak! “Kapat gözlerini kimse görmesin!”
* * *
Belki de diyeceksin ki, neye açacağım gözlerimi? Onu bilmeyecek ne var a canım! Ağyâre değil, Yâr’e açacaksın elbet! Helâle, güzele, güne, güneşe açacaksın! Sakın deme ki, “Benim gözlerimin harcı değil bu bakış!”
Sen yeter ki teslim ol, zaten, gücünü aşan, içini sızlatan yerde, “kuvvetine halel, teslimiyetine zaaf gelmesin” diye, gözlerine mendili bağlamasını da bilir sevenlerin... Dediğimi anlamadıysan, İbrahim -aleyhisselâm-’ın, oğlu İsmail’i kurban edeceği sırada yaptıklarını düşün. Kavî ol! Cesur ol! Rızâya ermek yolunda canın yanıp dursa da, canan bildiklerini kurban vermek, yolunun tam önünde, şart olarak dursa da, tereddütsüz mutî ol!
Şimdi, gel, bak, şu Hak dostlarının çektiği zorluklara da, kapatma gözlerini! Seyret... Sevenler, sıkıntı örtüsünü nasıl da bürünüyor gör! Sevdim diyen, nasıl da çeşit çeşit imtihanla sınanıyor, bak! Sen, bakışı ilâca benzeyensin. Diğer yandan, kıyamam ki, “Kapat gözlerini kimse görmesin!”
* * *
O benim “Candan ötem” yüzüme baktığında, şâd olurum. Nasıl bakılacağını gel, ondan öğren. Öyle bir bakış bak ki, tekrar tekrar dirilsin ölü yanlarım… Keskin, derin, devamlı bir bakışla, cihânımı doldur sen! Sen diyorum, zira bu saatten sonra, başkasının bakışını istemem!
Bana bakarken siyahtır gözleri, başkasına ne renk bakar hiç bilmem. Siyah, bütün renkleri içinde toplayan bir renkmiş. Acep, rengârenklikten kurtulup da sâfiyeye erememiş nefsimin, o güzeldeki yansıması mı bu siyahlık, bana meçhul… Açıklaması ne olursa olsun, sen yeter ki onun gibi bak! Yeter ki bakışını esirgeme benden! İyice gör beni. O kadar ki, bakışın içime işlesin. Nazarın, bir incecik nakış gibi rûhuma dolduğunda bile esirgeme ki, umudumu kaybetmeyeyim.
Gözünde perde olduğum vakit, ne yana baksan beni görürsün. İşte o vakit dilersen kapat, dilersen aç, fark etmez; fakat bakışmanın tadından da mahrum etme ki, mâşukun şenliği, âşığıyla bakışmaktır. Diğer yandan, yüreğime dert olur, “Kapat gözlerini, kimse görmesin!”
* * *
Gün batıyor, gün doğuyor. De ki, kime bu güneşin cilvesi? Dünya, Ay ve Güneş arasındaki bu muhabbet neyin nesi? Sanki diyorum, biz dünyayız, “candan ötemiz” mehtap, Habîbullah -aleyhissalatu vesselam- güneşlerin güneşi! O hâlde pervâneler gibi o Hak dostunun etrafında dönmek lâzım! O, ayın on dördü gibi nûr saçan güzel, çok şükür ki, bize pervâne olmuştur. O hâlde bize de, onun aydınlığında yollar aşmak lâzım! Dünyanın fıtratıdır: Kendi etrafında dönüp durur. Ve Allâh’ın lûtfudur; Dünya o kadar döner de, yine de başı dönüp yıkılmaz. İçinde ateşler yanar, göğünde fırtınalar kopar, yerinde nice fitne cirit atar da, vazifesini bırakmaz dünya!..
Öyleyse gel, sen de kapatma gözlerini! Zira görecek nice ibret var. Seyrine dalıp tebessüm edilecek nice nîmet var. Diğer yandan, yorulmasın isterim, şimdi biraz dinlensin, “Kapat gözlerini, kimse görmesin!”
* * *
Gerçi, bunca zaman sonra bulmuşum, işin ne yâhû, biraz daha bak! Sevmişken biraz daha açık kalsın gözlerin. Yol göstereceğimiz çocuklarımız var. Onlara anlatılacak hikâyelerimiz ve her birinin içine işleyecek nazarlarımız var. O nazarlar ki, Rahmân’ın merhametinden birer cüz olarak, yavrularımıza cömertçe sunacağımız tebessüm yüklü bakışlardır. Onlar, bu bakışlarla huzur içinde büyüyecekler.
Daha çok işimiz var kapatma gözlerini! Bak dolunay bize gülümsüyor.
“-Üzülmeyin, uzakta da olsanız, beraberce bana bakıyorsunuz ya, bu ne güzel” diyor.
Sabretmemizi öğütlüyor. Mavi karanlıklar bir gün, elbette sıcacık ve apaydınlık günlerle yer değiştirecek.
Kapatma gözlerini! O gün geldiğinde, renk renk çiçeklerle bezeli bembeyaz bir evimiz olacak. Hayır! Ölmeden önce olacak bunlar. Burada tadacağız bu iç huzûrunu. Zaten, burada tadamazsak, acep orada yakalayabilir miyiz ki? Aslında, “âhiret” denilen yer, dünyada ektiğimiz ürünü alma yeri değil mi? O sebeple değil mi, ölmeden önce ölenlerin yaşayıp durmaları? Ölemiyorsak da, ölmüş taklidi yapacağız beraber! Düşmanlarından, ölmüş gibi yaparak kurtulan kuşlar kadar bile olamazsak, kabre nasıl sığacağız?!
Olmadan, kapatma gözlerini! Ölmeden kapatma gözlerini! Birçokları “kuş akıllı” deyip küçümsese de, sen bilirsin ki onlar tefekkür edilesi pek özel mahlûklardır. Hani, Sırat da burada ya… O, zaman zaman çok zorlayan imtihanlar Sırat’ında nasıl gittiğimiz değil mi zaten asıl mevzû da?
O hâlde, daha dur! Kapatma gözlerini! Zira yaşadığım birçok hayal kırıklığı sebebiyle, bazen hayal etmekten bile korkar oldum. Bana cesâret, bana kuvvet, bana omuz ver! Bak ki, her bir bakışına muhtacım! Diğer yandan, başkası korkarım zâyî eder, etmesin, “Kapat gözlerini, kimse görmesin!”
* * *
Aşk bitmez. Gezer, tozar, yön değiştirir, ama bitmez! Döner dolaşır, yine gönle gelir. Aşksa gelir! Dilerim aşkın Hakk’a, şefkatin de “mâşukun hürmetine bana ve bütün mahlûkâta” olsun. Beni, âşığı olduğun Allah için sev!
İstemem! Kör olma! Yanlışa düşersem, kapatma gözlerini!.. Gör ve ellerimden tutup beni doğruya götür. Gör ve yüreğimden tutup beni güvene taşı!
Gör ve göre göre sev! Rabbimin beni sevdiği gibi sev… Yani? Yani kusur ve günâhlarımı affetmeye, hayırlarımı kabûle ve her hâlükârda yanımda olmaya azmede ede sev. Zayıflığımı kuvvetinle telâfi ede ede sev!
Duâlarında yakar ki, bu can, sana daha fazla hasret çekmesin. Bilirim, şimdi sen duâ ederken gözlerin dolar, temelli güzelleşirsin. Allah kem gözden korusun, nazardan esirgesin, “Kapat gözlerini kapat! Kapat kimse görmesin!”
YORUMLAR