“Tevâzû, kulda yükselmekten başka bir şey artırmaz.Tevâzû edin ki, Allah sizi yükseltsin.” (Hadîs-i Şerîf)
Tevâzû, “kul” olduğunu bilen, bunun bilincinde olan insanların edebidir. Tevâzû, alçak gönüllülüktür. Tevâzû, nefsi, Allah için kurban etmektir. Tevâzû “hiç” olmanın idrakine varmaktır. Tevâzû dilin değil, kalbin amelidir. Mütevâzi olmak, takınılacak bir tavır değil, bir yaşayış biçimidir. Mütevâzi olmak, mü’minler için bir insiyatif meselesi değil, bir zorunluluktur ki, bu sayede kişi rızâ-i ilâhî yolunda mesafe kat edebilsin.
Rabbimiz, bize tevâzû sahibi olmayı emretmiştir. Lokman Sûresi’nin 18. âyetinde şöyle buyurmaktadır:
“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zîra Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri aslâ sevmez.”
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ, bana tevâzû üzere olmamı emreyledi. Hiç bir kimse diğerine karşı büyüklenmesin.” (Ebu Dâvud)
Her hâli ile bizlere en güzel örnek olan Rasulullah Efendimizin devlet başkanı olduğu halde eşsiz bir tevâzû sergilemiş, Mescid-i Nebevî’nin inşaatında bizzat çalışmış, ashâb-ı kiram ile birlikte kerpiç taşımıştır. Peygamber Efendimizin şahsî hayatında, tevâzuun her çeşidi defalarca sergilenmiştir. O iki Cihan Efendisi, ümmetinin de mütevâzî olması için gayret göstermiş, bu hususta pek çok tavsiyede bulunmuştur. Bu hadîs-i şerîflerden bir tanesi de şudur:
“Ümmetimden bir topluluk gördüm. Onlar henüz yaratılmadılar, bugünden sonra var olacaklar. Onları ben severim, onlar da beni severler. Onlar samîmî kimselerdir, gösterişten uzak, tevâzu ehlidirler. İnsanlar arasında Allâh’ın nûruyla yavaş yavaş, çekinerek ve sakınarak yürürler. Sabır ve tahammülleri sebebiyle onlar insanlardan selâmette, insanlar da onlardan selâmette ve emniyettedir. Onların kalbleri Allâh’ın zikriyle huzûra erer, mescidleri namazlarıyla îmar olur. Küçüklerine merhamet, büyüklerine saygı ve hürmet gösterirler. Onlar aralarında eşit davranırlar; zenginleri fakirlerini ziyâret eder, hastalarının yanında olur, cenâzelerine iştirak ederler.” (İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l Beyân, Terc: Heyet, Erkam Yayınları, c: 13, sh: 616)
Tevazu sahibi olan kişiler, Hâlık-ı Zülcelal hazretlerinin yaratmış olduğu bütün mahlûkâta mütevâzî hâlleri ile yaklaşırlar. Allah dostlarının hayatlarına bakıldığında bu haslet çok açık bir şekilde göze çarpmaktadır. O Allah dostlarının bir kısmı, hayatlarını ihtiyaç sahibi kimselerin, hasta ve gariplerin bakım ve tedavisine hasretmiş, bir kısmı Allâh’ın gariban mahlûkatına, hasta ve yaralı hayvanların bakımına ömrünü vakfetmiştir. Bunu sadece Allâh’ın rızasını kazanmak uğruna yaptıkları için, Rabbimiz onları tevâzûsunu kabul buyurmuş, onları aziz eylemiştir.
Tevâzu ve acziyet, Allah katında makbul bir ibadet, yücelmek ve rızâsını kazanmak için mühim bir sermayedir. Mütevâzi kul, Allâh’a yaklaşır. Kibirli kimseler ise, Cenâb-ı Hak’tan uzak kalırlar. Rabbimiz cümlemizi tevazu sahibi olan fazîlet ehlinden eylesin. Âmin.
YORUMLAR