Tarihin en önemli kırılma noktalarında akışı değiştiren her kahramanın yanında muhakkak bir kadın vardır. Hazret-i İbrahim’in yanında Hazret-i Hacer, Hazret-i Mûsâ’nın yanında Hazret-i Âsiye, Hazret-i Îsâ’nın yanında Hazret-i Meryem, Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında Hazret-i Hatice, Hazret-i Âişe, Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhüm- olduğu gibi…
Kadın, insanlığı ayakta tutan iki önemli direğin biridir. Bu sebeptendir ki, asırlar boyu kadınlar hedef alınmış, yıkılmak istenen medeniyetlerin aile yapılarıyla oynanmıştır. Bunun ilk adımı olarak annelik ve kadınlık değersizleştirilmiş, hattâ hakarete uğramıştır. Pagan (putperest) toplumlarda kadının dışlanması ve sömürülmesi, günümüzde modern kisvelerle şuur altına hitap edilerek yapılmıştır. Kadının dişiliğinin ön plana çıkarılması, kapitalizmin maşası olarak metâlaştırılması, ev hanımlığının küçümsenmesi, reklam aracı olması, bunların önde gelenleridir.
Toplumun en temel muallimi olan anneliğin sıradanlaşması, ev hanımlığının önemsizleştirilmesi; önce kadına, beraberinde âileye ve topluma yapılmış büyük bir haksızlıktır. Gerçekte kadın, toplumun merkezidir. Kadın yalnızca fert olarak yaşayan değil; beraberinde çocuklarını, yeğenlerini, komşu çocuklarını yetiştiren/şekillendiren bir şahsiyettir. Özellikle fıtratında bulunan merhamet ve sevecenlikle, yaşamış olduğu her yere farklı bir renk katıp tesirler bırakan güçtür. Kadının sesi, sözü, kıyafeti ve davranışları; çevresinde rol modeldir. Emperyalist medya şirketleri, bu kapasite ve tesir gücü sebebiyle reklam malzemesi olarak en fazla kadını kullanmıştır. Dizi ve programların reytingi ve devamlılığı için baş roller kadınlara verilmiş ve nice zor sahnelerde kadınlar görevlendirilmiştir.
Modern toplum, âileyi ve ev hanımlığını değersizleştirdikçe; başta orada yaşayan eşler ve çocuklar olmak üzere bütün toplum saygınlığını yitirip kaos ve depresyona sürüklenmektedir. Nitekim sokağa çıkan her yetişkin fert ve çocuk; bütün enerjisini ve kendisine duyduğu saygıyı önce evlerden (annelerden, eşlerden) almaktadır. Evde onore edilmeyip saygınlığı dejenere edilmiş anne, enerjisini ve zamanını bu duyguyu kazanmaya harcadıkça, çocuklara ve eşlere negatif enerji yüklemektedir. Bir de üstüne emperyalist güçlerin yerici sloganları, kadını farklı bir komplekse itmektedir.
Bugün sokakta polislerin, okulda öğretmenlerin, adliye saraylarında hâkim ve avukatların en büyük problemi, saygınlığını yitirmiş âilelerde yaşayıp yetişmiş kimseler değil midir? Nasıl oluyor da dün temiz fıtratla doğan mâsum çocuklar, bugün cânî, kâtil, zanlı veya madde bağımlısı olabiliyor?
* * *
Sosyal Hizmetlere çocuklarını bırakmak isteyen kanser hastası bir anne ağlayarak şöyle söylüyordu:
“-Hocam, aklım erdiğinden itibaren annem hem evde çalıştı, hem bahçelerde mevsimlik işçi oldu, hem de geceleri elişi yaptı. Ama babamdan hiçbir zaman saygı ve sevgi görmedi. On sekiz yaşımda evlilik yaptığımda eşim de benim çalışıp eve maddî katkıda bulunmadığım için beni küçümsedi. Bunun ezikliğiyle ben de sürekli elişi yapıp sattım. Şimdi on senelik evli, üç çocuk annesiyim. Kanser teşhisi konduktan sonra eşim, bana bakamayacağını söyleyerek evi terk etti. Ben hem hastalığımın tedavisini hem çocukların bakımını yapamıyorum.”
Şiddet ve cehâlet, görerek öğrenilen bir davranıştır. Kadınlar, toplumun mürebbîleri olarak bakım ve korumaları erkeklere emanet edilmiş mübarek ve nâzenin varlıklardır. Birinci derecede sorumlulukları; evleri, eşleri ve çocuklarıdır. Nitekim toplumun huzur ve sükûnu, dînî ve dünyevî değerlerin temeli, mesken olan (sükûn veren) bir evde ve şefkatle saran bir annenin kucağında kazanılmaktadır.
Bugün reddi kabul edilemeyen gerçek, insan şahsiyetinin üçte ikisinin ev ortamında ve 0-6 yaş arasında oluştuğudur. Zira her anne; aslında bir öğretmen, bir psikolog, bir idareci, bir doktor, bir hemşire ve bir gece nöbetçisidir çocuğunun yanında… Hattâ yalnızca çocuklarının değil; yerine göre evinin, çekirdek ve geniş âilesinin, apartmanının ve mahallesinin…
Tarihte Kadın
Bilimin ve teknolojinin zirve yaptığı modern dönemlerde kadının dışlanması, asırlar önceki pagan (putperest) toplumları hatırlatmakta. Nitekim Batı kültürünün atası sayılan eski Yunanda kadın, “insan üzerinde bir yük” kabul edilirdi. Yegane maksadı, hizmet etmekti. Pis, şeytânî varlıklardan biri olarak kabul ediliyordu. Hukûkî açıdan yalnızca alınıp satılabilen bir eşya idi. Miras hakkı yoktu, erkeğin izni olmadan harcama hakkı yoktu.
Roma’da çocuk, babanın kabul edip etmemesine kalmıştı. Şöyle ki, çocuk doğumdan sonra babasının ayakları önüne bırakılır; baba eğer beğenir kucağına alırsa çocuğu kabul etmiş sayılır, kaldırmazsa onu kabul etmediği mânâsına gelirdi. Genelde erkek çocuklar alınır, kızlar açlık ve susuzluktan ölüp giderdi. Koca isterse karısını da reddeder, hattâ öldürebilirdi.
Eski Hind’de kadın, yaratılış olarak zayıf karakterli, kötü ahlâklı ve murdar bir varlık olarak kabul edilirdi. Kadın, köle gibi muâmele görür, mîras ve sosyal hakları bulunmazdı. Kadına, kocası öldüğü zaman hayat hakkı tanınmaz; o da o gün öldürülür veya yakılırdı.
Câhiliye Devri Araplarında ise kadın yalnızca cinsî bir metâ ve işgücü olarak kullanılırdı. Yeni doğan kız çocukları utanç vesîlesi kabul edilir, hayat hakkı tanınmazdı.
Kur’ân ve Sünnet’te Kadın
Bütün bunların üzerine İslâm Dîni, kadına öyle büyük bir değer verdi ki, sosyal ve hukukî haklarını güvence altına alırcasına hükümler koydu. Rabbimiz, kadınların adına özel sûre inzâl etti. Toplumda onların isimleri dahî anılmazken âyet-i kerîmelerde erkeğin yanında kadını da zikretti. Hattâ Halife Hazret-i Ömer, o dönemi anlatırken:
“-Hakkımızda âyet inecek korkusuyla evlerde kadınlara sert muâmelede bulunmaktan kaçınır hâle geldik!” demişti.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Cuma ve Bayram namazlarına kadınları özellikle çağırdı, mescitte onlar için özel giriş kapısı yaptırdı. Onlara ayrı günlerde sohbet ve görüşme programları düzenledi. Akabe Biatı’nda ve daha sonraki biatlarda, erkek-kadın ayırt etmeden herkesin biatını kabul etti.
Özellikle köle ve câriye statüsündeki kadınlar, insan olarak dahî görülmezken âyet-i kerîmelerde erkekle beraber kadın da muhatap alınarak bizzat zikredildi:
“Erkek olsun kadın olsun; içinizden hiçbir çalışanın emeğini boşa çıkarmayacağım.” (Âl-i İmrân, 195)
“Erkek olsun kadın olsun kim sâlih bir amel işlerse, Cennet’e girecektir.” (en-Nisâ, 123)
“Erkek veya kadın, kim mü’min olarak sâlih bir amel işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız. Ve onların mükafatını en güzeliyle vereceğiz.” (en-Nahl, 97)
Kadınlar, çeşitli âyetlerde, “mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar” şeklinde ayrıca zikredilerek erkeklerle birlikte muhatap alınmıştır. Meselâ:
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin vekilleri ve yardımcılarıdır…” (et-Tevbe, 71)
“Müslüman erkeklerle müslüman kadınlara, mü’min erkeklerle mü’min kadınlara, sâdık erkeklerle sâdık kadınlara, sabırlı erkeklerle sabırlı kadınlara, Allah’tan hakkıyla korkan erkeklerle Allah’tan hakkıyla korkan kadınlara, iffetlerini koruyan erkeklerle iffetini koruyan kadınlara, Allâh’ı çok zikreden erkeklerle Allâh’ı çok zikreden kadınlara; şüphesiz ki Allah onların hepsine mağfiret ve büyük bir mükafat hazırlamıştır.” (el-Ahzâb, 35)
Kadın ve İlim
“Oku!” emriyle inmeye başlayan Kitap; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”1 buyruğuyla bir mihenk belirlemiş, “Rabbim ilmimi artır!”2 duâsıyla ilticâ etmemizi bizlere öğretmiş; sonra da kadın ve erkek ayırt etmeden bütün insanlara hitap etmiştir. Hattâ kadına hem kendinin önemi hem de beraberinde kendini takip eden çocukları için özel bir sûre indirilmiştir. Nitekim kadın, toplumda sadece kendisi için yaşayan bir kimse değildir; anne olsun veya olmasın, muhakkak kendisini takip edip kopyalayan nesillere sahiptir.
Kadın; âdeta Cenâb-ı Hakk’ın “er-Rahîm” ism-i şerîfinden ilham almış şekilde, biyolojik olarak toplumu sevgi ve merhametle kucaklama ve yönlendirmekle yükümlü kılınmıştır. İlk insan Hazret-i Âdem’den itibaren devam eden nesillerin bedenî ve zihnî gelişimlerinin ilk nüveleri genelde aileler; özelde anneler ve kadınlar tarafından atılır. Âileyi besleyen, ikmâl eden, geliştiren kadındır.
Hazret-i Ömer bir hutbesinde:
“-Mal ve altın biriktirmeyin!” der. Sahâbîler:
“-Savaş ve zorluk günlerinde ne yaparız, ey Allah Rasûlü’nün Halifesi?” diye sorduklarında, Mü’minlerin Emîri şöyle buyurur:
“-Sâliha ve bilgili bir kadın, bütün bunlara kefildir.”
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kadının toplumdaki saygınlığına ve eğitimine büyük önem vermiş, ısrarla mescit eğitimlerine kadınları davet etmiştir. Başta Annemiz Hazret-i Âişe olmak üzere, ilim öğrenen ve öğreten kadınları teşvik etmiş ve her yönden onlara destek olmuştur.
Asr-ı Saâdetten Kadınlar
Bugün müslüman hanımların en güzel örneği, Asr-ı Saâdet’in kutlu hanımları olmalıdır. Ki o hanımlar, Peygamber Efendimiz’in etrafında, O’nun tavsiyeleri ve sohbetleriyle yetişmişlerdir. Meselâ Ümmü Derdâ -radıyallâhu anhâ- çok fazla hadis ezberleyen, bilgili, dirâyetli bir kadındı. Muâviye’nin oğlu İyas tarafından hadisler konusunda dönemin hakemli ismi olarak tutulurdu.
Fâtıma binti Abbâs; ünlü kelâmcı İbn-i Teymiyye’yi şaşırtacak derecede yanlışsız, yüksek isnatların dayanağı hadisler rivayet ederdi.
Rufeyde binti Sa’d; İslâm tarihinde ilk hemşire olmasının yanında, hadîs, fıkıh, edebiyat ve eğitim konularında aktif olarak çalışırdı.
Şifâ binti Abdullah el-Kureyşî; idarî işlerde çalışmasının yanında, hemşirelik ve tıbbî pratisyenlik yapmıştır. Karınca ısırıklarına karşı önleyici bir tedâvi usûlü geliştirmiş; Peygamberimiz kendisini diğer kadınları eğitmesi için vazifelendirmiştir.
Fâtıma binti Muhammed el-Fıhrî el-Kureyşî; iyi bir hadis ve fıkıh ilmi almış kadınlardan biridir. Genç yaşta dul kalmış, eşinden ve babasından kalan mîrasla Fas’ta “el-Karaviyyun” isimli câmi ve üniversiteyi kurmuştur. el-Ezher’den ve Oxford’dan önce kurulan bu üniversitede son derece sıkı ve disiplinli bir eğitim verilirdi.
Kadınlar, Âlemlerin Rabbi’nin verdiği güçlü potansiyel ve anneliğin verdiği yüksek enerji ile her türlü zorluğu aştıkları gibi, ellerinde büyüyüp yetişen nesilleri yönlendirme güç ve kâbiliyetine de sahiptirler. Bu yüzden sağlıklı ve huzurlu yarınlar için bugün annelere gösterilmesi gereken değer, hiç eksik edilmemelidir.
Seher KÜÇÜK
1 ez-Zümer, 9.
2 Tâhâ, 114.
YORUMLAR