Evlerde Vakarla Oturmak, Açılıp Saçılmamak
“Ey Peygamber hanımları! Kendinizi kötülüklerden korumanız şartıyla, siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Bu sebeple sözü eğip bükerek söylemeyin, sonra kalbi bozuk olan umuda kapılır, sizden beklendiği şekilde konuşun.
Evlerinizde oturun ve daha önce câhiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı güzelce kılın, zekâtı verin, Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin.
Ey Peygamber âilesi! Allâh’ın istediği, sizden kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmaktan ibarettir. Hânelerinizde okunan Allâh’ın âyetlerini ve hikmeti dilinizden düşürmeyin. Allah bütün incelikleri ve gizlilikleri bilir, her şeyden haberdardır.” (el-Ahzâb, 32-34)
Bu âyetlerde Peygamber Efendimizin kıymetli zevcelerine has hükümler bulunmakla beraber, Rabbimizin onlar kadar değer verdiği diğer kadınlara yönelik umûmî hükümler de yer almaktadır: İffetli olmak, sözü ve söyleyiş şeklini ölçüp biçmek, tesettür hükümlerine riâyet etmek, namazı edâ etmek, zekât vermek… Allah ve Rasûlü’ne itaat etmek gibi…
Kadınların Dış Kıyafeti
“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle; dış giysilerini üzerlerine bürünsünler. Bu, tanınıp rahatsız edilmemeleri için en uygun olanıdır. Allah ziyadesiyle bağışlamakta ve çok esirgemektedir.” (el-Ahzâb, 59)
Dışarıya çıkıldığı taktirde ev içindeki kıyafetin hâricinde, baştan topuklara kadar, kadının tesettürünü sağlayan bir “dış kıyafet”in kadınlar tarafından giyilmesi emredilmiştir. Bu kıyafet, kadının bütün bedenini kaplamalıdır. İçini belli etmeyecek şekilde kalın olmalı, erkeklere benzeyen özellikleri olmamalı ve gayr-i müslim kadınların giyimine benzememelidir. Ayrıca “şöhret elbisesi” yani dikkat çeken ve cezbeden, gösterişli, pahalı kıyafetler olmamalıdır.
Zıhâr
“Kocası hakkında seninle tartışan ve Allâh’a yakınan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin karşılıklı konuşmanızı işitiyordu. Çünkü Allah her şeyi işitmekte ve görmektedir. İçinizden zevcelerine zıhâr yapanların hanımları, aslâ onların anaları değildir. Onların anaları sadece, kendilerini doğuran kadınlardır. Gerçek şu ki, onlar çirkin ve asılsız bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah affedicidir, bağışlayıcıdır.
Karılarına zıhâr yapıp da sonra dediklerinden dönenlerin, onlarla temas etmeden (bir araya gelmeden) önce bir köle âzât etmeleri gerekir. Size öğütlenen işte budur. Allah yapıp ettiklerinizden tamamen haberdardır.
Buna imkân bulamayan, temastan önce peş peşe iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu, Allâh’a ve Rasûlü’ne îmânınızı göstermeniz içindir. İşte bunlar, Allâh’ın koyduğu kurallarıdır. Kâfirleri elem veren bir azap beklemektedir.” (el-Mücâdele, 1-4)
Ensar’dan Evs bin Sâmit, bir sebeple kızıp hanımı Havle (veya Huveyle) binti Sa‘lebe’ye zıhâr yapmıştı.
“-Sırtın anamın sırtıdır!” demişti. (Onu, annesine benzetmiş ve câhiliye dönemindeki uygulamayla karısını bu şekilde boşamış oldu.)
Çok geçmeden söylediğinden pişmanlık duydu ve evliliğine dönüş yapmak istedi. Bu, müslüman toplumun karşılaştığı ilk zıhâr uygulamasıydı. Kadın, Arap geleneğine göre yasak olan evliliği bu hâlde sürdürmeyi kabul etmedi. Sonunda duruma bir çare bulması için Rasûlullâh’a başvurdu.
Gençliğini kocası uğruna tükettiğini, ona çocuklar verdiğini, ama şimdi yaşlanınca yoktan bir sebeple kapı dışarı edildiğini dertli dertli anlattı. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu konuda ilâhî bir hüküm/vahiy gelmediğini ve hâlen uygulanmakta olan hükümden (evliliğin devamının haram oluşundan) başka bir çözüm yolu bulunmadığını söyledi.
Kadın durumun çok vahim olduğunu tekrar tekrar ifade ettiyse de farklı bir cevap alamadı. Daha sonra kadın Allâh’a yalvarmaya ve hâlinden yakınmaya başladı.
“-Allâh’ım! Çok yalnızım. Bu ayrılık bana çok acı verecek!.. Küçük çocuklarım var; onları babalarına bıraksam perişan olurlar. Kendime alsam aç kalırlar. Hâlimi Sana arz ediyorum, beni bu sıkıntıdan kurtar; Rasûlü’ne bir vahiy inzâl buyur!” diye duâ ediyordu.
Kısa bir süre sonra bu âyetler indi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu müjdeledi ve kendisine yeni gelen âyetleri okudu. Ardından kocasını çağırtıp onun durumunu öğrendi. Köle âzâd edemeyeceğini, iki ay peş peşe oruç tutamayacağını ve altmış fakiri doyuracak kadar mâlî imkânının da bulunmadığını anlayınca, ona bir miktar yardımda bulundu ve bereketlenmesi için duâ etti. Hâdiseye şâhit olan Hazret-i Âişe -radıyallâḥu anhâ-:
“-Bütün sesleri işiten Allah, ne kadar yüce! O kadın durumunu anlatırken ve Allâh’a yalvarırken öylesine yavaş ve fısıltıyla konuşuyordu ki, dediklerinin bir kısmını, yanında olduğum hâlde ben bile işitemiyordum.” demiştir. (Ebû Dâvûd, Talâk, 17; Nesâî, Talâk, 33; konuyla ilgili rivayetler için bkz. Taberî, XXVIII, 1-6; Zemahşerî, IV, 70-71; İbn-i Atıyye, V, 272-273)
Kocalarından Kaçıp Hicret Eden Kadınlar
“Ey îmân edenler! Mü’min kadınlar göç ederek size geldiklerinde -onların îmanlarını, Allah daha iyi bilmekle beraber- siz onları sınayın. Eğer mü’min olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere iâde etmeyin. Bunlar onlara helâl değildir, onlar da bunlara helâl olmaz. Onlara (kocalarına) harcadıklarını (mehirleri) geri verin. Mehirlerini ödediğiniz takdirde bu kadınlarla evlenmenizde sakınca yoktur.
Kâfir kadınları nikâhınız altında tutmayın. Siz harcadığınızı (verdiğiniz mehri) isteyin, onlar da harcadıklarını istesinler. Allâh’ın hükmü işte budur. Aranızda hükmünü böyle veriyor. Allah hakkıyla bilmektedir, hüküm ve hikmet sahibidir. Şayet eşlerinizden biri kâfirlere kaçar, böylece (tazminat ödemek için) sıra size gelmiş olursa, eşleri gitmiş olanlara harcadıklarına denk bir şey verin. İnandığınız Allâh’a karşı gelmekten sakının.” (el-Mümtehine, 10-11)
Hudeybiye hâdisesinin ardından yapılan anlaşmada, Mekkeli müşriklerden kaçıp müslümanlara sığınanların müşriklere geri iâde edilmesi kararı verilmişken, hicret ederek müslümanlara sığınan kadınlar, bu âyet-i kerîmelerle istisna tutuldu.
Bu kadınların kocalarından serkeşlikle mi yoksa îmanları sebebi ile mi kaçtıklarının imtihan edilip araştırılmasını, kocalarına serkeşlik edip gelmişlerse iâde edilmeleri, aksi hâlde iâde edilmemeleri emredilmiştir.
Müslüman oldukları için kaçmışlarsa, müslüman bir kadının kâfir bir kocanın nikâhında bulunmasının haram olduğu ifade edilerek, önceki kocalarına ödedikleri mehirlerin teslim edilmesi ve bu sayede kocalarıyla aralarındaki maddî-mânevî bütün bağların koparılarak tamamıyla boşanmış oldukları bu âyet-i kerîmelerle açıklanmıştır.
* * *
“Biz Kur’ân’dan öyle bir şey indiriyoruz ki, o, mü’minler için şifâ ve rahmettir. Zâlimlerin ise yalnızca ziyânını artırır.” (el-İsrâ, 82) buyuran Cenâb-ı Hak, kadınlara özel âyetler indirerek rahmet ve merhametini bir kez de bu şekilde ifade etmiştir.
YORUMLAR